Haşim AKIN
Bu Oyun Başka Oyun -1-
Bugün takvimler bayramın üçüncü gününü gösterse de bizim için çok özel bir bayram günü olacak. Bayramın neşesini çok daha yürekten hissedebilmek için üç saate yakın sürecek bir yola çıkacağız.
Bir iftar sofrası için ziyaret ettiğimiz gün, orada teravih namazını kılarken planı yapmıştım. (Namazda bunları düşündüğüm için Allah beni affetsin.) Burada terör nedeniyle ailelerinden alınıp gelinmiş ve birçoğunun anne ve babasının akıbetini bilmediği yetim öğrencilerimiz var. Toplamda 28 yetim öğrenci burada imamın yanında barınıyor.
Konya’dan bu işlerin delisi M.S.B isimli bir dost da bunları duyunca kendisine bu durumdan bir vazife çıkarıp onların iaşesi için yardımcı oluyor. Ancak bugün karınlarından daha çok onların gönüllerini doyuracağız. Yolda ona mesaj attım ve çok sevdiğim hep duacısı olduğum Muammer hocamı yâd edip onun deyimiyle “karnın bursun” demiştim. Akşam da “hocam videoları görünce karnım ağrıdı” dedi.
Sabah saatinden daha erken uyandım. Heyecan var tabi... Hemen çaydanlıklara suyu koydum. Termoslarda çay götüreceğim.
Bir marketten bazı ihtiyaçlar da tamamlandı. Bize bayram ikramı olarak yapılmış yaş pastaya varıncaya kadar birçok çeşit pasta – börek de çantalardaki yerini aldı. Bugün yol arkadaşım Cengizhan Bey olacak. Daimi yol arkadaşım ve yardımcım İsa'yı unutmak ayıp olur. Yoldan 3 karpuz 42 elma da arabaya bindi.
Nihayet köye ulaştık. Çocuklarımız bayramlık kıyafetlerini de giymişler. (Çünkü bayramda özel kıyafetleri de alınmıştı) Mescidin içinde iki sıra halinde oturuyorlar. Gülmeyi, eğlenmeyi, mutlu olmayı pek de düşünmüyorlar. Böyle bir mevzu onların gündeminde hiç yok. Gayet ciddi, vakur ve pür edep bir haldeler.
Önce imam Davut’a ne yapacağımızı söyledik. O da hepsine “tamam” dedi. Hızlıca tabaklarımızı, pastalarımızı, böreklerimizi hazırladık. Tabaklarda Hadim –Eğiste’den gelmiş kuru üzüme varıncaya kadar birçok çeşit pasta hazır oldu. Meyve sularımızı doldurduk. Beraberce sabah kahvaltımızı yaptık. Laf aramızda kahvaltıda yediğim o 2 parça börek, benim midemin bir köşesine yeterdi ama beni eve kadar getirdi elhamdülillah. Çok bereketli bir sofra oldu. Arkasından birer bardak çayımızı içtik.
Çocuklar büyük bir sükûnet, vakar ve edep içinde yemeklerini yediler. Ben peçeteyi tabağın kenarına ve önüme sofra bezi gibi açtım. Benden görüp hepsi aynısını yaptılar. Tamam, yaş pastayı bile elleriyle yediler. Çatalı kimse kullanmadı diyebilirim. Ama alışkanlıkları öyle, bildikleri ve yaptıkları normal hayat bu... Ancak bu şekilde doyabiliyorlar. Bugün tabaklarda var olanlar; sizler için alışılmış hatta çok da önemli olmayan yiyecekler olsa da onlar için hayatlarında ilk kez tadına bakılacak yiyecekler.
Yemekler bittiğine göre ikinci fasla geçilebilir. Çöpleri topladık, çevreye çeki düzen verdik.
Şimdi de “oyun oynayacağız” dedik. Ama kimse oralı değil. Onlar için oyun! Hem de bu kocaman adamlarla! Bir de mescidin içinde ha? Vay canına! Kimse buna inanmadı. İmam bile inanmadı sanırım. Ama o izlemeye devam ediyor.
Ben hemen gözlerimi bağladım ve kendimi körebe yaptım. Onları yakalamaya çalıştım. Önce anlayamadılar ne yaptığımı. Sonra anlayınca çıkardıkları değişik seslerle bana yerlerini bildiriyorlar ve kaçıyorlar. Nihayet bir ufaklığı yakaladım. Derken iş kızıştı. Öyle güzel oynadık ki... Oynadık yani... Hele ki uzun boylularla fena dalga geçiyorlardı. Onun ayaklarının yere en yakın yerine dokunuyorlar, çimdikliyorlar ve yerden sürünüp kaçıyorlar. Tabii boyu uzun olduğu için yere eğilinceye kadar da uzaklaşıyorlar. Kahkahanın bini bir paraydı. Bazen yakalandık, bazen yakalatıldık derken, birçoğumuz ebe oldu. Biz videoları çektik. İmam Davut kendi telefonuna çekti... Yani oynadık ve eğlendik.
Bitti mi? Elbette değil. Asıl zevkli oyunlar arkadaydı. Yani bir sonraki yazıda...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.