xxxx3331
Başbakan ve yeni dönem
Geçen gün de yazmıştım. Rahmetli Özal, 26 Mart 1989 Mahallî Seçimleri’nde oyunu, yüzde 45’lerden, 42’lerden, 36’lardan yüzde 21,75’e indirince âdeta şok geçirmişti. Halbuki, seçimlerdeki hezimetin gerçek sorumlusu kendisi ve yakınları olmuştu. Ekonomi politikasındaki inhiraflar, sandalyeye bağlı belediye başkanı propagandasının ters tepmesi, TV programlarının istismar edilişi, ANAP aleyhindeki ayyûka çıkan yolsuzluk söylentileri ve 6 yıllık iktidarın yıpranışı, oyların yarıya inişinin sebepleri olarak sayılabilir.
Merhum Özal, 31 Mart 1989 günü Bakanlar Kurulu’nu toplayıp hepimizin istifa dilekçelerimizi aldı ve arkasında ismi yazılı olan birer saat hediye etti. O sırada Millî Eğitim Bakanı’ydım. Bakan arkadaşlarla aramızda şakalaşarak bu olaya ‘31 Mart Vakası’ demiştik...
***
29 Mart Mahallî Seçimleri de gerçi AK Parti İktidarı’nın 6 yılını doldurmasından sonra yapıldı ama her iki seçim arasında bundan başka benzerlik yoktur.
Doğrusu AK Parti’nin oylarının yüzde 50’yi geçmesini isterdim. Zira, böyle olsaydı, Darbeler Dönemi’nin tasfiye edilerek demokrasinin rayına oturtulması daha kolay hâle gelir; Yeni Anayasa ya da Anayasa’daki değişikliklerin yapılması konusunda halk desteği daha da artmış olur ve AK Parti İktidarı ayağını yere daha sağlam bir şekilde basma imkânına kavuşur; uluslararası ilişkilerde ve küresel ekonomik krizden sıyrılmada daha güçlü olunabilirdi.
Lâkin, muhalefetin, özellikle CHP’nin ve onu destekleyen medyanın tersi istikâmetteki yoğun çabalarına karşılık, şu gerçeğin değiştirilmesi mümkün değildir: 29 Mart Mahallî Seçimleri’nde, AK Parti , il genel meclisinde yüzde 39, belediyede yüzde 40 oranında oy alarak seçimi kazanmış ve birinci parti olmuştur.
Çoğunluk sisteminin uygulandığı 1950-1960 dönemini hariç tutarsak, demek ki yarım yüzyıllık bir dönemde, AK Parti’nin 29 Mart oyu olan yüzde 39’un üzerine sadece 27 Mayıs sonrası 1965’de, 1969’da, 1977’de ve 12 Eylül sonrası 1983’de çıkılabilmiş; bu oran 22 Temmuz 2007’deki AK Parti oylarının haricinde, son çeyrek asrın en yüksek oy oranını teşkil etmiştir. Önceki yüksek oranlar ise, genellikle darbelere karşı tepki mahiyetindedir. Nitekim, AK Parti’nin 22 Temmuz oylarının içinde Cumhurbaşkanlığı seçimindeki haksızlığın ve 27 Nisan Muhtırası’nın da payı vardır.
Kısaca, AK Parti’nin oyları zaten yüzde 40’lar civarında olup, yalnızca 1-2 puan azalma göstermiştir denilebilir.
***
Bu nispî azalmanın ilk akla gelen sebebi, SP’de kaydedilen birkaç puanlık artıştır. Ancak, seçim analizinin bu kadar basite indirgenmemesi ve neticelerin derinliğine tahlil edilmesi elzemdir.
Bizce, AK Parti İktidarı’nda, Lider, Hükûmet, Grup ve Parti yakından tahlil edildiğinde, Başbakan ve Genel Başkan Erdoğan’ın partiyi âdeta tek başına sırtında taşıdığı, elde edilen başarılarda en önemli paya sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak, Liderin bir kadro sorunu olduğu görülmekte; Hükûmet, Grup ve Parti arasında bir koordinasyon noksanlığının yaşandığı anlaşılmakta ve Lidere gereğinden fazla yüklenildiği müşahade edilmektedir.
Erdoğan, her ne kadar ‘tek karar mercii’ olarak eleştiriliyorsa da, bazen bilâkis milletvekillerinin, merkez ve taşra teşkilâtının ısrarları karşısında kararlı davranmadığı şeklinde de tenkit edilebilir. Nitekim, aday seçimindeki hatâlardan Erdoğan’ın genellikle sorumlu tutulamayacağı anlaşılmaktadır.
Erdoğan’ın muhalefete ve medyaya karşı üslûbu üzerinde de tartışabiliriz. Bu konularda hatâlı davrandığı söylense de, muhatapları tarafından nasıl acımasızca saldırılara mâruz kaldığı da unutulmamalıdır.
***
Başbakan, yeni dönemde, kimseyi suçlayıp itham etmeden, seçim gecesi yaptığı konuşmanın olgunluğu çerçevesinde, esasen bazı olumlu sinyaller veren muhalefet ve medya ile arayı yumuşatmalıdır.
Mümkün mertebe muhalif bloklar oluşturmamaya itina ederek, Bakanlar Kurulu’nda, Grup Yönetimi’nde, Parti Yönetimi’nde ve özellikle taşra teşkilâtlarında gereken değişiklikler yapılmalıdır. Değişiklikler, cezalandırma şeklinde gerekçelendirilmemeli; ‘taze kan’ ve hizmette ‘nöbet değişikliği’ esprisi hâkim olmalıdır.
Ayrıca, bürokrasi de gözden geçirilerek daha verimli hâle getirilmelidir.
Bundan sonraki genel seçimlere kadar devam edecek yaklaşık üç yıllık dönemde Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ve AK Parti’nin geleceği bu değişime bağlıdır.
Merhum Özal, 31 Mart 1989 günü Bakanlar Kurulu’nu toplayıp hepimizin istifa dilekçelerimizi aldı ve arkasında ismi yazılı olan birer saat hediye etti. O sırada Millî Eğitim Bakanı’ydım. Bakan arkadaşlarla aramızda şakalaşarak bu olaya ‘31 Mart Vakası’ demiştik...
***
29 Mart Mahallî Seçimleri de gerçi AK Parti İktidarı’nın 6 yılını doldurmasından sonra yapıldı ama her iki seçim arasında bundan başka benzerlik yoktur.
Doğrusu AK Parti’nin oylarının yüzde 50’yi geçmesini isterdim. Zira, böyle olsaydı, Darbeler Dönemi’nin tasfiye edilerek demokrasinin rayına oturtulması daha kolay hâle gelir; Yeni Anayasa ya da Anayasa’daki değişikliklerin yapılması konusunda halk desteği daha da artmış olur ve AK Parti İktidarı ayağını yere daha sağlam bir şekilde basma imkânına kavuşur; uluslararası ilişkilerde ve küresel ekonomik krizden sıyrılmada daha güçlü olunabilirdi.
Lâkin, muhalefetin, özellikle CHP’nin ve onu destekleyen medyanın tersi istikâmetteki yoğun çabalarına karşılık, şu gerçeğin değiştirilmesi mümkün değildir: 29 Mart Mahallî Seçimleri’nde, AK Parti , il genel meclisinde yüzde 39, belediyede yüzde 40 oranında oy alarak seçimi kazanmış ve birinci parti olmuştur.
Çoğunluk sisteminin uygulandığı 1950-1960 dönemini hariç tutarsak, demek ki yarım yüzyıllık bir dönemde, AK Parti’nin 29 Mart oyu olan yüzde 39’un üzerine sadece 27 Mayıs sonrası 1965’de, 1969’da, 1977’de ve 12 Eylül sonrası 1983’de çıkılabilmiş; bu oran 22 Temmuz 2007’deki AK Parti oylarının haricinde, son çeyrek asrın en yüksek oy oranını teşkil etmiştir. Önceki yüksek oranlar ise, genellikle darbelere karşı tepki mahiyetindedir. Nitekim, AK Parti’nin 22 Temmuz oylarının içinde Cumhurbaşkanlığı seçimindeki haksızlığın ve 27 Nisan Muhtırası’nın da payı vardır.
Kısaca, AK Parti’nin oyları zaten yüzde 40’lar civarında olup, yalnızca 1-2 puan azalma göstermiştir denilebilir.
***
Bu nispî azalmanın ilk akla gelen sebebi, SP’de kaydedilen birkaç puanlık artıştır. Ancak, seçim analizinin bu kadar basite indirgenmemesi ve neticelerin derinliğine tahlil edilmesi elzemdir.
Bizce, AK Parti İktidarı’nda, Lider, Hükûmet, Grup ve Parti yakından tahlil edildiğinde, Başbakan ve Genel Başkan Erdoğan’ın partiyi âdeta tek başına sırtında taşıdığı, elde edilen başarılarda en önemli paya sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak, Liderin bir kadro sorunu olduğu görülmekte; Hükûmet, Grup ve Parti arasında bir koordinasyon noksanlığının yaşandığı anlaşılmakta ve Lidere gereğinden fazla yüklenildiği müşahade edilmektedir.
Erdoğan, her ne kadar ‘tek karar mercii’ olarak eleştiriliyorsa da, bazen bilâkis milletvekillerinin, merkez ve taşra teşkilâtının ısrarları karşısında kararlı davranmadığı şeklinde de tenkit edilebilir. Nitekim, aday seçimindeki hatâlardan Erdoğan’ın genellikle sorumlu tutulamayacağı anlaşılmaktadır.
Erdoğan’ın muhalefete ve medyaya karşı üslûbu üzerinde de tartışabiliriz. Bu konularda hatâlı davrandığı söylense de, muhatapları tarafından nasıl acımasızca saldırılara mâruz kaldığı da unutulmamalıdır.
***
Başbakan, yeni dönemde, kimseyi suçlayıp itham etmeden, seçim gecesi yaptığı konuşmanın olgunluğu çerçevesinde, esasen bazı olumlu sinyaller veren muhalefet ve medya ile arayı yumuşatmalıdır.
Mümkün mertebe muhalif bloklar oluşturmamaya itina ederek, Bakanlar Kurulu’nda, Grup Yönetimi’nde, Parti Yönetimi’nde ve özellikle taşra teşkilâtlarında gereken değişiklikler yapılmalıdır. Değişiklikler, cezalandırma şeklinde gerekçelendirilmemeli; ‘taze kan’ ve hizmette ‘nöbet değişikliği’ esprisi hâkim olmalıdır.
Ayrıca, bürokrasi de gözden geçirilerek daha verimli hâle getirilmelidir.
Bundan sonraki genel seçimlere kadar devam edecek yaklaşık üç yıllık dönemde Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ve AK Parti’nin geleceği bu değişime bağlıdır.