Gecenin Koynunda Akan Su

Çeşmeler çocukluk günlerimin hayranlığıdır.

Çeşme başında geçen anlarımız, onun üzerindeki oyunlarımız bir başkadır.

Bambaşkadır.

Çeşmenin önündeki ‘Haft’ denilen hayvanların su içmesine yarayan yalakta elimizi suya sokarak şekiller çizmemiz, zaman zamanda biri birimize su atmamız her zaman cazip gelirdi.

Her çeşmenin önünde suyun birikmesini sağlayan 50-60 santim yüksekliğinde haftlar yani su havuzları olur. Suyu bol bazı büyük çeşmelerde bu iki tanedir. Bir tanesi dolduğunda üst kısmında bulunan hafif oyuktan diğerine akardı. Burası da dolduğunda yine aynı oyuktan taşar ve yol nereye gidiyorsa su oraya doğru akar durur.

Suyun her zaman çekicidir. Onun akışına birazcık dikkat edip kendinizi verdiniz mi sizi de alır yanına öyle gider.

Çeşmeleri çok severim.

Uzun yol seyahatlerimde mümkünse gördüğüm çeşmelerde dururum. Suyundan içer elimi yüzümü yıkarım.

Duramamışsam biraz gönlüm kalır onda… O çeşmenin de bana gönül koyduğunu düşünürüm nedense!

Cansız bir nesne gibi görememekten sanırım bu halim.

Suyun hayat olması gerçeğinden hareketle durmadan su veren çeşmeye de buradan bir hak veririm.

O nedenledir canlı muamelesinde bulunmam!

Köyümün çeşmelerini de severim.

Her yaz köyümü ziyaretim de onlara akraba ziyaret eder gibi giderim. Artık su vermeyen çeşmelerle de söyleşirim.

Onları gençliğini geri de bırakmış yaşlılarmış gibi hissederim. Eskilerden bahsederler bana. ‘Ah gençlik ah’ der gibidirler.

Bununla beraber benim en çok hatıram olan yukarı çeşme olarak da bilinen büyük pınardır. Çocukluğum o çeşme ile yakınlıkla geçti.

Köy harmanının ve mezarlığının hemen altındaki çeşmedir.

İki oluğu vardır. Su durmadan akar. Oraya iki avucumuzu birden tutup suyu doldurur ve aynı anda kana kana içerdik. Sonra elimizi hafifçe çırpar ve ıslak olan elimizi kurutmak için de saçlarımıza, yüzümüze sürerdik. Elimizi böylece kurutmuş olurduk.

Sıcak yaz aylarının harman günlerinde bu çeşme her zaman imdadımıza yetişirdi.

Onunla hayatımız kavrulmaktan kurtulurdu. Saatlerce ‘döğen üstünde’ dönüp durduğumuz için yüzümüz gözümüz saman tozu ile kaplanırdı. Bunları yıkamak hem de bir yudum soğuk su ile serinlemek için çeşmeye atardık kendinizi.

Kimi zaman sıcaklığın derecesine göre içmekle hararetimiz dinmezdi. Bu defada akan suyun altına hemen başımızı uzatıverir o soğuk suyun altında saçlarımızı bir güzel ıslatır boynumuza doğru gelip içimize akan su ile serinliğe kavuşurduk bir nebze.

Bu sıcak yaz günlerinde misafire yapılacak en güzel yaz ikram hemen çeşmeden su kapıp gelmektir. Taze gelmiş su ile yapılan ayranın (katık da denir) değeri bizim köyümüzde başka şeyle ölçülmezdi. Başka yerleri bilemem.

Onun yeri her zaman başkadır. Değeri yüksektir.

Birkaç defa gecenin karanlığında çeşmeye gittiğim olmuştu.

Gündüzün en hareketli ve en muhtaç olunan yeri olmasına rağmen gecenin karanlığında çeşme kendi yalnızlığına gömülmüştü. İçime dolan duygu buydu

Bir yalnızlık idi bu ama sessizlik demek değildi.

Sesi daha fazla çıkan ve oluklardan akıp giden suyun farkına vardığınız, sanki bilmiyormuşsunuz gibi şaşırdığınız bir durumdu bu. Nedense?

Evet gece su daha sesli akıyordu ve daha yalnızdı sanki…

İstanbul’un yalnız kaldığım ıssız gecelerinde her zaman bu su ve sesi imdadıma yetişmiştir.

Ne zaman kendimi yalnız, korumasız, çaresiz, terk edilmiş hissedersem o çeşmenin sesine sığınırdım.

Son günlerde fark ettim ki ben o çeşmeyi içimde taşımışım hep.

Yaşadığım kalabalıklar içindeki yalnızlığımı, kırgınlıklarımı, başarısızlıklarımı hep o suyun tesellisiyle gidermeye çalışmışım.

Köyümün çeşmesi ve suyu ile hatta suyunun sesi ile olan bu duygusal iletişimimin son yıllarda daha çok farkına vardım.

Kimselere diyemediğim hicranlarımı bu suyun sesine eşlik ederek yenmeye çalıştım.

Hayat insana her zaman gülmüyor. Ya da güldüğünde açtırdığı çiçeği siz her zaman canlı tutamıyorsunuz. Kuruyup elinizden akıp gidiyor. İçimden akıp giden isyanlarımın, öfkelerimin kimsecikler farkına varamadı.

Tabii bu sayede…

Ne zaman kendimden uzaklaşıp geceye kaçsam kendimi çeşme başında bulurum. Beni sarıp sarmalayan köyümün şırıl şırıl akan suyuna kendimi katıp akarım...

Çoğumuz gamsız ve kasavetsiz görünürüz. Böyle olmayı tercih ederiz. Bu algıyı sağlamaya gayret ederiz. Neden yaparız bunu? Bilmiyorum. Hepimizin kendince sebepleri vardır mutlaka.

Bazen köyümün çeşmesine olan bu muhabbetim nedeniyle şöyle diyorum; acaba hayattaki zorluklarımı hayalinde aşmaya çalıştığım bu çeşmenin üst yamacında bulunan köyümün mezarlığında kıyameti beklemeyi vasiyet mi etsem?

O su beni yine alıp götürür mü dertlerimden, tasalarımdan, kırıklıklarımdan, pişmanlıklarımdan.

Üzüntülerim bir tül gibi hafifler mi acaba?

Her neyse? Ârifane yaşamadıktan sonra ülkün ha burada yatmak olsun ha orada ne fark eder ki?

Önemli olan nereden haşre uyandığın değil, nasıl uyandığın değil mi?

Ah gecenin koynunda akıp giden köyümün çeşmesi…

Ne yaptın yine sen bana böyle?!

HABER NAME/ 27.01.2012

canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum