xxxx111
Seçkini de, seçkin olmayanı da...
“Niye şaşırıyorsun ki?” diye çıkıştı dostum, “Medyada köşeleri tutanların bir bölümü -ama bayağı kalabalık bir bölümü- kendilerini 'seçkin' olarak görüyor ve Ak Parti'yi 'geçici' bir olay sayıyorlar; ne kadar çabuk geçerse o kadar mutlu olabilecekleri bir olay... İçlerinden birinin karşı cepheye geçmesi ise tepelerinin tasının atmasına sebep oluyor...”
Dostumun tavsiyesi üzerine hafta sonunu Açık Toplum Vakfı tarafından şu yakınlarda çıkartılmış 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' adlı raporu okumaya ve notlar almaya ayırdım. Kendilerini 'seçkin' sayan bir takım insanlarla görüşerek hazırlanmış bir rapor bu ve yalnızca önisimleriyle anılan deneklerin söyledikleri içimi baydı.
Böyle insanlarla aynı havayı soluduğunu bilmek bile yeterince eziyet...
Araştırmanın 'seçkin' saydıkları arasına girebilmek için, ilkokul ve sonrasında bir yabancı okulda okumak, yüksek eğitimi ya yurtdışında veya içeride bilinen üniversitelerde tamamlamış olmak gerekiyor... Böylelerinden biri 31 yaşında olduğu belirtilen Kemal... Kullandığı jargondan kendisini 'sol' saydığı da anlaşılıyor. Araştırmacılara “Ordunun darbe yapması halinde destek veririm” demiş...
“Neden?” sorusuna cevabı şu: “Tarihte zorun rolünden. Çünkü adamlar gerici, dini eksene alarak bir iktidar yaratma ihtiyacı gericiliktir. Anti- demokratik olsa da burada zor kullanma hakkı vardır Silâhlı Kuvvetler'in. Bu silâhlı kuvvetler para-militer olabilir, gerilla şeklinde olabilir, devletin kolluk kuvveti olabilir. Başarılı olur, çünkü geçmişte bu ülkede her sokağa sol hâkimdi, 9 Mart akşamı darbe yapılabilirdi, 12 Mart akşamı yapıldı darbe ve sonunda ne oldu? Solu hiçbir yerde görmüyorsun, aynısı olur, bu sefer de dinci, İslâmcı Türkiye o şekilde değişir.”
Kemal bir şeyler biliyor: “Ordunun düzeni değiştirmeye yönelik tehditleri bertaraf etmek için hazırladığı bir 'B' planı her zaman var: Şunu biliyorum, kesinlikle ve kesinlikle Türkiye'de İslâmcı bir kalkışmaya karşı ordu müdahale edecektir ve tabii ki bunun planını yapacaktır.”
Nasıl bir seçkinlikse bu!
Kendilerini 'seçkin' bilip siyaset sahnesinde gördüklerine tepeden bakanlar, bir arkadaşlarının kendilerinden farklı düşündüğünü gördüklerinde hemen 'afaroz' ediyorlar.
Dün burada taze bir örnek vermiştim: Sanatçı Mustafa Alabora iktidarın bugüne kadar yaptıklarını olumlu bulan, Tayyip Erdoğan'ı takdir eden sözler sarf edince, bir gazeteci, “Benim için öldün sen Mustafa Abi” deyiverdi.
Unutmayın, Mustafa Alabora da yazıyı yazan da araştırmacıların kriterlerine göre 'seçkin' sınıfına girmiyor. 'Seçkin' olmayan birinin kendisi gibi seçkin olmayan birine tahammülsüzlüğü Vatan yazarının sergilediği...
Milliyet'in 'seçkin' sınıfına girecek özelliklere sahip yazarı Osman Ulagay çevresindeki 'farklı' yaklaşımlara tahammülsüzlüğü 'AKP Gerçeği ve Lâik Darbe Fiyaskosu' (Timaş Yayınları, 2008) kitabında kendi başından geçenlere bakarak anlatmıştı.
Ne diyordu, okuyalım: “Aile yakınlarımdı onlar. Okul arkadaşlarımdı. Yıllardır benimle aynı çevrede yaşayan kimselerdi, dostlarımdı, iş arkadaşlarımdı. Birçok konuda göruşlerini, zevklerini, kültürel referanslarını paylaştığım, konferanslarda, konserlerde karşılaştığım kişilerdi. Birlikte 'Mavi Yolculuk' yapabileceğim insanlardı. Zaman zaman uğradığım kafelerde ve çeşitli işyerlerinde ahbaplık ettiğim kimselerdi. Onların bir süreden beri içinde bulundukları ruh hali ve verdikleri tepkiler hem şaşırtıyor, hem de tedirgin ediyor beni. Yaşanan gelişmeler karşısında neden bu kadar farklı düşündüğümüzü, farklı tepkiler verdiğimizi anlamaya çalışıyorum.”
Bir hafta sonu mesaisinden sonra Ulagay'a rahatlıkla tavsiye edebilirim Prof. Füsun Üstel ile Doç. Birol Caymaz'ın imzalarını taşıyan 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' adlı araştırmayı okumasını...
Gerçi Vatan yazarının Mustafa Alabora'yla ilgili dokundurması da göz açıcı. 'Seçkin' olmayan bir kalem daha da hırçınlaşıyor kendisiyle aynı sosyal düzeyden birinin 'farklı' davranışı karşısında.
Şu satırlar o yazıdan: “Tiyatrocu Mustafa Alabora, çocukluğumun kahramanlarından biriydi...__12 Eylül darbesinden sonra, sırf 'solcu' oldukları için arkadaşları Savaş Dinçel ve Müjdat Gezen'le birlikte Şehir Tiyatroları'ndan uzaklaştırılmalarını dün gibi hatırlarım._(..)_Kısacası; dik duruşuyla, 'beni ben yapanlardan biri'ydi Mustafa Abi..._(..) Düne kadar!”_
Ne olmuş peki dün? Star gazetesine mülâkat verip Tayyip Erdoğan için olumlu sözler sarf etmiş...
İçinde “Yuh” türü kınama seslerinin de yer aldığı yazı şöyle bitiyor: “Seni gerçekten sevmiştim Mustafa Abi! / Hani Erdoğan için, 'Hayatımı bile veririm' diyorsun ya... / Verdin zaten! / Çünkü sen benim için dün saat 13.30'da öldün!”
Seçkini öyle, seçkin olmayanı böyle...
Ne mahalle ama!
Dostumun tavsiyesi üzerine hafta sonunu Açık Toplum Vakfı tarafından şu yakınlarda çıkartılmış 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' adlı raporu okumaya ve notlar almaya ayırdım. Kendilerini 'seçkin' sayan bir takım insanlarla görüşerek hazırlanmış bir rapor bu ve yalnızca önisimleriyle anılan deneklerin söyledikleri içimi baydı.
Böyle insanlarla aynı havayı soluduğunu bilmek bile yeterince eziyet...
Araştırmanın 'seçkin' saydıkları arasına girebilmek için, ilkokul ve sonrasında bir yabancı okulda okumak, yüksek eğitimi ya yurtdışında veya içeride bilinen üniversitelerde tamamlamış olmak gerekiyor... Böylelerinden biri 31 yaşında olduğu belirtilen Kemal... Kullandığı jargondan kendisini 'sol' saydığı da anlaşılıyor. Araştırmacılara “Ordunun darbe yapması halinde destek veririm” demiş...
“Neden?” sorusuna cevabı şu: “Tarihte zorun rolünden. Çünkü adamlar gerici, dini eksene alarak bir iktidar yaratma ihtiyacı gericiliktir. Anti- demokratik olsa da burada zor kullanma hakkı vardır Silâhlı Kuvvetler'in. Bu silâhlı kuvvetler para-militer olabilir, gerilla şeklinde olabilir, devletin kolluk kuvveti olabilir. Başarılı olur, çünkü geçmişte bu ülkede her sokağa sol hâkimdi, 9 Mart akşamı darbe yapılabilirdi, 12 Mart akşamı yapıldı darbe ve sonunda ne oldu? Solu hiçbir yerde görmüyorsun, aynısı olur, bu sefer de dinci, İslâmcı Türkiye o şekilde değişir.”
Kemal bir şeyler biliyor: “Ordunun düzeni değiştirmeye yönelik tehditleri bertaraf etmek için hazırladığı bir 'B' planı her zaman var: Şunu biliyorum, kesinlikle ve kesinlikle Türkiye'de İslâmcı bir kalkışmaya karşı ordu müdahale edecektir ve tabii ki bunun planını yapacaktır.”
Nasıl bir seçkinlikse bu!
Kendilerini 'seçkin' bilip siyaset sahnesinde gördüklerine tepeden bakanlar, bir arkadaşlarının kendilerinden farklı düşündüğünü gördüklerinde hemen 'afaroz' ediyorlar.
Dün burada taze bir örnek vermiştim: Sanatçı Mustafa Alabora iktidarın bugüne kadar yaptıklarını olumlu bulan, Tayyip Erdoğan'ı takdir eden sözler sarf edince, bir gazeteci, “Benim için öldün sen Mustafa Abi” deyiverdi.
Unutmayın, Mustafa Alabora da yazıyı yazan da araştırmacıların kriterlerine göre 'seçkin' sınıfına girmiyor. 'Seçkin' olmayan birinin kendisi gibi seçkin olmayan birine tahammülsüzlüğü Vatan yazarının sergilediği...
Milliyet'in 'seçkin' sınıfına girecek özelliklere sahip yazarı Osman Ulagay çevresindeki 'farklı' yaklaşımlara tahammülsüzlüğü 'AKP Gerçeği ve Lâik Darbe Fiyaskosu' (Timaş Yayınları, 2008) kitabında kendi başından geçenlere bakarak anlatmıştı.
Ne diyordu, okuyalım: “Aile yakınlarımdı onlar. Okul arkadaşlarımdı. Yıllardır benimle aynı çevrede yaşayan kimselerdi, dostlarımdı, iş arkadaşlarımdı. Birçok konuda göruşlerini, zevklerini, kültürel referanslarını paylaştığım, konferanslarda, konserlerde karşılaştığım kişilerdi. Birlikte 'Mavi Yolculuk' yapabileceğim insanlardı. Zaman zaman uğradığım kafelerde ve çeşitli işyerlerinde ahbaplık ettiğim kimselerdi. Onların bir süreden beri içinde bulundukları ruh hali ve verdikleri tepkiler hem şaşırtıyor, hem de tedirgin ediyor beni. Yaşanan gelişmeler karşısında neden bu kadar farklı düşündüğümüzü, farklı tepkiler verdiğimizi anlamaya çalışıyorum.”
Bir hafta sonu mesaisinden sonra Ulagay'a rahatlıkla tavsiye edebilirim Prof. Füsun Üstel ile Doç. Birol Caymaz'ın imzalarını taşıyan 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' adlı araştırmayı okumasını...
Gerçi Vatan yazarının Mustafa Alabora'yla ilgili dokundurması da göz açıcı. 'Seçkin' olmayan bir kalem daha da hırçınlaşıyor kendisiyle aynı sosyal düzeyden birinin 'farklı' davranışı karşısında.
Şu satırlar o yazıdan: “Tiyatrocu Mustafa Alabora, çocukluğumun kahramanlarından biriydi...__12 Eylül darbesinden sonra, sırf 'solcu' oldukları için arkadaşları Savaş Dinçel ve Müjdat Gezen'le birlikte Şehir Tiyatroları'ndan uzaklaştırılmalarını dün gibi hatırlarım._(..)_Kısacası; dik duruşuyla, 'beni ben yapanlardan biri'ydi Mustafa Abi..._(..) Düne kadar!”_
Ne olmuş peki dün? Star gazetesine mülâkat verip Tayyip Erdoğan için olumlu sözler sarf etmiş...
İçinde “Yuh” türü kınama seslerinin de yer aldığı yazı şöyle bitiyor: “Seni gerçekten sevmiştim Mustafa Abi! / Hani Erdoğan için, 'Hayatımı bile veririm' diyorsun ya... / Verdin zaten! / Çünkü sen benim için dün saat 13.30'da öldün!”
Seçkini öyle, seçkin olmayanı böyle...
Ne mahalle ama!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.