Naim ÖZGÜNER
CHP nin Zulümleri ve Kemal Kılıçdaroğlu
Sebilürreşad dergisi Peygamber Efendimizin hayatını anlatan yazı serisi başlatınca, İçişleri bakanlığı harekete geçer ve dergiyi toplatır. Tarih 17 Mayıs 1943.
İçişleri bakanlığı adına Matbuat umum müdürü Vedat Nedim Tör, dergi idarecilerine cevabi olarak şu yazıyı gönderir:
“Mektubunuzu aldım. Biz her ne şekil ve suretle olursa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.” (Sebilürreşad, c. 12, sayı 284, s. 144)
Bundan hareketle basında dinden, imandan, İslamiyet ten, Allahtan, Peygamberden bahsetmek yasaklanmıştı.
10 Mayıs 1946 da yapılan CHP büyük kurultayında şu kararlar alınmıştı:
1- Din işlerini dünya işlerinden tamamen ayırmış olan bir rejimde Diyanet İşleri Reisliği gibi bir teşkilatın yer almaması,
2- Kur’an ve Din tatbikatının öz Türkçe olarak tanzim ve tertibi,
3-Halk evlerinin ibadet yerleri olarak kabil edilmesi ve ibadet yerlerinin halk evleri olarak ifrağı (şekillendirilmesi),
4- Cüppe ve din tatbikatında kullanılan her nevi kıyafetlerin ilgası,
5- İbadet usul ve zamanlarının tanzimi,
6- Diyanet İşleri Reisliği olan din teşkilatının devlet bünyesinden çıkarılarak millete mal edilmesi;
Şu sözler Celal Bayar’a aittir:
“Artık bu memlekette şeriatı yaşatmayacağız.” (Kara Kitap, s. 103)
163. madde bir giyotin gibi Müslümanların tepesindeydi.
Celal Bayar’ın önderliğinde Mustafa Kemal adına “Atatürkü Koruma Kanunu” olan 5816 sayılı kanun çıkarıldı. Halbuki dünyada adına koruma kanunu çıkarılan bir başka devlet adamı yoktu. Sonra ne korunacaktı neden korunacaktı neyden korunacaktı? Onu da anlamış değilim. Bir insan artık günahıyla sevabıyla tarihe emanet edilmişti.
İsmet İnönü, parti mensuplarını toplayarak şu muhtevada bir kanun tasarısı hazırlamalarını isteyecekti:
1. Dini eser okuyanlara en ağır ceza verilecek, hatta idam cezası bile verilebilecek.
2. Yahut onlar kamplara doldurulacaklar.
3. Yahut memleket haricine sürülecekler. (Kara Kitap. S. 123)
27 Mayıs devrimini yapanda aynı şeyleri söylüyordu, ama ömrü vefa etmedi, Azrail onu tabuta tıkadı, ahirete (dönmemek üzere) sürgüne yolladı.
Adnan Menderesin Ezanı Türkçeden aslına çevirmesine tahammül edemeyenler, ondan 1960 devrimiyle intikamlarını alıyorlardı. 28 Mayıs 1960 tarihli Akşam gazetesinde devrimi avuçları patlayıncaya kadar alkışlayan Aziz Nesin (nesin ki zaten sen!) şöyle diyordu:
“Sağol generalim, sağol albayım, yarbayım, binbaşım, yüzbaşım! Sağolun yiğit koutanlarım!”
27 Mayıs devriminden sonra gazeteler; “Çarşafla Mücadele Haftası Başladı” diye manşetler atmışlardı.
Dönemin İstanbul Valisi Refik Tulga, makam arabasıyla giderken yolda gördüğü bir çarşaflı kadını, arabasını durdurup koruma polisine emir vererek kadını tutuklatmıştı. Hatta çarşafını çekip zorla üzerinden aldırmıştı.
Güneydoğuyu işgal eden Fransız haini de Maraş ta ve Antep te çarşafa el uzatmıştı da boylarının ölçüsü almıştı kafir. Sütçü İmam Üniversitesinde okuyanlar bunu biliyorlar mıydı?
27 Mayıs 1935 tarihine kadar bu ülkede resmi tatil günü Cuma günüydü. O gün herkes Cuma namazını kılmaya rahat rahat gidebiliyordu. Şimdiki gibi mesai amir yemek aralarına sıkıştırılmış bir Cuma namazı eda edilmiyordu.
TBMM Cuma günü açılmıştı. Kurtuluş Savaşı günleri, şehitlerimiz, milli bayramlar ve daha bir çok milli manevi günlerimiz Cuma namazında zikredilip methedilirken, namazın süresini masaiye göre ayarlandığının farkında değildik.
Daha düne kadar ÖSYM sınavları Cuma günü yapılıyordu. Yüz binlerce gence Cuma namazı terk ettiriliyordu.
2 Ocak 1924 tarihinde çıkartılan 394 sayılı kanunla CUMA günü hafta tatili olarak kabul edildi. Peygamber Efendimizin doğum yıl dönümlerinde de bayram yapılması da kabul edildi.
Ta ki 27 Mayıs 1935 tarihine kadar. Bu tarihte “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” çıkartıldı. Bu kanuna göre Cuma günü resmi tatil olmaktan çıkartılıyor, Pazar günü resmi tatil kabul ediliyordu. Ayrıca Peygamber Efendimizin de doğum günü tatil olmaktan çıkartılmış oluyordu.
Bu duruma en çok sevinenlerin başında CHP li Muş Mebusu (Millet Vekili) Hakkı Kılıç geliyor. TBMM CHP gurubu adına söz alarak şunları söylüyor:
“Arkadaşlar, günlerin adları gökten inmiş ve bir kısmı mukaddes tanınmış değildir…Garp medeniyetine doğru yürümekte olduğumuz bir sırada artık Şarka bağlı kalamayız. Bilakis köhne! Kanunların hiçbir hükmü bizim üzerimizde müessir olamaz…”
Müslümanlara hakaretlerinde sınır tanımayan CHP nin millet vekili, köhne kanunlardan kastı İlahi kanunlar, Allahın hükümleriydi. Ve kimseden de ses yok.
Bu serkeş bilmiyordu ki Cuma günü ismi insanların bulduğu bir isim değil, bizzat Allah tarafından Kur’anında Cuma suresinde 9. ve 10. ayetlerine bahsediyordu.
Maksat din düşmanlığı olunca ağzın da sözünde ölçüsü olmuyordu. Yalan yanlış konuşulabiliyordu.
O zamanlarda ders kitaplarında Allah inkar ettiriliyor, Peygamber Efendimize Şair denilmekte, Kur’an Peygamberimiz tarafından yazıldığı söylenmekteydi. (Tarih II, Orta Zamanlar. İstanbul, 1932, s. 89-91)
O dönemlerde kurulan İstiklal Mahkemeleri çok terör estirmiş, çok müslümanın idamına karar vermiştir.
Bir komplo olan Menemen hadisesi vesilesiyle yalnızca Antalya dan 2.200 kişi tevkif edilmişti ve çoğu da dindar insanlardı. Hadise 23 Aralık 1930 da olmuştu. Tevkif edilenlerin mahkemesi 15 Ocak 1931 de başladı. 18 gün sonra karara bağlandı. 53 kişiye idam cezası verildi. 28 inin hükmü infaz edildi.
Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardı. Yalnızca Dersim harekatında (1938) can verenlerin sayısı 50 bini buluyordu ve Murat suyu kıpkızıl akmıştı. Bunların hesabını kim verecekti? Bütün bunlar CHP nin Tek Parti Döneminde doğuda yaşanıyordu. Celal Bayar Başvekil, Fevzi Çakmak ta Genelkurmay Başkanı bulunuyordu. (16 Ağustos 1930 Cumhuriyet)
CHP tarafından TCK ya dahil edilen 163. madde, yine CHP iktidarı tarafından ağırlaştırılmış, bunun üzerine 6187 ayılı kanun çıkarılmıştı. Türkiye genelinde binlerce Müslüman, Kur’an tefsiri okuyor diye, gizli gizli din eğitimi veriliyor diye tevkif edilmiş aylarca zindanlarda yatırılmıştır. Fakir de bunlardan biridir. Gerek askerde gerekse terhisten sonra aylarca tahkikat ve takibatlar devam etmiştir. DGM ler ve Ağır Ceza Mahkemelerinde ki yargılanmalar hariç…
1935 yılında Isparta ve havalisinde görülmemiş zulümler yaşanmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Jandarma Genel Kumandanı Kazım Orbay bir operasyon düzenlerler. Hedef Bediüzzaman ve 120 nur talebesidir.
Maznunlar Eskişehir hapishanesine doldurulurlar. 60 kişilik koğuşta Bediüzzaman tek başına tutulur.12 gün yemek verilmez. Def-i Hacete müsaade etmezler. Mazlumlar koğuşun bir köşesini kazarak ihtiyaçlarını gidermektedir. 11 ay kalırlar.
Ankara valisi Nevzat Tandoğan Bediüzzamanın başındaki sarığı zorla çekip almak ister, yerine pis bir şapkayı başına koyacaktır. Bediüzzaman şu cevabı verir:
“Bu sarık bu başla birlikte çıkar….Başından bul!”
Gerçekten de vali Tandoğan başından bulur, 9 Temmuz 1946 da tabancasını şakağına dayayarak intihar eder.
Bitmedi.