Uğur CANBOLAT
Kalmayalım Kör Kuyularda!..
Hayat çok renkli…
Kışı var örneğin. Kışın bastırdığı, uzun sürdüğü zamanlarda nasıl da her yer telaşa verilir. Ana haber bültenleri kayan arabalar, yolda mahsur kalan otobüslerden ve uzun kuyruklardan bahseder.
Hep duymuşuzdur eskilerden; güneş bir çıkıverse de azıcık sırtımı ısıtıversem derlerdi…
Yaz… Hem sevindirir hem de terletir insanı… Ülke olarak en çok kayıplarımız yaz tatillerine gidiş ve dönüş yollarında gerçekleşir. ‘Uzayıp giden tren yolları’nda değil, özel vasıtalarla uykusuz ve dikkatsiz yolculuklarımızın neticesinde üzücü bir bilanço ile karşılarız.
Tatile gider rahatlarız.
Döndüğümüzde bu rahatlamanın verdiği yükü bir yıl boyunca temizlemek için didiniriz.
…
İnsan olarak bir serüvenimiz var. Dünya mevsimler halinde yaşar, dönüşür.
Bizim de aynı bunun gibi mevsimlerimiz vardır.
Kış aylarını yaşadığı olur yüreğimizin. Buz tutarız adeta…
Dilimiz kilitlenir. Kelimeler bulamayız, harfler uçmuştur anlam dünyamızdan...
Ne konuşuruz, ne de konuşana tahammül edebiliriz.
Kendimizin kendimize ağır geldiği demlerdir. Başımızın bedenimize yük geldiği zamanlardır
Ne kadar da yalnız hissederiz kendimizi.
Ne dostlar kalır dünyamızda, ne yârenler… Her biri adeta sessizliği çekmiştir üstüne bir yorgan gibi…
Ya da bizim yaprak döküş mevsimimize denk geldikleri için ürkmüşlerdir. Kendilerini zorunlu bir “inzivaya” çekmişlerdir.
Koca Yunus ruhumuzun bu halini ne de güzel anlatır:
“Bir dem sanasın kış gibi
Şol zemheri olmuş gibi”
Yine devamında Yunus şöyle ses verir bize;
“Bir dem gelir söyleyemez
Bir sözü şerh eyleyemez”
…
Geceleri de olur ruhumuzun.
İçinde kaybolunan, derinliğinden korkulan…
Upuzun geceler… Yârin gelişinden vazgeçip “Geceler yârim oldu” dediğimiz geceler…
Bir şeyda aradığımız, parlayan bir çift göz görmek için nice niyazlarda bulunduğumuz…
Kimi zaman da hasretin kıvrımlarında sevda sevda inlediğimiz…
Ama sadece kendi duyduğumuz iniltilerin, karanlığı bir bıçak gibi böldüğünü düşündüğümüz geceler…
Sabahı olduğunda “Koçu kurban” etmeyi düşündüğümüz geceler…
Suna boylum nerdesin?
Yaman bakışlım nerdesin?
Arzusu arzum olan dilber nerdesin?
Asi saydığım asil duruşlu yâr nerdesin?
Banu ruhlum, hanımeli edalım nerdesin?
Her mevsim yeşil yapraklı bir funda iken feyzini keserek yüreğimi solduran ahu gözlü suzan nerdesin dedirten geceleri vardır ruh iklimimizin.
…
Yüreğimizin de mevsimleri var diyoruz. Haksız mıyız?
Güldüren baharı, donduran kışı var..
Yakan, kül eden yazı var.
Solduran sonbaharı var yüreğimizin...
Bir selama bin aleykümselam dediğimiz sonbaharlar bunlar.
Bir merhabaya eski baharlarımızdan yüz demet çiçek sunduğumuz yalnızlık dönemlerimiz…
Bayramlarda barınma evlerinde, aceze evlerinde görüntülerine aşina olduğumuz buğulu gözlerin var olduğu ama evlatların, torunların sanki uzak diyarlarda kaybolduğu sonbaharlarımız vardır.
Yolun yokuş aşağı döndüğü günlerimizdir bunlar…
…
Emeklerin değer bulmadığını düşündüğümüz gönlümüzü çöle çeviren vefasızlıkların, ilgisizliklerin yaşandığı hayat dilimlerimiz de vardır.
Kimselerin gönlümüzü avutamadığı kurak zamanlar…
Yaptığımız sevgi ve ilgi yatırımının çoraklara dönüştüğü vakitler…
“Gül iken soldurdun beni” dediğimiz ihmalkarlıklarla sarıldığımız dönemlerimiz vardır…
…
Baharı bekleriz…
Yol gözleriz.
“Seher yeli sevdiğimden bir haber”deriz… Diğer yandan “Daha senden gayrı aşık mı yoktur, gel de şu günleri say deli gönül” diyerek teselliyi şiirin dizelerinde ararız.
Kısacası Yusuf gibi kuyuya atıldığımız, çöllere sürüldüğümüz, esir pazarında bir pula satıldığımızı hissettiğimiz anlarımız olur…
Hayat T Cetveli gibi dümdüz değildir diyor kelimelerle dans eden yazar Gürbüz Azak…
Biz de değiliz.
İnişlerimiz var yuvarlanarak.
Yokuş çıkışlarımız var kan ter içinde…
Kısa da olsa gölgelendiğimiz, serin rüzgârlara bağrımızı açtığımız anlarımız var…
…
Tüm bunlar gelip geçiyor…
Ne safa vakti ebedi, ne hüzün zamanları, ne de gama batış hallerimiz…
Hepsinin bir dönemi var.
Nedir önemli olan? Tutamak!
Var mı sağlam tutamağımız?
Nedir tutamağımız?
Kör kuyularda hangi merdivendir tırmandığımız?
Kışın beklediğimiz bahar kimden?
Zorluklardan kurtulmak için hangi ipe tutunuyoruz?
Kimde ipin ucu?
Sabahı beklerken yüreğimiz kimden buluyor teselliyi?
Kimdedir derdimizin dermanı?
Kısacası tutamak önemli a dostlar…
Yusuf’unu senelerce gözyaşıyla ama bir o kadar da ümitle bekleyen Yakup’un tutamağını düşünelim…
O tutamak bizim de tutamağımız olsun!
Kalmayalım kör kuyularda!...
Haber Name/ canbolatugur@gmail.com / https://twitter.com/ugurcanbolat
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.