xxxx123
Terörün finansmanı meselesi
Terörün finansmanı diye bir mesele var mı?
Tabii ki var. Bir aile bile finansman ihtiyacı içinde ise 30 yıldır varlığını sürdüren bir örgütün finansman ihtiyacı olmaz mı? Silahlar nereden gelir? Militanlar ne yer ne içer, dağda nasıl yaşar?
Terör örgütünün mali gücü var, üstelik büyük bir yapı arz ediyor bu mali güç.
Peki nereden sağlanıyor bu mali güç?
Belki başlangıçta, köyleri basıp, halktan gasp edilen erzak vs. idi "geçinme"nin kaynağı.
Ama sonra çok kompleks hale geldi terör ekonomisi.
Uyuşturucu başta olmak üzere, kaçakçılıktan, bir.
Yurtiçi ve dışında yürütülen ve zamanla "vergi" statüsüne sokulan "haraç"lardan, iki.
Belki Türkiye'yi örgütle boğuşturmayı çıkarlarına uygun bulan devletlerden, üç.
Terörle mücadelenin sadece dağdaki militanı etkisiz hale getirmekten ibaret olmadığını dünya alem biliyor.
Terörün mali kaynaklarını kurutmanın da, mücadelenin bir parçası olduğu yine bilinen gerçeklerden.
Onun için başından beri, köylerin, mezraların, terörün erzak teminine imkân vermesinin önüne geçilmek istendi.
Onun için, teröre destek sağlayıcı ortam oluşmaması için Avrupa ülkelerine baskı yapıldı.
Ve Kürt işadamlarının gönüllü desteğinin önlenmesi çalışması, bilinen yargısız infazlara kadar uzandı.
Haraç-vergi kıskacı!
Şu anda da terör örgütünün Doğu-Güneydoğu'da olsun, Kürtler'in yoğun yaşadığı İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin gibi illerde olsun, haraç düzeni sürüyor.
KCK yapılanması, küçük esnaf halinde iş yapan Kürtler'i de, büyük ihalelere giren Kürt işadamlarını da "vergilendiriyor!"
Böyle bir şey yok demek için ya müthiş korkutulmuş olmak gerekiyor ya da örgüte gönüllü para aktarmak...
Bu tehditlerden bıkmış olanların devletten koruma bekledikleri de biliniyor.
Devletin bilgisi şu: PKK şu ana kadar ihalelerden 120 milyon dolar pay aldı.
Yani devletten ihale alan vatandaş, ihale bedelinin şu kadarını örgüte intikal ettirdi. Ettirmeme hakkını kullanmak isteyen ise ya iş makineleri yakılarak ya çocuğu dağa kaçırılarak hizaya getirildi.
İşin bir sıkıntılı yönü yok değil:
Malum bir, teröre yardım ve yataklık konusu var.
Bu "suç"u işleyen, yani diyelim evini basan militanlara un vs. veren birçok köylü ya jandarma dayağı yedi ya evi yakıldı ya da hapishaneye düştü.
Yani örgüt tehdit etti, devlet tehdit etti, köylü arada kaldı, yandı.
Geçmişte, Kürt işadamlarına yönelik yargısız infazlar oldu dedik. Evet, o da bir hukuksuzluk ve terör örgütüne benzer "devlet gölgesinde" sürdürülen haraç düzeni olarak tarihe geçti.
Bunlar, terörle mücadele diye yola çıkıp, devleti hukuksuzluğa iten olgulardı.
Hassas denge
Soru şu:
Bu yanlışlara bakıp, örgütle sade vatandaşı karşı karşıya bırakan bir uygulama mı tercih edilmeli? Örgüt, Kürt vatandaşlarının gırtlağına basıp, istediğini alabilmeli mi?
Bu bir bakıma örgütü, Kürtler üzerinde dilediğini yapan bir illegal devlet konumuna getirmek olur.
Hiçbir devlet, kendi egemenlik bölgesinde, böyle alternatif bir iradenin etkili olmasına göz yummaz.
"Terörün finansmanının önlenmesi" tasarısına, Kürt işadamlarının kaygı ile yaklaştığı ifade ediliyor. Mesela Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu "Tutuklanma kaygılarımız artıyor, bölgeye yatırım azalır" demiş. Çiller dönemi uygulamalarını hatırlatmış.
Böyle bir kaygıya yer olabilir mi? Olabilir.
Ama meselenin "tehdit ve haraç" boyutunu da unutmamak ve asıl terör yüzünden bölgeye yatırım yapılmıyor olmasını da dikkate almak gerekiyor. Burada hassas denge, işadamlarının tehdidi ve haracı içselleştirmemesi, devletin de Çiller dönemi uygulamalarının bugün hesap vermekte olduğunu unutmaması noktasında toplanıyor.
Terör örgütünün mali gücü var, üstelik büyük bir yapı arz ediyor bu mali güç.
Peki nereden sağlanıyor bu mali güç?
Belki başlangıçta, köyleri basıp, halktan gasp edilen erzak vs. idi "geçinme"nin kaynağı.
Ama sonra çok kompleks hale geldi terör ekonomisi.
Uyuşturucu başta olmak üzere, kaçakçılıktan, bir.
Yurtiçi ve dışında yürütülen ve zamanla "vergi" statüsüne sokulan "haraç"lardan, iki.
Belki Türkiye'yi örgütle boğuşturmayı çıkarlarına uygun bulan devletlerden, üç.
Terörle mücadelenin sadece dağdaki militanı etkisiz hale getirmekten ibaret olmadığını dünya alem biliyor.
Terörün mali kaynaklarını kurutmanın da, mücadelenin bir parçası olduğu yine bilinen gerçeklerden.
Onun için başından beri, köylerin, mezraların, terörün erzak teminine imkân vermesinin önüne geçilmek istendi.
Onun için, teröre destek sağlayıcı ortam oluşmaması için Avrupa ülkelerine baskı yapıldı.
Ve Kürt işadamlarının gönüllü desteğinin önlenmesi çalışması, bilinen yargısız infazlara kadar uzandı.
Haraç-vergi kıskacı!
Şu anda da terör örgütünün Doğu-Güneydoğu'da olsun, Kürtler'in yoğun yaşadığı İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin gibi illerde olsun, haraç düzeni sürüyor.
KCK yapılanması, küçük esnaf halinde iş yapan Kürtler'i de, büyük ihalelere giren Kürt işadamlarını da "vergilendiriyor!"
Böyle bir şey yok demek için ya müthiş korkutulmuş olmak gerekiyor ya da örgüte gönüllü para aktarmak...
Bu tehditlerden bıkmış olanların devletten koruma bekledikleri de biliniyor.
Devletin bilgisi şu: PKK şu ana kadar ihalelerden 120 milyon dolar pay aldı.
Yani devletten ihale alan vatandaş, ihale bedelinin şu kadarını örgüte intikal ettirdi. Ettirmeme hakkını kullanmak isteyen ise ya iş makineleri yakılarak ya çocuğu dağa kaçırılarak hizaya getirildi.
İşin bir sıkıntılı yönü yok değil:
Malum bir, teröre yardım ve yataklık konusu var.
Bu "suç"u işleyen, yani diyelim evini basan militanlara un vs. veren birçok köylü ya jandarma dayağı yedi ya evi yakıldı ya da hapishaneye düştü.
Yani örgüt tehdit etti, devlet tehdit etti, köylü arada kaldı, yandı.
Geçmişte, Kürt işadamlarına yönelik yargısız infazlar oldu dedik. Evet, o da bir hukuksuzluk ve terör örgütüne benzer "devlet gölgesinde" sürdürülen haraç düzeni olarak tarihe geçti.
Bunlar, terörle mücadele diye yola çıkıp, devleti hukuksuzluğa iten olgulardı.
Hassas denge
Soru şu:
Bu yanlışlara bakıp, örgütle sade vatandaşı karşı karşıya bırakan bir uygulama mı tercih edilmeli? Örgüt, Kürt vatandaşlarının gırtlağına basıp, istediğini alabilmeli mi?
Bu bir bakıma örgütü, Kürtler üzerinde dilediğini yapan bir illegal devlet konumuna getirmek olur.
Hiçbir devlet, kendi egemenlik bölgesinde, böyle alternatif bir iradenin etkili olmasına göz yummaz.
"Terörün finansmanının önlenmesi" tasarısına, Kürt işadamlarının kaygı ile yaklaştığı ifade ediliyor. Mesela Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu "Tutuklanma kaygılarımız artıyor, bölgeye yatırım azalır" demiş. Çiller dönemi uygulamalarını hatırlatmış.
Böyle bir kaygıya yer olabilir mi? Olabilir.
Ama meselenin "tehdit ve haraç" boyutunu da unutmamak ve asıl terör yüzünden bölgeye yatırım yapılmıyor olmasını da dikkate almak gerekiyor. Burada hassas denge, işadamlarının tehdidi ve haracı içselleştirmemesi, devletin de Çiller dönemi uygulamalarının bugün hesap vermekte olduğunu unutmaması noktasında toplanıyor.