Lütfi AYHAN
Zaferler de İktidara Yazılır Yenilgiler de
Son günlerde yaşadığımız ekonomik sıkıntılar (kurların dizginlenemeyen yükselişi , faiz indirimi, anormal fiyat artışları, belirsizlik, stokçuluk ...) hepimizin hem moralini bozuyor hem İktidara olan güveni sarsıyor hem de millette büyük bir karamsarlık yaratıyor. Bu tablonun bu durumun faili, sorumlusu elbette iktidar, yani hükümet, yani sayın Erdoğan' dır O'da zaten bu sorumluluğu kabul ediyor. Son aylarda sık sık " ekonomik "Kurtuluş Savaşı'ndan" bahsederek durumu halka anlatmaya çalışıyor.20 yıla yakın iktidarda olan bir parti ve onun başkanı sayın Erdoğan bu sorumluluktan kaçması da zaten mümkün değil. Peki vatandaş olarak bizler, yani iktidarı, muhalefeti destekleyen tüm yurttaşlar, böyle bir durumda ne yapmalıyız, bize düşen görevler nelerdir? Bize düşen, en başta İçinde bulunduğumuz sıkıntıdan kurtulmak için sakin olmak asla ümitsizliğe kapılmamaktır. Sakince telaşa kapılmadan durumu etraflıca anlamaya, meseleleri iyi bir mantıkla irdelemeye odaklanmalıyız. (Çünkü Demokrasilerde karar verici halk yani bizleriz.)
İKTİSAT ÇOK KARMAŞIK BİR İLİM
Ekonomi/iktisat dediğimiz ilmi, yönetim sistemlerinden, siyasetten, sosyolojiden, halkın duygularından, "Güven" dediğimiz hakikatten, tarihten, iklimden, ahlaktan coğrafyadan, dış gelişmelerden... ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu nedenle tüm olguları bir arada düşünerek bir çıkış yolu aramalıyız. Yukarıda da söylediğim gibi en başta da katiyen ümitsizliğe kapılmamalıyız, çünkü ümitsizlik ve karamsarlık insanın normal düşünmesini, sağlıklı karar vermesini engeller.Bu günü değerlendirmeye geçmişe kısa bir göz atmakla başlayabiliriz. Çünkü bugüne nasıl geldiğimizi ancak düne bakarak anlayabiliriz. Yaşadığımız sıkıntıda yöneticilerin sorumluluğu ne kadar dünyadaki gelişmelerin (PANDEMİ, kuraklık, tedarik zincirinin kopması. Petrol fiyatlarının artışı ...) etkisi ne kadar bunları bilmemiz lazım.Şunu hemen baştan belirteyim ki elbette daha önce yapılan olumlu işlerden dolayı nasıl iktidarı alkışlayıp destek vermişsek, bugünkü olumsuz tablodan da onu mesul tutmamız tabi bir sonuçtur. 20 yıllık bir İktidarın, dolayısı ile Sayın Erdoğan'ın döneminde yapılan olumlu çok şey var ve elbette millet olarak bunları unutmadık ( paradan sıfırların atılması, Key’lerin, Nemaların ödenmesi, IMF borçlarının kapatılması, Türkiye'nin altyapısının hemen hemen tamamlanması, yapılan yollar, Köprüler, hava alanları, okullar, hastaneler, ülkenin Büyükşehirleri dahil su meselesinin ve hava kirliliğinin halledilmesi, yapılan barajlar, doğal gazın yaygınlaşması, vatandaşın daha iyi evlere daha güzel arabalara kavuşması, öğretmen ve sağlık personelinin artırılması, Mavi Tünel, Kıbrısa su götürülmesi,.. "One Minute, Dünya 5 ten büyüktür" gerçeklerinin dile getirilmesi, fakir fukaraya yapılan yardımlar, üniversite harçlarının kaldırılması, bedava kitap...) Bunların hepsi iktidarın yaptığı, halkında bu yapılanlara karşılık ona devamlı iktidar verdiğini akıldan çıkarmamalyız. İktidar 20 senedir çalıştı, halkta ona oy verdi. İktidar bu çalışmaların nimetini nasıl devşirdiyse şimdiki bunalımın da sıkıntının da mesulü kendisidir. Çünkü iktidar odur.
SORUMLU SİSTEM Mİ İKTİDAR MI?
Bu günkü durumu sadece sisteme, sadece lidere bağlamak ne kadar yanlışsa,, sadece dış güçlere, sadece Pandemiye bağlamak da o kadar yanlıştır. Sıkıntıları sadece "Başkanlık sistemine" (tek adamlığa) bağladığımız zaman şu soruya cevap vermek zorunda kalırız: " Dünyanın en güçlü devleti Amerika başkanlık sistemi ile yönetilmiyor mu? " Orada da son söz başkanın değil mi? Bu bir, iki, Türkiye'nin daha önce yaşadığı bunalımlarda ülkeyi tek kişi mi yönetiyordu çok kişi mi? Eski bunalımlarda Türkiye de parlementer sistem mi vardı, başkanlık sistemi mi? Tarihte yaşadığımız büyük buhranlarda( 12 Eylül, 28 Şubat, E Muhtıra, 2001 krizi, 94 krizi...) Türkiye'de parlamenter sistem vardı. Mesela 2001 krizinde parlamenter sistem vardı ve ülkeyi tek kişi değil " N. Sezer, B Ecevit, Mesut Yılmaz Devlet Bahçeli birlikte yönetiyorlardı. 28 Şubat sıkıntısında da ülkeyi tek kişi yönetmiyordu, Cumhurbaşkanı Demirel, başbakan Erbakan, başbakan yardımcısı da Çiller idi. Tabii ki asker hep sahnedeydi o tarihlerde. Yani çok kişi vardı yönetmen koltuğunda. Ne oldu? Bu çokluk krizi önledi mi, hayır. Bunun tersini de söyleyebiliriz: Tayyip Erdoğan'ın yaptığı önemli işlerin, eserlerin çoğu parlamenter sistemde gerçekleşmiştir.( Bu konuda şunu da akıldan çıkarmamalıyız. Sayın Erdoğan o dönemde de adeta bir başkan gibi davranmış, Cumhurbaşkanı A. Gül olduğu için işler hızlı yürümüştür) Bu ikileme dışarıdan da örnekler verebiliriz. Almanya gibi güçlü bir ülke parlamenter sistem ile, hatta son yıllarda koalisyonla yönetiliyor. Bu örneklere dikkatli baktığımızda gerçeğe biraz daha yaklaşıyoruz. Ekonomik sistemi tek başına düşünmek bizi yanıltır Ekonomik sistemi, siyasetten, halkın psikolojisinden, ahlaktan, dış ve iç güçlerin etkisinden, tarihi ve sosyolojik dinamiklerden (Emperyal güçler, Pandemi, Kuraklık, üretim, ulaşım, petrol fiyatlarındaki dengesizlikler.) ayrı düşünmek sağlıklı bir.netice almamızı engeller. Gerçeği kavramamızı engelleyen önemli yanılgılardan biri de " ekonomik görüşlerin yani iktisat ilminin" sadece matematiksel bir gerçeğe dayanmaması, iktisatta İki kere iki her zaman dört etmiyor. Bir kaç örnekle bunu açıklayalım, mesela Sayın Erdoğan faiz - enflasyon denkleminde faizi sebep, enflasyonu sonuç olarak görüyor. Bunu destekleyen örnekler var, ama bunun tersi örnekler de var Mesela bugün Amerika'da faizler düşük olmasına rağmen enflasyon yüksek, niye? Çünkü onlarda para/döviz problemi yok. Çünkü mihenk para onlarda. Buna karşılık tedarik zinciri bozulunca. kuraklık görülünce mal darlığı oldu o da enflasyona sebep oldu.Bizim gibi ülkelerde ise dövize (dolara) fazla ihtiyaç olduğundan faiz, enflasyon, döviz dengesini kurmak/korumak çok zor oluyor. En küçük bir kıpırtıda dengeler bozuluyor. Mesela en son olan gelişmeye bakalım, Sayın Erdoğan haklı olarak, "Faizler yüksek olunca yatırımcılar faizi maliyete bindiriyor böylece mal pahalanıyor. Bu da fiyatların artmasına, yani enflasyona sebep oluyor, bu nedenle faizleri düşüreceğiz" dedi ve faizi düşürdü. Ne oldu? bu sefer kurlar fırladı. Sorumluluk kimin? Yönetici konumunda olanların, tabiki de Sayın Cumhurbaşkanı yöneticisi olduğu,ülkesinin, devletinin her türlü mali gerçekliğine iktisadi durumuna hakim olmak zorunda. Bunlarla birlikte iktisadın, siyasetin, halkın psikolojisinin ne durumda olduğunu fehmetmek zorunda. "Faizi düşürdüğüm zaman liradan kaçanlar kura yönelir. Bu da başka bir zarar getirir" bilgisini bilmek zorunda. Gerçi sayın Erdoğan " Faizin yüksekliği mi yoksa kurun yüksekliği mi ülkeye daha fazla zarar veriyor" sorusunu irdeleyip ona ona göre karar verdiğini söylüyor. Bu karar O'na aittir. Ciddi ve zor bir karar vermiştir. Bakıp göreceğiz bu karar hangi neticelere götürecek ülkeyi ve bizleri, inşallah hayırla neticelenir bu gidiş. . Demokrasi yönetimini Futbola benzetirsek, halk kulüp başkanı, siyasi parti liderleri de antrenörler mesabesindedirler. Bu nedenle “demokrasilerde çare tükenmez”. Böyle anlarda kulüp başkanları yani halk ilk önce suçu antrenörlerde arar. Bugüne benzeyen kritik dönemlerde demokrasilerde gözler hemen muhalefet liderlerine çevrilir. Şu andaki talihsizliğimiz Türkiye'deki muhalefet liderleri arasından antrenörlüğe resmi bir adayın çıkmamış olmasıdır. Ortalıkta bazı isimler dolaşıyor, E. İmamoğlu, Mansur Yavaş, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Gül gibi. Adayın belirsizliği alternatifin halka anlatılamaması siyaseten yanlış gibi görünüyor..
MİLLET ÇIKAR YOL BULUR
Büyük milletlerin büyüklüğü bu gibi zor zamanlarda ortaya çıkar. İktidar bir şeyler yapıp söyleyecek, muhalefet yanlışları dile getirip çıkar yolu gösterecek. Sıkıntılardan en çok etkilenen, zorluklara en fazla muhatap olan halk ise sakin kafayla, öfkeye kapılmadan, dengeli, mantıklı düşünerek kararını vererek bir çıkış yolu gösterecek. Şu anda Türkiye'nin içinde bulunduğu iç ve dış sıkışmışlık gerçekten büyük. Ekonomiyi zaten söyledik. Bu iç sıkıntılara dış siyasi gelişmeleri eklersek (Amerika hem Yunanistan'a yığınak yapıyor hem de PYD aracılığı ile Suriye sınırımızı taciz ediyor. Rusya ile olan ilişkilerimizde inişli çıkışlı. Göçmenler sorunu başımızı ağrıtmaya devam ediyor.) Böyle zor zamanlarda bizlere, yani halka düşen görev, teenni ile hareket edip safları sıkılaştırmaktır. Hangi görüşten olursak olalım, bu ülke ve bu devlet hepimizin. Onların -mazallah- hastalanması, yaralanması hepimize telafisi mümkün olmayan sıkıntılar getirir. Aklımızdan çıkarmamız gerekir ki "döviz, faiz, enflasyon, pahalılık, işsizlik..." bunların hepsi önemli ama bunların hepsinden önemlisi üzerinde yaşadığımız vatanımızın tehlikeye girmesi ve devlet nizamının bozulmasıdır.
Netice olarak ümitsizliğe gerek yok Çünkü milletimiz ( iktidar yanlısı, muhalef taraftarı fark etmez 84 milyon) Afrika başta olmak üzere, tüm mazlumlara, masumlara yardım etmiştir. Açları doyurmuş, çıplakları giydirmiştir. Rabbimiz bu yardımlara, bu erdemli ve merhametli davranışlara karşılık bizlerden yardımını esirgemeyecektir. Sorunlarının büyük çoğunluğunu çözen, altyapısının önemli bir kısmını halleden milletimiz, yarınlara Allah'ın yardımı, milletin gayreti, iyilerin duaları ile hayırla ulaşacaktır. Geleceğimiz daha aydınlık, istikbalimiz daha mutlu ve huzurlu olacaktır. Çünkü millet olarak "niyet hayr akıbet hayr" demişiz, bu günkü dünyanın zulüm düzenine karşı çıkmışız, adalet ve esenliği sonuna kadar savunmuşuz.. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…. .
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.