Av. Mehmet YALÇINKAYA
SAMİMİYET
Lafı evirmeden sadede gelelim: Ülkemizde yaşayan, hangi düşünceye sahip olursa olsun bütün insanların en çok ihtiyacı olan şey nedir, diye sorsalar tek bir cevap veririm: Samimi Olmak.
Bu samimiyeti önce “Yaratan’a karşı samimi olmak” şeklinde algılamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü insanoğlu, inandığı, ibadet ettiği ve Rab olarak bildiği Allah’a karşı samimi olamıyorsa hiçbir işe ve hiçbir kimseye samimiyet gösteremez.
Allah’a karşı samimiyetin ilk basamağı ise bence NASUH TÖVBESİ’dir.
Herkesin bildiği veya en azından duyduğu meşhur hikâyeyi hatırlayalım:
Yıllar önce Nasuh adında bir adam vardı. Nasuh hamamlarda tellaklık eder böylece kadınları kolaylıkla avlayarak baştan çıkarırdı. Yüzü kadın yüzü gibi tüysüzdü. Erkekliğini bu yüzden rahatlıkla gizlerdi. Nasuh yıllarca kadınlar hamamında tellaklık etti. Kimse onun erkek olduğunun farkına varmadı. Çünkü yüzü kadın yüzü gibi, sesi kadın sesi gibiydi. Hatta rivayet odur ki, zamanın idarecilerinin kızlarına bile hamamda tellaklık etmişti.
Aradan zaman geçince Nasuh bu işten pişman oldu, tövbe etti fakat tövbesini tutamadı. Bu defalarca böyle oldu. Nasuh bir gün yine hamamda tası doldururken padişahın kızının küpesindeki incilerden biri kayboldu. Bütün kadınlar onu aramaya koyuldular. Herkesin eşyasını aramak için önce hamamın kapısını kapadılar. Sonra başladılar aramaya. Fakat inci bir türlü bulunamadı.
Bunun üzerine herkesin ağzını ve her yerini aramaya başladılar. “İhtiyar, genç, herkes anadan doğma soyunsun.” diye bağırdılar. Nasuh korkusundan bir kenara çekildi, yüzü korkudan sararmış dudakları titriyordu. Ölüm korkusu her yanını sarmıştı. Kendi kendine: “Yarabbi, birçok defalar tövbe ettim fakat tövbemi bir türlü tutamadım. Eğer beni bu beladan, rezil rüsva olmaktan kurtarırsan bütün yaptıklarımdan tövbe ettim.” dedi.
Hamamdakiler herkesi aradıktan sonra: “Ey Nasuh herkesi aradık, şimdi sıra sende gel seni de arayalım.” dediler. Nasuh için kurtuluş yoktu tam onu arayacaklardı ki ansızın: “İnci bulundu.” diye bir ses geldi. Nasuh’u aramaktan vazgeçtiler, böylece Nasuh rezil olmaktan ve ölümden kurtulmuştu. İnci bulunduğu için herkes bayram ediyor seviniyordu. Bu sevinç dalgası geçtikten sonra Nasuh, hamamdan çıkıp gitti. Bir daha da tövbesini bozmadı...
Bu hafta bu konuyu seçmemin sebebi; bu dünyadaki en önemli sorumluluğumuzu ne kadar da çabuk unuttuğumuzu hatırlatmak içindir. Bu hatırlatmayı öncelikle kendi nefsime yaptığımı da bilmenizi isterim.
Kişisel sorumluluğumuz “Yaratılış Sırrına” vakıf olmayı gerektirir. Bu da gizli veya açık fıtrata ters düşen, Müslüman’a yakışmayan hal ve tavırlardan uzak durmamız anlamına gelir. Son dönemde küçüğümüzden büyüğümüze o kadar çok siyasi ve gündelik işlerle meşgul oluyoruz ki, asıl yapmamız gerekenler biriktikçe birikmeye devam etmektedir.
Kendimize çeki düzen vermedikçe, nefsimize ağır gelse bile kendimizi değiştirmeye çalışmadıkça, dünyaya dair söylediklerimizin veya yaptıklarımızın bir kıymeti de olmuyor maalesef.
“El Hubbu lillah vel buğzu lillah” (sevgi de, kızgınlık ta Allah için) temel prensibimizi terk ettiğimizden beri ne dünyalık işlerimizin ne de ibadetlerimizin bereketi kalmadı. Hz. Ebubekir (ra) Efendimizin “Allah’ım, ahirette bedenimi öyle büyüt öyle büyüt ki cehennemin tamamını doldurayım, benden başka kimse giremesin” sözlerindeki diğergamlık nerede, dünyalık menfaati az zarar gördüğü için en çok sevmemiz gerekenlere duyduğumuz kin ve nefret nerede? Sevgi ve aşkın merkezi olan yüreklerimizde ne kadar çok öfke barındırıyoruz farkında bile değiliz. Nalıncı keseri gibi hep kendimize yontuyor, kendimizi her mevki ve makama layık görüyor ama hayatımızdaki aksaklıkları gidermek için kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
En çok ihtiyacımız olan şey samimiyet derken bunları kast ediyorum. Herkes evinin önünü süpürse bütün mahalle temiz olacak hesap edemiyoruz. Aslında bütün sıkıntılarımızın çözümü de bu kadar basit ama benliğimizi aşamıyoruz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.