Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Medeniyet Tasavvuru
İnsanlık büyük bir yanılgı içerisinde… Bugün medeni toplum deyince Batı, medeniyet deyince de Batı toplumlarını tasavvur ediyor zira… Rönesans ve reformasyonla tahkim edilen seküler Batı uygarlığının meydan okuması dünyada bütün medeniyetlere karşı yıkıcı bir saldırı üretmiş, kültür tarihçisi Toynbee’nin tespitiyle Batı baskın olduğu üç asır içerisinde, mevcut 26 medeniyet’ten 16’sını yok etmiş, 9’unu ise fosilleştirmiştir.
İnsanlığın başına gelmiş en büyük felakettir Batı medeniyeti... Nitekim barbarlığın Cengiz Han gibi, Hülagu gibi, Moğollar gibi, Haşhaşiler gibi, Büyük İskender gibi, Timur gibi örnekleri vardır ama, bu örnekler bir süre sonra buharlaşmıştır. Batı, dünyanın gerisinden eser bırakmamak adına and içmiştir adeta... Globalleşme-küreselleşme adı altında insanların ruhlarına nüfuz ederek onları kendi geliştirdiği medeniyetin (!) gönüllü kölesi haline getirmiştir. Zira bahsi geçen kavram (küreselleşme) hâkim olanların hayat felsefesinden başka bir şey değildir.
Medeniyet görüntü ve zenginliğe değil akla ve hissiyata, yani insanın soyut yanına ilişkindir. Hislerdeki derinlik görüş açınızın sınırını da çizer. Medeniyetin görünen yanı da bu hali korumaya ilişkin olmalıdır. Eğer akıl söz konusu yanı korumuyor, tam tersine yok ediyorsa, ona da medeniyet denemez. Avrupa medeniyeti (!) işte tam da bu noktayı temsil eder.
Eğer 'kendinize dair' değilseniz hiçbir zaman 'özne' olamazsınız. Bir başka deyişle 'nesne'sinizdir. ‘Özne’ kullanan, nesne kullanılandır. O halde etrafta ikna edeceğiniz bir kişi bile olmasa, kullanışlı, edilgen, köle, müstemleke olmamak adına 'kendinize dair’ olmalısınız. Bu 'kendine dair' olma durumu sadece kişileri de ilgilendirmez. Aileden topluma ve devlete kadar her biriyle ilgilidir. Bu anlamda küreselleşme, evrensellik-muasırlık gibi şeyler etkileşim içerisinde bulunanlar bakımından bildiğiniz nesnedir.
Eğer 'kendine dair' olanı hayata/hayatına (devlet ve birey olarak) işlemezseniz nesne haliniz devam eder. Bu durumda size uzatılan havuca aldanıp, medeniyetinize kasdetmiş olanlara arka çıkmış olursunuz. Bu anlamda batılılaşma devletin/kişinin kendi ayağına sıkmasıdır.
Eğer medeniyet perspektifinin kökleri zayıflarsa bir süre sonra güçten düşer. Mevlâna bu durumu pergel metaforu ile açıklamıştır: İslam medeniyeti; ana çizgiyi temsil etmek üzere merkezdedir ama diğer medeniyetlerle ilişki içerisindedir. Sabit ayak sağlam tutulduğu sürece de endişeye mahal yoktur. Bu kök zaafa uğratıldığında ise önce gevşeyecek, sonra yerinden çıkacaktır. Medeniyet perspektifi savrulduğundan da, bu köke bağlı ürünler yok olacak, yerine yenileri de konamayacaktır. Türkiye'nin Tanzimat’la başlattığı, cumhuriyetle tamamladığı şey işte tam da budur.
Neredeyse kime sorsanız cevap aynıdır. İnanç kırıntısı olan herkes merkeze Allah'ı ve onun dinini koyar. Kısaca 'ne' sorusu konusunda bir ittifaktan söz edilebilir. Ancak konu 'nasıl' sorusuna gelince sayısı belirsiz cevap vardır ortada... Bir başka deyişle konu 'nasıl' sorusunda düğümlenmektedir. Üzerinizde planları olanların istediği de budur zaten...
Avrupa, aydınlanma çağı olarak isimlendirdiği dönemde 'özgürlüğünü' kazandığını düşünmektedir. Özgürlük mücadelesi de derebeylere ve kiliseye karşı idi. Bu hakkı bedel ödeyerek aldığı düşüncesinden hareket ettiğinden, kendisine fiziksel ve ruhsal sınır koymayı bu kazanımın önünde bir engel olarak görmektedir.
Kendisi bakımından gösterdiği bu yüksek hassasiyeti etkileşim içerisindeki diğer toplumlara göstermedi. Tam tersine sömürgeleştirerek ve köleleştirerek bir yandan malların, bir yandan da beden ve ruhlarını yani özgürlüklerini ellerinden aldı. Aralarındaki güç yarışı ise bir başka insanlık suçu olan ırkçılığa zemin hazırladı ki; bedeli kendileri için de ağır oldu. Hatta ırkçılık süregelen bir hal almıştır.
Özgürlük insan onurunun bir gereğidir elbette ve insanlar bunu elde etmek için büyük mücadeleler içerisine girmişlerdir. Geçmişte bu mücadeleler din merkezli tanımlanır ve çerçevelenirdi. Zira kültür ve medeniyetin koruyucu zırhı kabul edilirdi din… Aslında söz konusu mücadele ya da savaşların asıl nedeni dini dolayısıyla medeniyeti korumaya dönüktü. Din algısının zayıflaması ile özgürlük kavramının çerçevesi de yeniden çizildi ve savaşlar esasen çıkar odaklı oldu. Bu yeni anlayış özgürlüğü zenginlikle doğrudan ilişkilendirmektedir.
Bugün ise özgürlük modern insanın kısa vadeli tatmin aracıdır. Zira böyle bir yaklaşım orta ve uzun vadede neslin bozulmasına neden olmakta, topluma ve misyona zarar vermektedir. Bu türden uzun vadeli sonuçlar ise geri dönüşü bir o kadar maliyetli hale getirmektedir. Nitekim London Times “Yok olmakta olan türler olarak Avrupalılar” başlığı atma gereği bile hissetmiştir.
Batı, bir kıta olan Avrupa’yı tanımlamaktan ziyade, bir hayat felsefesinin adıdır. Amerika’nın da keşfiyle daha geniş bir alanda etkin olan söz konusu kültür, süreç içerisinde güç kazanmış ve günümüzde ‘standart’ kabul edilen hayat felsefesine dönüşmüştür (devamı var)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.