Ramazan KERPETEN
ÖZEL HAYATIN YAYINI ama NEREYE KADAR?
Bir önceki 'HÜR' ve de 'MUHTEŞEM' ADAMLARIN HUKUKU başlıklı yazımızda, tarihe ve kamuoyuna mal olmuş kimseler yakında yayın yapılmasını ele almıştık. Burada hakkaniyete riayet edilmesinin zaruretine işaret ettikten sonra onların da bir hakları- hukukları olduğunu vurgulamıştık.
O yazımızın sonunda belirttiğimiz gibi de bu yazımızda bunun hukuki, etik sınırlarına değinmek istiyoruz. Marmara Üniversitesi’nde “Kamuoyuna Mal Olmuş Kimselerin Özel Hayatının Medyada İşlenmesinde Hukuki, Etik Sınırlar”ını ele aldığımız 200 sayfaya yaklaşan tez çalışmamızdaki doktriner tartışmalarla bu köşeyi boğmak ve okuyucularımızı sıkmak istemem. Fakat birkaç noktayı ileterek hadiseyi özetlemek niyetindeyim.
Herkesin bir özel hayatı var ve bunun da bir mahremiyeti vardır. Kişinin özel hayatı, gizli tuttuğu ve gizli tutmakta meşru çıkarının bulunduğu olaylardan meydana gelir. Kişinin özel hayatının gizliliğine dokunulamayacağı AY. m. 20 ile de desteklenmiş ve böylece özel hukuktaki koruma için de hakime sağlam bir dayanak verilmiştir.
Bugün doktrinde ve uygulamada kabul edilen ayrıma göre, her insanın hayat alanını üçe ayırmak mümkündür. Bunlar, kişinin kamuya açık olan alanı (ortak alan), dar anlamda özel alanı ve gizli (sır) alanıdır[1].
KİŞİNİN HAYAT ALANLARI
Ortak alanlarla ilgili haber yapılması, program yapılmasında geniş yetkiler bulunmaktadır.
Dar anlamda özel alan, kendisine yakın kişilerle, yani kişinin birlikte aynı evde oturduğu, aynı işyerinde çalıştığı ve günlük sohbetler yaptığı kişilerle paylaştığı ve bunlar dışındaki kişilere gizli kalması gereken alandır. Bir normal vatandaşın, kamuoyuna mal olmuş sanatçının, tarihe mal olmuş Kanunî gibi bir padişahın haremindeki, ya da Atatürk gibi yakın tarihin en önemli figürlerinden birisinin özel hayatındaki dar anlamdaki özel hayatlarının konu edinilmesinde dikkat edilmesi gerekir. Özel hayat alanına haksız olarak girme ve bu alandaki olaylardan bilgi edinme ve bunları resmetme hukuka aykırıdır.[2]
Hele bir de Gizli Alan (Sır alanı) İhlalleri ise daha hassasiyet arz eder. Kişinin üçüncü kişilerce bilinmesini istemediği, gizli kalmasını öngördüğü ve ancak güven duyduğu kişilere, başkalarına duyurulmamak şartıyla açıkladığı davranışlarının başka bir deyişle sırlarını oluşturduğu hayat alanına gizli (sır) alan adı verilmektedir[3]. Sır, sahibinin açıklanmamasında yarar gördüğü ve başkaları tarafından daha önce bilinmeyen hususlar olarak tanımlanabilir[4].
Kişinin hukuki işlem sonucu olan kişilik ihlâllerine karşı korunmasında ana kural MK. m. 23’te belirtilmiştir. Bu maddeye göre, hiç kimse hak ve fiil ehliyetinden kısmen bile olsa vazgeçemez (MK. m. 23 f. 1) ve yine kimse hürriyetinden vazgeçemez, ya da bunları hukuka ve ahlaka aykırı biçimde sınırlayamaz (MK. m. 23 f. 2)
İŞİN ETİK BOYUTU
Ahlak; yanlış ve doğru, iyi ve kötü, erdem ve kusur ile yaptıklarımızı ve sonuçlarını değerlendirme ile ilgilidir. Ahlak felsefesi ya da etik, ahlakı konu edinen felsefe dalıdır. Kullandığımız ahlak terimlerini ve ahlaki yargılarımızın statüsünü analiz eden etik, takındığımız ahlaki tutumlarımızın ardında yatan yargılarımızı da ele alır. [5]
Ahlak ve etik birbirini tamamlayan lakin ayrı düşünülmesi gereken konulardır. İkisi arasındaki ilişki; birinin toplum ve insanın vicdanı ile ilgili bir olgu olması diğeri ise bununla ilgili felsefeyi tanımlamasıyla açıklanabilir.[6]
Şimdi; yayın ve haberler etik açıdan nasıl olmalı? Haber, bilgi iletme araçlarının (medya) etik kural ve kriterleri nelerdir? Herhalde 20. yy.'da en çok sorulan sorulardan birisi bu. Çünkü bu dönem, komünikasyonun tepe noktaya ulaştığı bir yüzyıl oldu[7].
Türkiye’deki konumu itibariyle iktidar ortağı olan medya; bilgiyi toplayıp halka aktarma rolünü üstlenmiş durumda ama bunu yapma yöntemlerindeki süreçte, bilgiyi işleme yöntemleri bazen insanı ürkütebiliyor. Medya, elde ettiği bir bilgiyi birilerinin hayrına toplumdan gizleyebilir ya da birilerinin hayrına kendi tezgâhlarında ürettiği “mal”ları bilgi ambalajında pazarlayıp üstüne “gerçekleri izlediniz!” diye slogan atabilir. Burada bir çıkar olgusu devreye girmektedir. Yani burada “etik”ten çok tavır geçerlidir[8].
Sözü geçen etik kurallarını göz önüne almadığı durumlarda medya kuruluşları; çok rahat bir şekilde insanların duygularını, inançlarını, görüşlerini... sömürebilir. İnsanların politik seçimlerini belirleyebilir, istedikleri herkese karşı insanları provoke edebilirler. Bu medya gücü ve bir o kadar da gerçeğidir. Zaten medya sektörünün bu kadar geniş ve ilgi görüyor olması bundandır. 21. Yüzyıla girerken medyadaki, özellikle de sinema ve televizyonlarda “etik meselesi” ciddi bir mesele/ olarak karşımıza çıkmaktadır.
AZICIK ÖZDENETİM
Bunları söylüyoruz ama ille de RTUK ya da bir başka kurumun olayı denetlemesi gerekmiyor ki! Yayın yapan bütün medya mensuplarında olacak otokontrol ve de vicdan faktörü meseleyi çözecektir.
Gerek basın özgürlüğünün kötüye kullanılması, gerekse devletin basın alanına müdahalesini önlemek için istenen denetim, “basının kendi kendini denetimi” müessesesini doğurmuştur...[9]
Ülkemizde sürmekte olan basın özgürlüğü mücadelesinin “basın ahlakı” ve “basının özdenetimi” kavramlarıyla birlikte değerlendirilip tartışılması gerekmektedir. Çünkü özellikle son yıllardaki kitle iletişim araçlarında devam eden sınır ve ilke tanımayan özgürlük anlayışı ve beklentisi “basın ahlakı” ve “basının özdenetimi” kavramlarını ön plana çıkarmıştır.
Bu bilinç ile hareket edilmiş olunsa; belki de ne mahkemelere ihtiyaç kalır, ne de yer yer basın özgürlüklerini sınırlayan, hatta bazen de engelleyen yasalara hiç gerek kalmayacaktır[10].
31. Ocak 1994’te bir uzlaşma deklarasyonu imzalayan [11] medyamız, deklarasyonda konumuzla ilgili olarak şu taahhüt de yer almıştır: “…İnsanların özel hayatına ve insanlık onuruna saldırı, hakaret ve iftira gibi davranışları kendi iç denetim mekanizmalarımız yoluyla önleyeceğiz veya düzelteceğiz; hukuk devletinin temel ilkelerine ve masumiyet karinesine özen göstereceğiz…”
…
Bahsi daha fazla uzatmadan,
sevgili medya mensuplarımızdan özel kişilerin ve özellikle de kamuoyuna mal olmuş kimselerin özel hayatlarına dair haber, dizi, film yaparken biraz daha dikkatli olmalarını, bir resmi kurumun uyarı ya da yasaklamalarına mahal bırakmadan, basının özgürlük portresine de halel getirmeyecek şekilde otokontrol içinde olmalarını salık veririz…
Toplumun değerleriyle ve de tarihi gerçeklerle çatışmamakla da itibarlarını, güvenilirliklerini güvence altına almış olacaklardır.
JİTEM KONUSUNDA DA KÜÇÜK BİR DİPNOT:
JİTEM’in kurucularından emekli Albay Arif Doğan’ın son duruşmadaki çıkışını ve şovunu, herkes gibi ben de şaşkınlık içinde takip ediyorum…
İkinci "Ergenekon" davasının tutuksuz sanığı emekli Albay Arif Doğan’ın gündeme düşen JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'la ilgili olarak ,“Biri çıkmış 'adamları öldürdük' falan diyor. Böyle bir şey olamaz. Abdülkadir Aygan'ı ben öldürttüm. Askeri, sivili, herkesi suçluyor. Bu adam ölü. Ölmüş insanı kullanıyor PKK, gayet güzel kullanıyor. İsveç'te yaşıyormuş, DNA testi yapılsın, verilecek cezaya razıyım" diyor ya.. Amma güldüm! Sayın Aygan’la da bu halimi paylaştım! Meğer ben de 2 yıldır bir hayalet ile röportaj yapıp duruyormuşum da haberim yokmuş..!
Binlerce insanın faili meçhullere kurban gittiği JİTEM olaylarını sulandırmaya yönelik bu girişimler için ekstra bir şey söylemek istemiyorum. Ama 30 Ocak 2010 tarihli "YOĞUM BEN ASLINDA!" başlıklı yazımızın tekrar okunmasını rica ediyorum sadece.
Linki de burada:
http://www.samanyoluhaber.com/y_390223_ramazan-kerpeten-yogum-ben-aslinda!.html
ya da şu yazımız:
http://www.habername.com/yazi/ramazan-kerpeten-butun-bunlar-bir-ruyaydi-farz-et-3217.htm
Artık güler misiniz, ağlar mısınız, bilemem. (18 Ocak 2011)
AV. RAMAZAN KERPETEN (ramazan@kerpeten.biz)
[1] Süheyl Donay, Meslek Sırrının Açıklanması Suçu, İstanbul 1978, s. 20-21.
[2]“Şeref, Haysiyetin ve Özel Hayatın Basın Yoluyla İhlallere Karşı Korunması”, 2.Baskı, Ankara. s.91.
[3]Bülent Köprülü, (1986). Medeni Hukuk (I- II), 2. Bası, İstanbul, s.284, Çetin Özek, (1978). Türk Basın Hukuku, İstanbul, s. 260.
[4] Donay, s. 4-5.
[5] Nuttall, Jon, “Ahlak Üzerine Tartışmalar.” Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1977 s.15. Ahlak, her şeyden önce iç yaşantımızla ilgili fakat bunların yanı sıra ahlakın dış görünüşleri de vardır. Ahlaki olmayan bir davranışımız karşısında toplum bütün kural ve yasalarıyla karşımızda yer alır. Bkz. Tunalı İsmail, Felsefe, Altın Kitaplar, İstanbul 1999 s. 119
[6] MuratÖzgen, “Gazetecinin Etik Kimliği”, T. Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1998 s.39,40.
[7] M.Bilici,1999,"Medya, Etik, Kardeşlik: Bir milli birlik ve beraberlik öyküsü", Birikim Dergisi, 117,84.
[8]CanKozanoğlu, “Pop Çağı Ateşi”, 5. Baskı, İletişim Yay. İstanbul,1995, s.55.
[9] AhmetDanışman, “Basının Kendi Kendini Denetimi”, Prof. Dr. Hıfzı Timur’un Anısına Armağan İ.Ü. Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Enstitüsü No:13, İstanbul, 1979, s.228. Bu bağlamda Atatürk’ün: “Basın özgürlüğünden doğan sakıncaları birçok giderme aracı yine basın özgürlüğüdür.” Sözü, konuya gayet iyi özetlemektedir. Bkz. MuratÖzgen, Son Olaylar ışığında Medyaya Genel bir bakış” 4. Boyut, sayı 18 Yıl:6,20 Nisan 1997. S.33
[10]Fikret İlkiz, "KİŞİLİK HAKLARI VE MEDYA"Konuşmacı: Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Müdürü, 3. Yerel Medya Eğitim Semineri- Bursa (26-27 KASIM 1998),
[11] bkz. Milliyet, 1.2.1994
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.