Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Sezar’ın Hakkı-2
İfrat ve tefrit iki ayrı aşırı-ekstrem ucu temsil eder. Orta çağ sonuna kadar skolastik düşüncenin bir ürünü olarak kilise bilimsel düşünceyi sınırlandırırken, özellikle laiklik ilkesinin siyasal düşüncenin nirengi noktası olmasından itibaren dinin sosyal ve bilimsel hayattaki rolü ortadan kaldırılmış, din kaynaklı olması hasebiyle kamusal alanda toplumu ilgilendiren hiçbir kutsala itibar edilmemiştir. Süreç içerisinde İslam da işin içerisine dahil edilmiştir. Oysa laikliğin karşıtı teokrasi olabilir ama İslam teokrasi değildir. Allah da buradaki anlamı itibariyle, ‘tanrı’ değildir. (Burada geçen ‘tanrı’ kavramının anlam ayırımı için bir önceki yazımıza bakılabilir).
İslam neden teokrasi olsun ki... Teokrasi ‘tanrı düzeni’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Yunan-Helen kültürü ile İslam dininin ne alakası olabilir. Belli ki Allah’ın dinine sonraki dönemlerde iliştirilmiş ve ilişkilendirilmiş bir kavram… Nitekim laiklik Batıda, sonradan ve Hristiyanlığa karşı ortaya çıkmış bir kavram, bir kurumdur.
Kendi kendisine ve kendi yerine düşünemeyen Türk aydını (!) İslam’ı herhangi bir din, Allah’ı da ‘tanrı’ olarak ele aldığından, o yarım aklıyla ‘La Mevcude illa Hu…’ olan, mülkün sahibini de (haşa) birçok tanrıdan bir tanrı zannediyor. Cahit Zarifoğlu bakınız bunlarla ilgili ne demiş; ''Türk Aydınları Batı'nın planlarını kendi fikirleri zanneden ahmaklardır.'' Ne de güzel ifade etmiş!
Ayrıca da Batıda gelişmiş ve içerisi kendi şartlarında doldurulmuş bir terim bizi neden bağlasın… Biraz yakından baktığınızda bu anlayışın İslam’ın birincil düzeyde mücadele alanı içerisinde olduğu görülür. Zira teokrasi Allah’ın koyduğu hükümlere karşı tanrılık iddiasında olanlarla ilgili bir kavramdır.
Lâiklik, teokrasiye alternatif olarak ortaya çıkmış gibi gözükse de, aslında her ikisi de temelde aynı kaynağa, insanı tanrılaştırma düşüncesine dayanır. Çünkü gücü siyasal otoritenin simgesi demek olan ‘Sezar’a teslim ederken; bunun dışında kalanı -artık ne kalıyorsa- ‘tanrı’ya bırakıyor. Güç ve yetki esasen kendisinde bir başka deyişle… Böyle bir şey hangi sebebe binaen Allah’ın dini ile ilgili olsun… Geçmişte ve bireysel olan bu iddia günümüzde kurumsal… Ama her ikisinin de gözünü diktiği yer Allah’ın hakimiyet alanı… Bu İslam olabilir mi hiç… Bu bakımdan teokrasi de diğer bütün çizgi dışı siyasal felsefelerle aynı kefededir.
Kendisinden tahrikli güç ve kuvvet iddiası, küçük ya da büyük, bu anlamda şirk kategorisine girer. Şirk ise geniş anlamda Allah'a rağmen güç ve varlık iddiasıdır. Sekülerizmin böyle bir iddiası (tanrıyı-müslümanlar bakımından (haşa) Allah’ı- işlerine karıştırmama) olduğuna göre esasen İslam’la da bağdaşması söz konusu olamaz.
Kafasında tasarladığı Allah'ı (aslınsa buna ‘tanrıyı’ demek lazım. Allah’ı tanısa herhangi bir eksiklik görmez çünkü...) haşa-kella yeterli görmediğinden araya başka 'otoriteler' koyar. Referans kaynaklar ortada iken aracılar koyarsanız; işte o zaman inandığınız ve ibadet ettiğiniz şeyi Allah zannederken, gerçekte bir tanrıya (puta) inanmış ve tapmış olursunuz. Tek farkı ona kendinizce ‘Allah’ demenizdir.
Allah’ı sadece beş duyu ile de keşfedemezsiniz. Beş duyu yeterli olsaydı vahiy ya da peygamberlerin gönderilmesi de gerekmezdi. Sözgelimi geçmişte evrenin oluşması için 'tanrı'ya ihtiyaç olmadığını ileri süren Stephen Hawking, daha ileri aşama araştırmalarında "tanrı var" diyebilmiş... Dünyanın en zeki insanlarından birisi olarak kabul edilen Hawking'in aklıyla, yani beş duyusuyla ulaşabildiği şey; sadece olağanüstü ve metafizik bir güç atfettiği ‘tanrı’nın varlığını kabul etmesidir. Ama bulduğu şey Allah değil elbette… O halde İslam’ı ‘akıl’la sınırlandıranlara karşı fevkalade dikkatli olmak gerekir. İslam akıl dini değil nakil dinidir çünkü... Aklın çerçevesini de nakil belirler.
Kimi zaman insanların zihin gerilerinde oluşturulan kavram ve tahayyüller vardır. Hiç farketmezler bile… Örneğin; Allah demek yerine ‘tanrı’ kavramı tercih edilir. Ne anlama geldiği bir tarafa, neden Allah değil de tanrı dendiğini kimse sorgulamaz. Önemsiz bir detaymış gibi gözükür ama, bilinçaltınıza yerleşen bu ön kabulü, sonrasında isteseniz de bertaraf edemezsiniz.
Ezcümle; böylesine temel bir kavrama bile zihinlerde netlik kazandırılamamış. Öteden beri zaten varolan, adına ‘şirk’ denen ve günümüzde kişi bazında seküler ya da özgür yaşam, kurumsal olarak da laisizm denen bu illet, Allah’ın dini karşısında konumlanmış ve Peygamberlerin ‘birinci sırada’ mücadele ettiği anlayışın adıdır Efendim… Biline…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.