Ünal SADE
Yasak Kent Buhara ve Şeyh Efendinin Anne Sevgisi
Türkistan Notları 1
Yakın dönemde ata toprakları olan Özbekistan’a (Taşkent, Semerkant, Buhara) bir seyahatim oldu. Bu seyahate ilişkin yazı beklentisi olduğunu biliyorum. Nereden başlasam diye çok düşündüm ve nihayet karar verdim. Adım adım bir seyahat yazısı yazmayacağım. Benim dikkatimi çeken, ilginç gelen, beni etkileyen konuları spesifik olarak yazacağım. Belki birkaç yazı yazabilirim…
Bu yazımda Buhara’nın tarihinden bir nebze bahsedip sonrasında O’nun simge evliyası Bahaeddin Nakşibendi hazretlerinden daha doğrusu hayatı hakkında çok şey bilmediğimiz annesine olan sevgisinden bahsedeceğim…
Buhara hakkında size en ilginç gelecek bilgi 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Buhara Hanlığı olarak bilinen bölgenin “Bir Yasak Kent” olduğudur. 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar hiçbir yabancı güce tabi olmayan ve emir almayan Buhara kendisini yabancılara özellikle Avrupalı ve Ruslara karşı korumaya almış onların topraklarında bulunmalarına hele hele keşfetmelerine asla müsaade etmemiştir. İzinsiz topraklarına giren gayrimüslimler idam dahil ağır cezalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Aslında Rus ve İngiliz emperyalizminden ve onların hegemonyasından yüzyıllarca yıl bu şekilde kurtulabilmişlerdir. Tatar hanlılarına (Ruslar 1552’de Kazan’ı, 1556’de Astrahan’ı ele geçirdiler)boyun eğdirip Türkistan ile komşu durumuna geçen ve sürekli güçlenen Rusya Buhara için ciddi bir tehdit haline gelmişti. Çok güçlü bir orduya sahip olmayan Buhara Hanlığının en güvendiği şey coğrafi konumuydu. Rusya ile arasında çok zor aşılan doğal engeller vardı. Kuzey, batı ve güneyinde bozkırlar ve aşılması güç kışın donan yazın sıcaktan kavrulan çöller, doğuda dağlar Buhara savunması için Allah’ın bir lütfuydu.
Kalem ve Mürekkep Kullanmak Yasak…
Buhara Hanları tüm batılıların ve özellikle Rusların sınır bölgelerine keşif gezileri düzenlemesi, yolları öğrenmesi, özellikle su noktalarının yerlerinin bilinmesi, hayvanlar için ot bulma imkânlarının araştırılması için yapacakları muhtemel ataklar için yüzlerce yıl teyakkuzda durdular. Onlar için her seyyah, her tüccar ya da her Avrupalı diplomat Rus ya da İngiliz ajanı olabilirdi… Bu insanlar topraklarına girmesi, özgürce dolaşması mümkün değildi. Hele hele not tutmaları imkânsızdı… Zorunlu ziyaretlerde adım adım izlenir, her yere girmelerine, özgürce gezmelerine izin verilmezdi…1831’de hanlığa girmeyi başaran ilk İngiliz kaşif Burnes’e Buhara’ya girer girmez yapılan ilk uyarı kalem ve mürekkep kullanmanın yasak olduğuydu…
Macar Vambery (Ki kendisi 1863’de derviş kılığında İstanbul üzerinden yola çıkmış ve bir İslam âlimi olduğu konusunda herkesi ikna etmişti. Öylesine hazırlık ve donanımlıydı) ise iyi niyetini kanıtlamak üzere üzerinde çizim malzemesi, kalem vb. şeyler bulunup bulunmadığının kontrol edilmesi için üzerinin aranmasına izin vermiş ve hiçbir not almayacağına dair yemin ettirilmiş, aksi bir durumda çölün ortasında terk edilme tehdidinde bulunulmuştu. Buna rağmen Vambery hileye başvurmuş ve anılarını paltosunun kalın yünleri arasına gizlediği yapraklara ve boynunda asılı bulunan bir kesede taşıdığı mushafın içinde sakladığı iki yaprağa yazmıştı…
Tatar Mollası Kılığında Bir Rus Ajanı…
1835’de Rus Ajanı Desmaisons (Tatar mollası Mirza Cafer kılığında Buhara’ya ulaşmayı başaran Desmaisons Fransa/Chambery’de büyümüş burjuva mason çocuğuydu. Olağanüstü kaderi onu Müslüman bir molla olarak Kızılkum’un zorlu şartları ve aşılmaz kışı içerisinde dünyanın en bilinmez şehrine ulaşmayı başarmıştı) Tatar toprakları içinde yer alan Orenburg’dan Buhara’ya tüccarlar arasında yaptığı yolculukta Buharalı tüccarlar tarafından sürekli gözetim altında tutulduğu halde her şeyi hafızasına kaydetmiş ve Sen Petersburg’a sunduğu raporda yaptığı 45 günlük bozkır seyahatinin tüm detaylarına (En küçük su kaynaklarının yeri, konaklama yerleri arasındaki mesafeler, ot-yakacak ve diğer tedarik konuları) yer vermeyi başarmıştı…
19.yüzyılda Ruslar Orta Asya’ya girdiler. Orta Asya’daki hanlıklardaki Pazar potansiyeli için Rus çarlığı Büyük Britanya karşı savaşı kazanmaya başladı.18. yüzyıldan itibaren Kazak bozkırlarına kurduğu kalelerle yayılmasını kolaylaştırdı ve nihayet 1920 yılında Kızıl Ordu son Buhara hanı olan Âlim Hanı tahttan indirdi ve Buhara Halk Cumhuriyeti kuruldu. Bu sözde Cumhuriyet 1924’de ortadan kalktı ve bölge tamamen Rus egemenliği altına girdi. Bu tarihten sonra Buhara Orta Asya’nın başkenti olma durumunu kaybetti. Başkenti Taşkent olan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde kaldı. 1990’da SSCB’nin yıkılması sonrası kurulan Özbekistan Cumhuriyetinin önemli bir şehri oldu. Ancak başkent Taşkent olarak devam etti…
Şehrin Koruyucu Evliyası…
“Yasak Şehir” Buhara’ya ulaşılması hem yabancılara karşı duyulan kuşku ve takip hem de ulaşmanın çok zor olmasıyla ilgiliydi. Buhara’ya gitmek için şehrin batısı ve kuzeyindeki büyük Kazak ve Türkmen çöllerini ya da güneydoğuda Hindi Kuş dağlarının aşılmaz geçitlerini aşmak gerekirdi. Her ne kadar Buhara’ya ulaşmanın zorluğu 1888’de demiryolunun Yeni Buhara’ya ulaşmasıyla sona ermiş gibi gözükse de SSCB döneminde de farklı bir ulaşılmazlıkla gizemini korumaya devam etti…
1990’da SSCB’nin yıkılmasıyla tüm engeller kalkmış bile olsa Buhara kolay ulaşılan bilinen bir güzergâh ve turizm rotası olamadı. Buhara nerede diye bugün bile sorsak tam olarak kim bilir? Hatta Tacikistan’da mı, Türkmenistan’da mı, Özbekistan’da mı? Sorusuna kaç kişi doğru cevap verir !!!
Burada bu tarihsel süreci Desmaisons (Sahte Molla Mirza Cafer)e dönerek tamamlayalım. Desmaisons Buhara ziyaretinde belki de ilk kez Buhara’nın 10 km dışındaki şehrin koruyucu evliyası Bahaeddin Nakşibend’in türbesini ziyareti edebilme ve burayı anlatabilme başarısı ile bitirelim. Casus seyyah Müslüman kılığında buraya ulaşmayı da başarmıştı.
Her Çarşamba, bir önceki günün dua ve zikr-i hafinin ardından büyük bir Pazar kurulan Bahaddin Nakşıbend türbesinin aynı zamanda bir ticari mekan olduğundan bahseden tek seyyah (casus) Damaisons’dur.
İşte Desmaisons’un dilinden mekân:
“Buhara sakinleri her Salı, hafızları dinlemek, eğlenmek ve günlük yaşamın sıkıntılarını birkaç saatliğine olsun unutmak için, neşeyle Mezar-ı Şerif köyüne toplanırlar… Orada her Çarşamba büyük bir Pazar kurulur. Buharalılar ise oraya hep Salı akşamından gidip ziyaretlerini yapar, sonra geceyi evliya türbesinin yanında onların deyimiyle ‘bir sonraki pazara çıkabilmek’ için dualar ederek geçirirler… Mezar, etrafı çınar ve kavak ağaçlarıyla çevrili küçük bir havuzun yakınında; burada evliyanın soyundan hocalar ve türbeye yaptıkları bağışlarla buraya gömülmeye hak kazanan diğer kişiler yatar. Diğer tarafta üç cami yükselir, biri iki yıl önce (1832) bugünkü Kuş Beyi tarafından yaptırılmıştır.”
(Desmaisons’un bahsettiği havuzun bugünkü hali)
yarasını sarmaya çalışıyor. Kızıl ordunun Buhara’ya girdiği 1920’den 1990’lı yıllara kadar hep gözetim altında tutulan Hanlık polisinin geçmiş yüzyıllarda yabancılara karşı uyguladığı sıkı takip stratejisinin başka bir boyutunu tüm kontrollü misafirler için yaşatan Buhara bir anlamda gizemin 1990’lı yıllara kadar sürdürmüş oldu.
Sovyet Döneminde İslami Kurumlar Çökertilmişti…
Sovyet döneminde islami kurumlar (Medrese, Cami, Vakıf vs)çökertilmişti. 19. Yüzyılda 200 civarında medrese, (10 binin üzerinde öğrenci) ve 200’ün üzerinde cami olan Buhara’da tüm müesseler kapatılmış ve sadece Kelan Camii ve Mir Arap Medresesinin göstermelik olarak açık kalmasına izin verilmişti.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra Orta Asya’da kültürel ve dini hayat yeniden canlanmaya başlamış 1994’e gelindiğinde yarısı Özbekistan’da olmak üzere 8000’e yakın cami ibadete açılmıştı. Buhara’da ise Bahaeddin Nakşibend türbesi 1989’da Müslümanların ibadetine açılmış ve 1993’de düzenlenen büyük bir uluslararası törenle Şehrin Kurucu Evliyasının türbesinin itibarı iade edilmiş hem Buharalılar ve Müslümanlar için yeniden bir toplanma merkezi haline gelmişti.
Çok kısa bir tarihsel süreç vereyim derken uzadığının farkındayım ancak “Gizemli Buhara” nın neden hala çok bilinen bir yer olmadığının hikâyesini yazmadan bugüne gelmek istemedim.
Şeyh Efendinin Anne Sevgisi…
Evet Buhara’ya ulaştığınızda ilk ziyaret etmeniz gereken yer Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin türbesini olduğunu ve bunun yüzyıllardır değişmediğini biliyoruz. Biz de öyle yapmak istedik. Ancak bana çok hoş gelen bir engelle karşılaştım. Rehber Hazretin türbesini ziyaret etmeden vasiyeti gereği annesinin türbesini ziyaret etmek gerektiğini söyledi. İlk kez duyduğumuz bu bilgi gönlümüzü ısıttı. Hazret “Beni ziyarete gelenler önce annemi ziyaret etsinler” temennisinde bulunmuş. Tabii ki hemen çağrıya uyduk büyüğümüzün annesinin kendi türbesinin yakınındaki türbesine yöneldik.
Özbek yetkilileri kutlamak gerekir. Tüm külliye çok bakımlı. Her yer yemyeşil ve çiçeklerle süslenmiş.
(Aşağıdaki fotoğraf Bahaeddin Nakşıbend hazretlerinin annesinin türbesine ulaşmak için kullanılan yolu gösteriyor)
Annesinin mezarının yanına güzel bir de cami yapılmış. Şirin caminin şirin bir de minaresi var.
Camiyi ziyaret edip mescid namazlarımızı kıldıktan sonra Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin annesinin mezarını ziyaret etmek kısmet oldu.
(Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin annesinin türbesi yanına yaptırılan cami ve şirin minaresi)
(Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin annesinin türbesi)
Bu vesile ile ahirete irtihal eylemiş tüm annelerimizin ruhlarına birer Fatiha okuyalım inşallah…
Artık Üstadın bulunduğu o tarihi mekâna yönelme zamanımız gelmişti.
(Bu yazı dizisinde “Moğol İstilasına Kadar Türkistan”- V.V. Barthold - Kronik Kitap, “Türkistan’ın Keşif Çağı Rus Seyyah Burnaşev’in Gözünden Buhara” –Murat Özkan –Kronik, “Yasak Kent Buhara”-Thıerry Zarcone-Türkiye İş Bankası Yayınları, TDV İslam Ansiklopesinden yararlanılmıştır)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.