Mehmet Y. ULUTAŞ
Yeni Ekonomi Modeli İş Yapar mı?
Son iki yazımda Türkiye’deki yüksek döviz kuru ve enflasyon artışlarını yorumlamıştım. Bu yazımda ise yaşadığımız bu olayları ekonomik ve tarihi perspektif üzerinden ele almak istiyorum.
Tüm dünyada Merkez Bankalarının en önemli görevi ülkede stabil fiyatlar ve maksimum istihdam oluşturmaktır. Merkez Bankası (MB) bunlar gerçekleştiği vakit faiz oranlarına ilişmez. Ne vakit ki ekonomi sıkıntıya girer, MB hazine senetleri ve diğer tahviller satın alarak faiz oranlarını düşürmeye çalışır. Çünkü düşük faiz oranları kredi alarak yatırım yapmayı, istihdam oluşumunu ve ekonomik aktiviteleri stimüle eder. MB gerektiğinde bu hazine senetleri ve tahvilleri satarak faiz oranlarını yükseltebilir ki burada amaç tasarrufu teşvik etmek ve ekonomiyi soğutmaktır.
Pandemi nedeniyle tüm dünyada yavaşlayan ekonomileri canlandırmak için ülkeler değişik araç ve yöntemler kullandı. Örneğin Amerikan MB düşük faizli ve 10 yıl gibi uzun vadeli hazine tahvilleri satın alarak piyasalara güven verme yolu ile canlandırma prensibini seçti. Çünkü faiz oranları halehazırda sıfıra çok yakındı ve daha fazla düşürmek demek “eksi” faiz vermek olurdu. Bununla da yetinmeyerek hem vatandaşlarına hem de işleri negatif etkilenen esnafa ciddi miktarda paralar hibe etti. Amaç toplu işten çıkarılmaları ve neticesinde oluşabilecek bir sosyal patlamayı önlemek idi.
T.C. Merkez Bankası (TCMB) ise ekonomiyi canlandırmak için faiz oranlarını düşürmek yolunu seçti. Sanayicilere düşük faiz oranları ile kredi kullandırtarak yatırım yapmayı ve bu yolla istihdam oluşumunu arttırmayı planlıyorlar. Son 70-80 senedir baskılanan döviz kurları ithalat yapmayı yerli üretimden daha cazip ve daha kolay hale getirerek yatırımcıları tembelliğe alıştırmıştı. Hükümet yavaşlayan ekonomiden etkilenen vatandaşına ABD gibi para basıp dağıtma yolunu da seçmedi. Yurtdışında emaneten bulunan tüm altın rezervlerini de uçaklara yükletip Türkiye’ye getirerek arkasını sağlama aldı.
Gelin görün ki zamana yaymak yerine bir anda geçilen bu yeni ekonomik model bir çok negatif sonuç oluşturdu. Bunları önceki yazılarımda paylaşmıştım. Bu ani geçişin benim gibi TL’de kalan vatandaşların hesaplarindaki paraların %30’unun birkaç gün içerisinde erimesine sebep olduğunu ve bunun Türk ekonomisine ve TL’ye olan güveni oldukça sarstığını biliyoruz. Nitekim Türkiye’deki döviz mevduatı toplam mevduatın %63’üne fırladı. Yani insanların üçte ikisi artık %17 faiz veren TL mevduatı yerine sadece %0.1 faiz veren Dolar veya Euro mevduatını seçiyor. Yani Dolar ve Euro kur artışının 1 sene sonunda %17’den fazla olacağına inanıyor. İşin garibi nedir biliyor musunuz? Eğer bu döviz mevduatı sahiplerinin üçte biri yarın bankalarına gitse ve “Dolarımı ver” dese bankacılık sistemi çökebilir. Çünkü döviz mevduatının çoğu “sanal”, yani bankalarda nakit (elle sayılabilir) miktarda Dolar/Euro yok!
Yazının başlığına geri dönelim: Bu “Çin Modeli” de denilen yeni model iş yapar mı? Bu yeni ekonomik modelin başarılı olabilmesi için öncelikle cari açığın kapanması lazım. Yani yurtdışından aldığımız maldan (ithalat) çok yurtdışına mal satmamız (ihracat) lazım. Çünkü aradaki farkı dışarıdan borç alarak kapatıyoruz ki bu sürdürülemez bir durum. Nitekim komşumuz Yunanistan bunu beceremedi ve iflas noktasına geldi. Ama arkasında AB olduğu için batmasına müsaade edilmedi. Bereket versin ki Yunanistan kadar borç batağında değiliz. Ama bizim Almanya gibi kredi veren, borçlarımızı silen veya öteleyen bonkör bir hamimiz yok. Unutmayalım ki borç alan emir de alır!
Daha yüksek ihracat rakamları yakalamak için katma değeri yüksek ürünler üretmemiz gerekiyor. Yani daha çok sayıda ve daha yüksek ücretli insana iş imkanı veren ürünlerimiz olmalı. Örneğin ABD’de Apple, Almanya’da Mercedes, Güney Kore’de Samsung, Japonya’da Toyota markaları işte bu katma değeri yüksek ürünler üreterek hem ülke ekonomilerine hem de refah seviyesine çok ciddi katkılar yapıyorlar. Örneğin Çin’de yüksek teknoloji ürün ihracatı toplam ihracatın %30’u iken bu rakam Türkiye’de sadece %2.5.
Dünyanın en büyük ikinci tüketim pazarı olan Avrupa’nın yanıbaşında olmamızın avantajını kullanarak ihracatımızı arttırmamız gerekiyor. Ayrıca çoğunluğunu yurtdışından giderdiğimiz hammadde ve enerji ihtiyacımızı da içeriden karşılamanın yollarını bulmamız gerekiyor. Karadeniz’de bulunan doğalgaz rezervleri bu yüzden çok mühim.
Tarım ithalatının da azalması lazım. Örneğin 2002’de 1.1 milyon ton olan buğday ithalatının 2020’de 10 milyon tonu geçmesi kabul edilebilir bir durum değil. Benzer sorunlar diğer tarım ürünlerinde de mevcut. Ya tarım planlaması doğru değil, ya uygulamadında sorun var ya da gereğinden çok yiyoruz.
TCMB’nin güçlü olması ve döviz rezervlerinin de artması lazım. Çünkü artık hemen her hafta bir kur dalgalanması yaşanmaya başladı. Fırsatçılar döviz kurlarını zıplatıyorlar ve vurgunu yaptıktan sonra satarak geri çekiliyorlar. Eğer TCMB’nin yüksek miktarda döviz rezervi olursa bu dalgalanmalara anında müdahale edip fırsatçıların hevesini kursaklarında koyabilir ve hatta zarar ettirebilir.
Daha bağımsız ve daha güçlü olmamız için zengin olmamız lazım. Zengin olmanın yolu da çok çalışmaktan ve üretmekten geçiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinin birinci sebebi fakirlikti. Artık Osmanlı topraklarından geçmeyen ticaret yolları ve sanayileşmede geç kalış ekonomik olarak güçsüzleştirdi bizi. Osmanlı topraklarının en stratejik ve fakat en az doğal kaynağı olan Anadolu’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti de aslına bakarsanız bu fakirliği devraldı. Zaten az miktarda olan sermayeyi de sanayileşme ve bayındırlık faaliyetleri yerine askeri harcamalar ve terörle mücadele için kullanmak zorunda kalarak bugünlere geldik. Atatürk 1937’de TBMM açılış konuşmasında uçak fabrikası kurmamız gerektiğini söylüyor. Bu fabrikanın neredeyse 90 sene sonra hizmete girecek olması bile içinde bulunduğumuz durumu anlatmaya yeter sanırım.
Umarım bu yaşadıklarımız hepimize ders olmuştur. Gereksiz siyaset yapmak, dedikodu üretmek, hipnoz olmuşcasına futbol takip etmek ve benzeri malayani (anlamsız) işlerle vaktimizi heba etmek yerine daha çok çalışmamız ve daha çok üretmemiz gerektiğini anlamışızdır umarım. Mesai saatlerinde eş-dost-ahbap ziyaretleri yapıp saatlerce çay-kahve içip sohbet etmeyi azaltabilsek. Ha bir de nezaket ve “hayırlı olsun” ziyaretleri yok mu hani şu plaket alışverişleri yapılan ve fakat hiçbir konu başlığı olmayan ve dolayısıyla çözüm odaksız toplantılar.
Ders almaz isek daha çok ekonomik krizler yaşarız, hükümetler değişir ve fakat netice değişmez. Eğer bir dostumun dediği gibi “Türkiye’de sistem iş yapmak üzerine değil, iş yapmamak üzerine kurulmuş” ise ve bu durum değişmez ise, bu yeni ekonomik model de tutmayacaktır. Tek çare çalışmak, çalışmak, çalışmak. Allah çalışma ve iş yapma şevkimizi arttırsın ve bizleri selamete çıkarsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.