Ufuk COŞKUN
Başörtüsü yasağı insan tabiatına hakarettir
Bir kadının başını örtmek konusunda kendi kendine aldığı karar zannedildiği gibi basit/sıradan bir olay değildir. Bazen günlerce hatta aylarca süren bir süreçtir bu. Karar verme sürecinde yoğun gelgitler yaşar kimi zaman fırtınalar kopar iç dünyasında. Neticede duygularını, inancını, aklını, hayatını, ahlakını, vicdanını önüne koyarak/yoğurarak bir karar verir. Bu dışarıdan başörtüsü tartışması yapanların ya da “Müslüman’ım ama namaz kılmam, oruç tutmam, camiye gitmem ancak şarap konusunda uzmanım” diye söze başlayanların fazlaca ciddiye almadıkları bir durum olabilir. Bu durum aynı zamanda birçok meselede olduğu gibi insanı ve onun vasıflarını sürekli olarak görmezden gelenlerin takındıkları bir tutumdur. Oysa insanın düşünmesi, karar alması, duygularını harekete geçirmesi, acı çekmesi, sabretmesi, inanması ve inancı uğruna mücadele etmesi, hayatına dair kararları kendisinin alması, iç dünyasıyla hesaplaşması vs. az şey midir? İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasfı düşünmesidir, düşündükleri kavramsallaştırmasıdır. Bunun bir anlamı olmalı.
Bugünlerde CHP’nin pozitif muhalefet anlayışı çerçevesinde gerçekleşen ve hala yasak olan başörtüsü tartışmalarına birde bu açıdan bakmakta yarar var. Aylarca kendi iç dünyasında yaşadığı gelgitler sonucunda oturup inancı gereği başını örtme kararı alan bir insanın geçirdiği bu süreç dikkate bile alınmadan kararlar alınmaya çalışılıyor. Kim nerede, ne kadar ve ne şekilde başını örtsün önerileri konuşuluyor. Oysa hiçbir parti, kurum, yasa, tüzük vs bir kadının –inanç noktasında- kendi başına aldığı bir karardan daha önemli değildir. Çünkü hiçbir şey insandan daha değerli değildir/olmamalıdır da.
Hepimizi ezen sistem aynı
Türkiye’de başörtüsünü de, anadilleri de, Alevilerin cem evlerini de yasaklayan dolayısıyla Türk’ü de, Kürt’ü de Alevi’yi de, Sağcısını da, solcusunu da, Müslüman’ı da, Hıristiyan’ı da birlikte ezen zihniyet aynıdır. Ve bu zihniyet yıllardır gücünü, farklı kesimlerin arasına attığı nifak tohumlarından alıyordu. Farklı kesimler, birbirlerinden ne kadar uzaklaşırsa kendilerini o kadar güçlü hissediyorlardı. Bu bir tezgâhtı oysa. Ve hakları gasp edilen farklı kesimlerde her dönem bu baskıcı, yasakçı, totaliter, darbeci ve bürokrat kesimin tezgâhına düştüler. Bu dönemlerde istisnasız her kesim hak ihlaline maruz kaldı. Çünkü saldırı her zaman tüm kesimlere karşı yapıldı bu ülkede. İtiraf etmek lazım farklı kesimlerde bu tür oyunlara gelmekten kendilerini bir türlü alamadılar. Kimse samimi ve açık bir dille öz eleştiri yapamadı. Ve sürekli birbirlerini yok saydılar, ötekileştirdiler. Başörtüsüne özgürlük isteyenler sıra Alevilerin haklarına geldiğinde ezenin dili ve tutumuyla hareket ettiler aynı şekilde Kürtçeye özgürlük talep edenler sıra başörtüsüne geldiğinde ise yine o yasakçı dili kullanmaktan geri durmadılar. Kimi şeriattan korktu kimi laikten, kimi Kürt’ün dilinden korktu kimi gayrimüslimlerden. Ama gerçek hiç değişmedi hepimiz bir şekilde baskı altıydık ve saldırı hepimize yönelikti.
Ayn Rand, “Bencilliğin Erdemi” adlı eserinde; “Bir bireyin emeğinin ürününü elinden alan veya onu köleleştiren veya aklının özgürlüğünü sınırlamaya kalkışan veya onu kendi akıl melekesine aykırı şekilde davranmaya zorlayan bir toplum- kendi fermanlarıyla insan tabiatı arasında çatışma oluşturan bir toplum- kesinlikle bir toplum değildir fakat kurumsallaşmış çete yönetimiyle bir arada tutulan bir kalabalıktır” der. Bugün başörtüsü tartışmalarından da öğreniyoruz ki toplumda hala birbirlerinin hak ve özgürlüklerini yeterince sahiplenemeyen bir takım önyargılı kesimler var. Yıllardır içimize atılan ve bir hastalık gibi yayılan önyargılar yüzünden hakları gasp edilen farklılıklar daha hala birbirlerini sahip çıkma konusunda samimi davranmıyorlar.
Başörtüsüne en başta solcular sahip çıkmalıydı;
Bugün Türkiye’de başörtülüleri sahiplenecek kesimin daha en başta solcular olması gerekirdi. Örneğin CHP ve bazı sol sendikalar yıllardır muhalefet adına İmam Hatip Liselerini ve başörtülü kızları dillerine doladılar. Oysa bakıldığında İmam Hatip Lisesinde okuyan çocukların yüzde 90’nı, tarlasında çift süren, dağda zeytin toplayan, fakir, emekçi, ezilen köylü anne ve babaların çocuklarıydı. Diğer taraftan laiklik adına karşı çıktıkları başörtülü kızlar ise öğrenimlerini yurtdışında yapamayacak kadar yoksul kız çocuklarıydı. Onlarında babaları ağır koşullar altında çalışan, yoksul, emekçi, köylü ve işçilerden oluşmaktaydı. Bir solcu hiç değilse işin bu yönünü dikkate alarak bu türden haksızlıklara ve olumsuzluklara dur diyebilmeliydi. Maalesef bunu yapmak yerine aksine üniversite önlerinde ikna odaları kuruldu kızların çaresizliklerini ve emekçi babalarını düşünmek yerine inançlarını değiştirmeleri beklendi. CHP’nin son günlerde pozitif muhalefet adına ortaya koyduğu tavır gayet olumlu ancak bu konuda samimi olup olmadıklarını başörtüsünün her alanda serbest bırakılıp bırakılmaması konusundaki tutumları belirleyecektir.
Herkes bir diğerinin elinden tutarsa sorunlar çözülür;
Bugün Türk siyasetinin tıkandığı nokta ahlaktır, insandır ve vicdandır. Ahlaki bir bilincin yer etmeyişidir. İnsani değerlerin ötelendiği, insan tabiatının bir türlü kavranamadığı bu yüzden sürekli olarak insanın gözden düşürüldüğü tuhaf bir siyasi anlayış türetilmektedir. İnsanım diyenlerin insanla kurduğu bağ ortada değil mi? Hâlbuki bizim aradığımız “insan” bu değildi. “Felsefeleri incelemeden, sanat hakkında hüküm vermeden, edebiyat hususunda görüş belirtmeden, hayatı hatta din ve felsefeyi tanımadan önce “insanı” tanımak gerek. Eğer insanı tanıyacak olursak onun için en iyi dini de seçebiliriz” demişti Dr. Ali Şeraiti… Bilinmelidir ki Ahlaki düsturdan, vicdandan ve insandan uzak her türlü siyasi düşünce yok olmaya mahkûmdur.
Herkesin bir diğerini -insan temelinde- kucakladığı, şahsiyetini, kültürünü, düşüncesini, inancını saygı duyduğu, çatışmadığı bir ortam oluşturmak elimizdedir. Her şeyin nesneleştirildiği, çıkar için kullanıldığı bu tip ortamlarda insan olarak varlığımızı ön plana çıkartarak hayatı anlamlı kılmanın yollarını aramanın artık zamanı gelmiştir. Tam bir samimiyetle birbirlerini kucaklayan ve herkesin bir diğerinin hakkını, hukukunu ve özgürlüklerini sahiplendiği bir ortamda insanların erişebilecekleri güç gerçekte hesaplanamayacak kadar büyük ve bir o kadar da baskıcı ve çıkarcı zihniyetlerin önünde engel teşkil edecektir.
Neticede bu ülke hepimizin ülkesi... Ve hepimiz önce insanız. Ve çok değerliyiz. Değerimiz kıymetimizi öncelikle bilmek durumundayız. Bu bakımdan herkesin özgür, fikir ve düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği, dileyenin Yahudi, Hıristiyan, Laik, Müslüman, Milliyetçi, Sosyalist vs. İnanç ve düşünce biçimlerini tercih edebildiği kimsenin dinini, inancını, ideolojisini dayatmadığı özgür ortamları oluşturmanın yollarını tartışmaya ve bu konuda geçmişle yüzleşmeye devam etmek durumundayız. Bilinmelidir ki herkesin bir diğerinin hakkını-hukukunu savunduğu bir ortamın yakalandığı ülkede ne başörtüsü sorunu kalır ne anadilde eğitim nede Alevi sorunu. Yeter ki elimizde birlikte yaşama adına ciddi bir medeniyet projesi olsun.
NOT:Bu yazı 18.10.2010 tarihli Radikal Gazetesinde yayımlanmıştır
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.