Uğur CANBOLAT
Gaz Ocağı Nesli ve Mutluluk!...
Bir soru takıldı aklıma ‘Gazocağını’ düşünürken…
İnsanlık, teknolojinin daha gelişmiş olduğu bu günlerde mi daha mutlu? Yoksa fiziki ve ekonomik zorlukların hüküm sürdüğü eski dönemlerde mi?
Siz ne düşünüyorsunuz?
Konforun artmasıyla paralel biçimde huzurumuz da arttı mı?
Konfora olan düşkünlüğümüz hırsımızı mı körükledi yoksa iç dinginline mi ulaştırdı bizi?
Hangisi?
…
TRT’de ‘Ömür Dediğin’ adıyla bir program var… Zaman zaman izliyorum. Burada yaşanan zorlukları, ihtiyarlığın getirdiği meşakkati yakından görüyorsunuz.
Ayrıca eşlerin hangi fedakarlıklara göğüs gerdikleri var orada… Ne zahmetlerle bir hayat kurmuşlar, hangi güçlüklerle evlatlarını büyütmüşler hepsini görüyorsunuz…
Bir ayrıntı çok bariz yine orada…
Şartlar zor, imkanlar kısıtlı, hastalıklar mebzul miktarda…
Ama mutlular…
Huzurlular…
Şükürlüler…
Dilleri duada…
Gönülleri niyazda…
Yoksullar evet ama ‘Hamd Zenginliği’ni yaşıyorlar.
Bu görüntülerde şükrün, vefanın, emektarlığın, sadakatin ne demek olduğunu anlıyorsunuz!
Hayatın geçici olduğunu içten içe hissediyorsunuz…
Hayatı nasıl güzelleştirdiklerinin sırrını yakalıyorsunuz.
Anlaşılan o ki, zahmette rahat var… Güçlükte kolaylık… Dertte derman…
Ama görmek için göz gerek…
Yok yanlış söyledim. Gönül gerek!
…
Mutluluğun varlıklı olmakla bağlantısı konusunda sanırım biraz daha düşünmemiz gerekiyor.
Yetinerek mutlu olanlar ile her şeye sahip olan ama isteği hiç bitmeyen ve sürekli daha fazlasını, daha iyisini, daha cazip olanı isteyen nesil arasındaki hayata bakış farkını iyi anlamakta yarar var…
Meşhur bir deyiş var bilirsiniz… Kimi zindanda ama mutlu, kimi sarayda ama mutsuz…
Yokluk içinde mutlu olunabilirken, konfor için de mutsuz olabilmek…
Depresyonun boyutlarında dolaşmak değil midir bu?
…
Ben yokluk içinde mutlu olanları gördüm…
Bir çift güzel söze değer verildiğini, selamın tadına varıldığını…
Merhaba sözünün bile onlara yettiğini çok gördüm…
Yardım etmekle, başkalarının dertlerini dinlemekle, bir tas çorbayı bölüşmekle mutlu olanlara tanık oldum.
Kışın soğuğunda bir sobanın etrafında toplanmak onlara yetti.
O gün güneşin sıcak olması mutlu etti onları…
Caminin minaresinden duyulan ezan sesiyle çok şükür diyenlere şahit oldum…
Bu insanları belki de ‘Gaz Ocağı’ nesli olarak da tarif edebiliriz.
…
Birçok kişi bu da ne şimdi diyebilir. Anlatayım efendim.
Devrin en önemli ev aletiydi.
Eskiden samanlıktan getirilen saman, sakçı ya da tezek ile yakılan sobalarda pişerdi yemekler ve çaylar.
Ama artık durum değişmiş, kolaylıklar gelmişti.
Ne güzel, artık daha az zahmetle gazocağı ile her bir şey yapılabilecekti.
…
Gaz ocağı öncesinde elbette hepimizin bildiği sobalar vardı.
Ondan öncesinde de ocak dediğimiz her evin salonunda (hayat ya da mabeyn) bulunan kocaman Ocakbaşı’nda yapılırdı yemekler, çörekler ve diğer hizmetler.
Buna göre gazocağı hem temiz hem pratik idi...
…
Pompalı gazocağı yakmanın da ayrı bir keyfi vardı. Sesi bile mutlu ederdi bizleri… Farklılıktı, yenilikti…
Pompalı olan bu gaz ocağı’nın üst kısmına bir miktar ispirto döktükten sonra yakar ve pompalardınız. Bu sırada tutuşma zamanı olduğundan çok ses çıkarırdı ve neredeyse bu sesi evin dışından da duymak mümkün idi.
Bu sesi dışarıdan geçerken duyanlar bu evde çay hazırlığının olduğunu anlarlar ve yolunu değiştirerek Allah’ın selamını verir gelip otururlardı.
Muhabbet demekti bu… Sohbet, paylaşım ve mutluluk demekti…
…
Gazocağı kendine mahsus bir ses çıkararak yanardı.
Ateşi şiddetli idi. Üstüne konulan suyu soba ile kıyas edilmeyecek kadar süratle kaynatırdı.
…
Zaman zaman gaz haznesinde tıkanmalar yaşanırdı.
Bu durumda yakmak pek güç olurdu. Bu nedenle bakkallarda “gazocağı iğnesi” satılırdı. Kimi zaman pazarlardan toplu alındığı da olurdu.
Bu gazocağı iğnesi hassas bir şekilde kullanılarak tıkalı olan kısım açılır ve ondan sonra yine eski randıman alınırdı.
…
Epeyce bir süre hayatımızda gazocağı yer aldı.
Daha sonra “Aygaz” olarak bilinen tüplü çalışan üçlü ocaklar çıktı.
Ve tabi gazocağı devri kapanmış oldu…
Ama o nesil hayatı çok iyi kavramıştı… Varlık yokluk nedir iyi bilir bu dengeyi sağlıklı kurardı…
Az şeyi varken mutlu olabilenler mi hayatın sırrını yakalayanlar?
Yoksa konformist olan, her şeyi varken daha fazlasını isteyerek ruhunu azap kuyusuna atan bizler mi?
HABER NAME/ 11.04.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.