Taha Fırat DENİZ

Taha Fırat DENİZ

CONVIVENCIA’DAN RECONQUISTA’YA ENDÜLÜSLÜ MÜSLÜMANLAR

(Bu yazı, İbrahim KALIN – Ben, Öteki ve Ötesi İslam Batı İlişkileri Tarihine Giriş” kitabının “ENDÜLÜS” bölümünün analizidir)

Müslümanların, Avrupa’ya attığı ilk yerleşik adım Emir Musa b. Nusayr’ın gönderdiği Kuzey Afrikalı kumandan Tarık b. Ziyad’ın İber Yarımadasına adım atarak son Vizigot Kralı Roderik’i yendiği 711 yılıdır. Bugün kendi adıyla anılan Cebeli Tarık Boğazı’nı 30 Nisan 711 yılında geçen Tarık b. Ziyad, ünlü “Gemileri yakın!” konuşmasında askerlerine şöyle seslenir: “Ey insanlar! Kaçacak hiçbir yer yok. Arkanızda sizin için sadakat ve sabırdan başka hiçbir şey yoktur.” İşte bu ruhla hareket eden Ziyad, Guadalete Savaşı’nda önemli bir zafer kazanarak İslam tarihi adına önemli bir adım atar. (Kalın, 2016;196)

Convıvencia: Müslüman, Yahudi ve Hristiyanların ortak katkılarıyla oluşan din, medeniyet ve bir arada yaşama tecrübesine denir. Selahaddin Eyyubi’nin 1187’de Kudüs’ü fethinin akabinde İslam kültürünün temel tezahürü olan bu ortak yaşama tecrübesi yine kendini göstermişti.

Endülüs'te gayrimüslim topluluklar Hristiyan ve Yahudilerden oluşuyordu. Ehl-i kitap oldukları için dinlerini serbestçe yaşayabiliyor, mabetlerini, kültür ve geleneklerini muhafaza edebiliyorlardı. Hristiyan kadınlar Müslüman erkeklerle evleniyor, bazıları Hristiyan kalmaya devam ediyordu. Hristiyanlar ve Yahudiler devlet idaresinde, ticarette, diplomaside, ilim kurumlarında ve sosyal ve kültürel hayatta etkin bir rol oynuyor, ayrımcılıkla karşılaşmadan yüksek mevkilere gelebiliyordu. Özellikle Yahudiler Endülüs’teki yeni düzenden memnundular. Zira Vizigotlar döneminde haklarından mahrum edilen, sürülen ve köleleştirilen Yahudiler, Endülüs İslam idaresinde yok olma tehlikesinden kurtulmuşlar, toplum hayatında ve devlet yönetiminde görev alma imkanına kavuşmuşlardı. Endülüs’ün zengin çoğulcu ve kozmopolit ortamında Müslüman, Hristiyan, Yahudi, kadın, erkek, Avrupalı, Kuzey Afrikalı herkes sosyal ve kültürel hayata katılıyor ve yeni ilişkiler geliştirebiliyordu. Bunun tezahürü olarak Müslüman kadınlar sohbet halkaları oluşturuyor, namazlarını camide kılıyor bir gün çarşı ve pazarda güven içinde dolaşabiliyordu. (Kalın, 2016;201-202)

Endülüs’te hayat, kültürel etkileşimin bol olduğu, her grubun birbirine saygı içinde davrandığı bir biçimde gayet güzel devam ederken bölgede Müslümanların zayıflaması ve Hristiyanların güçlenmesi neticesinde işler kötüye doğru gitmeye başlamıştı. O medeniyet ortamı bir anda yerini baskıya, şiddete ve zorbalığa bırakacaktı. Ve Convıvencia’dan Reconquısta’ya hızlı bir geçiş ortamı oluşmuştu.

1492 yılı, İslam ve Avrupa tarihinin önemli ve trajik kesişme noktalarından biridir. Bu tarihten İspanya'da yaşayan Müslüman ve Yahudiler Avrupa'dan kovuldular. İspanya kralı Ferdinand ve Kraliçe Isabella'nın orduları reconquista olarak bilinen yeniden fetih hareketini tamamladığında, sadece İslam'ın Avrupa'daki tarihi sona ermedi aynı zamanda Avrupa tarihinin gördüğü en kapsamlı bir arada yaşama tecrübesi olan convicenna'da trajik bir şekilde tarihe gömüldü. (Kalın, 2016;219)

Endülüslü Müslümanlar 1492 yılında üç tercihle karşı karşıya kaldılar Hicret, zorla Hristiyan olma yahut Ölüm.

Endülüslü Müslümanlar İslam’ı terk edip Hristiyan olması için zecri tedbirler uygulandı. *İslami usullere göre hayvan kesimi yapan mezbahalar ve kasaplar kapatıldı. *İslami ibadetler, özellikle namaz ve oruç, Arapça isimler, kadınların İslami kurallara göre giyinmesi, tesettür, çocukların sünnet ettirilmesi, evlerde Kur'an ve Arapça kitap bulundurulması ve benzeri uygulamalara yasak getirildi. *Bunlara uymayanlar ağır bir şekilde cezalandırıldı. Cuma günü evini temizleyen yahut ağzından “Allah, Muhammed” gibi lafızlar çıkan kişiler derhal engizisyon mahkemelerine sevk edildi. Suçlu bulunanlar para cezası, mal müsaderesi, sürgün, kürek mahkumiyeti ve diri diri yakılma gibi ağır cezalara çarptırıldı. 1481-1517 yılları arasında binlerce Müslümanın diri diri yakıldığı rivayet edilmektedir. (Kalın, 2016;220)

İspanya kralının 1567'de yayınladığı ferman Endülüslü Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikalarını yeni bir boyuta taşımıştı. Buna göre Müslümanların yaşadığı mahallelere Hristiyan aileler yerleştirilecek, bu kişiler Müslüman evlerine denetim amaçlı olarak istedikleri zaman girebilecek, 11 yaşın altındaki Müslüman çocukları ailelerinden alınarak kilise okullarına yerleştirilecek, Arapça konuşmak kesin olarak yasaklanacak, Müslüman kadınlar örtülerini çıkartacak ve Hristiyan kadınları gibi giyinecek ve düğün ve benzeri faaliyetlerde Müslüman Endülüs müziği kullanılmayacaktı. (Kalın, 2016;221)

Reconquista hareketinden sonra Endülüslü Müslümanların Avrupa'daki algısı da köklü bir şekilde değişikliğe uğrar. Yakın bir zamana kadar bilim, felsefe, sanat, şiir, mimari ve esnekliğin ustaları olarak görülen Müslümanlar, bu sefer barbarlığın, ilkelliğin, inançsızlığın, şiddetin, vahşetin ve kabalığın birer sembolü olarak takdim edilirler. 1492'ye kadar giydikleri kıyafetten dinledikleri müzeye kadar her şeylerine gıpta ile bakılan ve taklit edilen Endülüslü Müslümanları “barbar” yaftasıyla insanlık dışı yaratıklar olarak tasvir edilmeye başlanır. Bunun hazin ve çarpıcı örneklerinden birini Aragon’lu papaz Pedro Aznar Cordona’nın “Expulsion Justificada de los Moriscos” adlı eserinde görürüz. Cordona’ya göre Müslümanlar insanların en aşalığı; erdem, edebiyat ve bilimlerin düşmanıdır. Şehir hayatının bütün incelik ve nezaketinden uzaktırlar… Çocuklarını vahşi hayvanlar gibi yetiştirirler… Kurdukları cümleler hantaldır, hitapları hayvanidir, dilleri barbardır, kılık kıyafetleri komiktir… (Kalın, 2016;233)

Endülüslü Müslümanların medeniyet götürdüğü, insanlara yaşam hakkı ile birlikte başka inançlarda da olsak saygı ve sevgi içerisinde topluca yaşanılabileceğini gösterdiği/öğrettiği Avrupa’ya karşı siyasi noktada güç kaybetmeye başladığında çok farklı bir muamele ile karşı karşıya kalmıştı. Zaten tarih boyunca İslam medeniyeti diğer dinlere örnek bir toplu yaşama örneği sergilerken karşıdan hep aksi ile tokat yemiştir.

Nitekim Endülüslü Müslümanların elçisi II. Beyazıd’a son çare olarak İspanya krallığı üzerinde diplomatik baskı oluşturmak için kendilerine yapılan muamelenin aynısının Osmanlı idaresindeki Hristiyanlara yapılmasını ister. Fakat dinimizin ve geleneğimizin buna müsaade etmediği gerekçesiyle Sultan tarafından bu istek reddedilir. Bu noktada İslam medeniyeti her zaman dünyaya örnek olmuştur.

Endülüslü Müslümanları, asimile etmek, benliklerini yok etmek ve Hristiyanlaştırmak için izlenen politikaları dikkatli bir nazarla okuyacak olursak maalesef yakın tarihimizde aynı politikalara maruz kalmış olduğumuzu rahatlıkla müşahede edeceğiz.

Arada ki tek fark onları asimile etmek için uygulanan politikalar, bizi muasır medeniyetler seviyesine çıkartmak için uygulanmıştı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum