Can Suyum Ol Ey Yar!

Azizdir su…

Aziz olma sebeplerinden biri olarak görürüm aynı zamanda suyu…

Candır su… Hayattır. Varlıktır. Yaratılış köklerimizden birisidir.

Zenginliktir aynı zamanda su… Ülkeler bakımından böyledir. Kişisel varlık olarak da böyle...

Su konusu sanırım her birimiz için önemli zenginlikler içerir. Hatıralarımız arasında yer alır.

Benim dünyamda su ve çeşmeler çok önemlidir…

Köyümün çeşmelerini her gidişimde hâlâ ziyaret ederim. Suyu akmasa bile… Konuşur dertleşirim onlarla…

Geçmişim en canlı tanıklarıdır…

Çocukluğumda gece çeşmenin önünde oturup suyun akışını dinlemek bambaşka duygulara taşırdı o küçük kalbimi… Sonsuzluk duygusunun hem cezp edici hem de irkiltici yanını hissederdim bu dinlemeler sırasında…

Sonsuzluğun ritmini dokur gibidir gece suyun akışı… O mu sizin içinizde çağıldar, siz mi onunla beraber çağlarsınız bilinmez…

Çeşmeler ise bambaşka bir âlemdir ama başka bir bahistir… Belki bir gün konuşuruz.

“Su gibi aziz ol!”

“Hayatın su gibi berrak olsun” şeklindeki cümleleri ruhumuz tanır.

Su nedir acaba? Yaşamımızda nereye tekabül eder?

Suyun olmadığını düşündüğümüzde hangi kayıplardan bahsetmemiz kaçınılmaz olur?

Bir liste yapmaya kalksak acaba hangi rakamlara ulaşırız dersiniz?

Su arınılandır.

Su ihtiyaç duyulandır. Ekmek gibi hiç bıktırmayandır.

Bizler kişi olarak su gibi olmalıyız.

Aranılan, ihtiyaç duyulan…

Su nasıl susuzluğumuzu giderip, hararetimizi dindirirse bizde dostlarımız, sevenlerimiz için aynı şekilde olmalıyız.

Aranılan, sorulan biri değilsek henüz su gibi olamayışımızdandır.

Aziz olamayışımızın hazin bir sonucudur!

Bizsiz dostlar meclisinde sohbet tatsız olmuyorsa, gözler de gönüller de aramıyorsa henüz yürüyecek çok mesafemiz var demektir.

Çalışmalıyız. Gayretimizi daha güçlü tutmalıyız.

Su gibi aranılan olmalıyız. Hasret gideren, ferahlık sunan…

Dostlar nezdinde hayat suyu olmak için kendi iç kaynaklarımızın farkına varmalı, onları geliştirmeliyiz.

Geçen hafta Kalem Eğitim Kurumları’nın Doç. Dr. Osman Sezgin hocanın öncülüğünde düzenlediği ‘Boğaz Gezisi’ne bir dostun davetiyle katıldım. 20 cisi tertip edilen bu güzel gezi de çok güzel anlar yaşandı. Osman Sezgin hocanın beliğ takdimi ve önemli vurgular içeren kısa konuşması sonrasında Ayasofya Müze Müdürü Doç.Dr. Haluk Dursun hocayı takdim etti. Haluk Dursun hoca İstanbul’u ‘Sırlarını Saklayan Şehir’ olarak takdim etti. Gezi boyunca büyük bir içtenlik ve sevda ile ne varsa zihninde hepsini bizimle paylaştı.

Cömertçe hem de…

Tahmin edersiniz ki, bu gezi İstanbul konusunda bir ‘Telafi Programı’ gibiydi. Bir kültür semineri şeklinde İstanbul’a ait boğazda ne varsa her şeyden bahsetti. Bir bir hiçbirini atlamadan…

Ve elbette ağaçlardan, mimariden, boğazda yaşama kültüründen önemli anekdotlar aktardı.

‘Ayazmalar’dan söz etti. İstanbul’un sularını anlattı. Çırçır, Karakulak, Taşdelen, Hamidiye sularından bahsetti.

Orada suların nasıl bir zenginlik olduğunu bir kez daha anladım.

Hocanın anlatımından az akan suya Çırçır, çok akan suya Horhor dendiğini öğrendik.

Kelimelerin peçesini aralamak gerek.

Gerçeğe başka türlü agah olmak mümkün değil.

Bu gayrete girmeyenler güzelin yüzüne hasret giderler.

Yani yaşamadan ölürler.

Ne yazık!

Kalem Eğitim Kurumları’nın Osman Sezgin hocanın hassasiyetleriyle bezenmiş bu zarif gezisinde pek çok şeye merak sardım.

Örneğin kuşlar. İstanbul’un kuşları… Kuşçuluk… Bu bahsi erteliyorum ama önce yine Haluk Dursun hocanın suya yaptığı vurgu nedeniyle buna uzak kalamadım. Kısacası bu yazıdaki çağrışımları iki değerli hocaya borçluyum.

Türkçe’mizin yüz akı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ kitabı çok önemlidir. Okunması gereklidir. Ankara, Konya, Erzurum, Bursa ve İstanbul’u anlattığı kitabın İstanbul’u anlattığı bölümün girişinde şunları söyler:

“Çocukluğumda, bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın tanımıştık. Sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul sularını sayıklardı:

-Çırçır, Karakulak, Şifa suyu, Hünkar suyu, Taşdelen, Sırmakeş...

Âdeta bir kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin, kuru dudaklarının arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri canlanır, bütün yüzüne bizim duymadığımız bir şeyler dinliyormuş gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru sanki bu dikkatle dolardı.

 ‘Bir gün damadı babama:

-Bu onun ilacı, tılsımı gibi bir şey… Onları sayıklayınca iyileşiyor.

Kaç defa komşuluk ziyaretlerimizde, döşeğinin yanı başında, onun sırf bu büyülü adları saymak için, bir mahzenin taş kapağını kaldırır gibi güçlükle en dalgın uykulardan sıyrıldığını görmüştüm. Sıcaktan ve sam yelinden korunmak için pencereleri koyu yeşil dallarla iyiden iyiye örtülmüş odanın, berrak su ile doldurulmuş havuz gibi loşluğuna bu isimler teker teker düştükçe ben kendimi bir büyüde kaybolmuş sanırdım. Bu mücevher parıltılı adlar benim çocukluk muhayyilemde bin çeşit hayal uyandırırdı.”

Haluk Dursun hocanın anlatımlarından sonra tekrar bu satırlara bakınca İstanbul sizi tekrar içine çekiyor. Ve bu satırları da paylaşmaktan geri duramıyorum:

“İstanbul bu kadın için serin, berrak, şifalı suların şehriydi. Tıpkı babam için, hiçbir yerde eşi bulunmayan büyük camilerin, güzel sesli müezzinlerin ve hafızların şehri olduğu gibi.”

Bizim medeniyetimiz aslında bir su medeniyetidir. Buna çeşmeler medeniyeti de denebilir sanırım. Her köşeden su sesinin duyulabildiği, çeşme yaptırmanın önemli olduğu, su ikramının kutsal sayıldığı bir medeniyet bu… Sebil medeniyeti bir başka ifadeyle…

Ne demektir sebil?Türk Dil Kurumu burada imdadımıza şöyle yetişiyor:

1-Kutsal günlerde karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu.

2-Genellikle camilere bitişik özel bir biçimde yapılmış, karşılık beklemeden hayır için içme suyu dağıtılan taş yapı, sebilhane.

3-(Halk ağzında)  Meyan kökü şerbetini bir hayır için dağıtma.

Eski çeşmelerin üzerinde güzel hatla yazılı olan âyeti hatırlama vaktidir: ‘Biz her şeye sudan hayat verdik.’

Su hayat vermek demektir.

İşte bu nedenle yapılan tüm manevi çalışmalar topluma hayat suyu vermektir.

Onların ruh kökünü beslemek anlamına gelmektedir.

Edebi çalışmalar, kültür faaliyetleri, eğitim hizmetleri topluma abı hayat sunma gayretleridir.

İrfan dünyamıza ışık tutunlar bunu yapmaktadırlar.

Bizim görevimiz ne olmalıdır? Öncelikle bu ışığa bağrımızı açmak… Aklımızı buna yöneltmek… Gönlümüzü bununla doldurmak…

Dostlarımızı sevmek… Onların kandilinden aydınlanmak, feyz almak…

Sevdiklerimize suyum ol diyebilmek… Senle durulanmak, durulmak istiyorum diyebilmek ne güzel…

Hayatıma hayat ol ey can çağrısı ne kadar içten bir sesleniştir.

Su fiziksel hayatımıza nasıl can veriyorsa sevgi, saygı, ilgi de mânâ hayatımıza can sunar!

Suyum ol ey yâr diyelim! Suyum ol!

Ve biz de onların hayatlarına hayat olalım…

Su gibi…

HABER NAME/ 14.05.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine                                    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum