xxx09
Vakitte bir delikanlı
DÜN Vakit gazetesinde bir makale okudum ve hayatım değişti...
Aydınlandım... Yüreğim ışıdı... Umutla doldum...
Geçmişte aynı inanç dairesinde bulunduğum insanlara dair hayal kırıklıklarım onarıldı...
Gülümsedim... Heyecanlandım...
"İnsan olmak" ile "Müslüman olmak" arasındaki acayip sıkı ilişkiyi yeniden anımsadım...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
Cüppeli Ahmet Hoca'nın bin vaazla yapamayacağını yapıyordu...
Hayrettin Hoca'nın 80 bin fetvasına bedeldi...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
"En radikal İslami görüşlere sahip biri"nin, "en katı laik görüşlere sahip biri" ile aynı insanlık noktasında bulaşabileceğini kanıtlıyordu...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
Her türden insanın nezdinde "emin" sıfatını kazanmanın ne demek olduğunu fark ettiriyordu...
* * *
Vakit'teki yiğidin adı, Selahaddin Çakırgil'dir...
Ben onu ta 70'li yıllardan beri tanırım...
"Şura" dergisinden, "Akıncılar" hareketinden, "İslami hareket"in sağcılıktan koptuğu dönemlerden, 12 Eylül günlerinde Diyarbakır uçağının Tahran'a kaçırılma girişiminden, mahpuslara düşmesinden, İran'daki sürgün hayatından tanırım...
Ve en sonunda Vakit'teki sessiz sakin yazarlığından tanırım...
Hayatta bir kez olsun yüz yüze gelip konuşmadık ama tanırım kendisini...
Kibardır, yiğittir, delikanlıdır, yüzü kızarır, vicdan sahibidir, mantıklıdır, aşiretçi değildir, nefret ettirmez...
"Tipik bir Vakit yazarı" değildir yani... Vakit'teki aykırıdır kendisi...
Oturup sohbet etsek, yığınla mevzu çıkar anlaşamayacağımız...
Ama oturup sohbet edilecek bir adamdır Selahaddin Çakırgil...
* * *
Gelelim makaleye... Makale şu iki cümleyle başlıyor:
"Bu yazıyı yazarken çok zorlandığımı belirtmeliyim... Ama kalbim fazlasını taşıyamadı..."
Çakırgil'in incelikli kalbinin daha fazla taşımaya dayanamadığı olay, Vakit gazetesinin "Hüseyin Üzmez iğrençliği" karşısındaki tutumudur...
Çakırgil'in yazısından okumaya devam edelim:
"Gazete yönetiminin konuya gereken hassasiyetle tepki vermemesini anlayabilmiş değilim. Şimdi geldiğim nokta, kendi açımdan ürpertici, dehşet vericidir. (...) Vakit'in o kişinin sözlerinin kabul edilmezliğini açıklamakla yetinmesi karşısında hayal kırıklığı yaşadım... Halbuki Vakit'in, İslam konusunda öylesine saçma-sapan laflar eden bir kişiyle hiçbir bağının kalmadığını açıklamasını beklerdim."
Çakırgil sözü, Yeni Şafak gazetesinin "Utan be adam" manşetine getiriyor...
Ve şöyle diyor:
"Yeni Şafak'ın başlığa çektiği o ifadeyi bizzat Vakit yazabilmeliydi... Bu yapılamadığı gibi Yeni Şafak'ın yayını 'düşman sevindiren yayın' diye suçlanmış, Hürriyet ve Ahmet Hakan'ın Yeni Şafak'ı takdirle anması, Yeni Şafak'ın tavrının yanlışlığına delil olarak gösterilip eleştirilmiştir. Bu anlaşılır gibi değildir... Ki, Ahmet Hakan'ın belki de en düşündürücü yazılarından birisi idi o yazı... Toplumun her kesiminden insanların, en Müslüman'ından en laik'ine kadar nicelerinin midesini bulandıran bir durum karşısında kızmak yerine, o saçmalıkların üzerine gidilmeliydi. 'Doğru'lar Hürriyet'in veya Ahmet Hakan'ın dilinden beyan edilince bile güzeldir. Çok aykırı bir yerde olmak, doğrunun beyanına ve doğruya imrenilmesine engel olamaz."
Hepsi bu değil...
Çakırgil, müthiş hesaplaşmasını şöyle sürdürüyor:
"Bu kişinin (Hüseyin Üzmez'i kastediyor A.H.) söz ve tavırlarına karşı çıkılmasından dolayı mütedeyyin insanlara saldırılmak istendiği gibi bir hisse asla kapılmadım. Ama mütedeyyin insanların onu aralarından fırlatıp atmamalarının şaşkınlığını yaşıyorum."
* * *
Çakırgil, yazısının sonunda Vakit'e meydan okumayı da ihmal etmemiş, yazısının yayınlanmaması durumunda "çekip gideceği"ni belirtmiş...
Vakit de bu meydan okumadan ürkmüş olmalı ki, yazının en altına, "Yazıdaki görüşlerin büyük bir bölümüne katılmak mümkün değildir" notunu koyarak yayınlamış...
Bence Selahaddin Çakırgil, yazının altına konan o "not"u kesip saklasın... Çünkü o "not", kendisi ile Vakit arasındaki "tıynet farkı"nın kanıtıdır ve bu açıdan çok mühimdir...
Dindar kadınlardan Vakit'e ültimatom
SELAHADDİN Çakırgil'in yazısıyla yeterince ferahlamıştım ki...
Kendilerini "dindar kadınlar" olarak nitelendiren bir grup kadının "ortak bildiri"si çıkmasın mı karşıma?
Tam anlamıyla "nur üstüne nur" oldu...
Aralarında tanıyıp bildiklerimin de olduğu bir grup dindar kadının, Vakit'e ültimatomuydu bu...
Bildiride Vakit'in, Hüseyin Üzmez olayı karşısındaki tutumu eleştiriliyor, "Hayal kırıklığına uğradık" deniliyor, Hüseyin Üzmez'in dindar kesimi ve vicdanı olan herkesi rencide ettiği söyleniyor ve Vakit'ten Üzmez'le ilişkisini kesmesi talep ediliyordu...
"Dindar kadınlar", Vakit'ten kendilerine gelebilecek, "başkalarının kuyruğuna takılıp Vakit'i suçluyorsunuz" şeklindeki eleştiriye de şahane bir yanıt veriyorlardı:
"Başkaları farklı niyetlerle de olsa, açık bir haksızlığı işaret ediyorlarsa, onların 'kuyruğuna takılmak'tan asla rahatsız olmuyoruz."
Bildirideki son cümle ise tam anlamıyla muhteşemdi:
"Hüseyin Üzmez tartışmalı bir raporla dört duvar arasından kurtulmuş olabilir ama anaların, kadınların ve insanlığın vicdanındaki mahkumiyetinden ömür boyu kurtulamayacaktır."
Ayla Kerimoğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Mualla Kavuncu, Semanur Sönmez Yaman gibi isimlerin imzasını taşıyan bu bildirinin herkesin imzasına açık olduğunu duyuruyorum...
Aydınlandım... Yüreğim ışıdı... Umutla doldum...
Geçmişte aynı inanç dairesinde bulunduğum insanlara dair hayal kırıklıklarım onarıldı...
Gülümsedim... Heyecanlandım...
"İnsan olmak" ile "Müslüman olmak" arasındaki acayip sıkı ilişkiyi yeniden anımsadım...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
Cüppeli Ahmet Hoca'nın bin vaazla yapamayacağını yapıyordu...
Hayrettin Hoca'nın 80 bin fetvasına bedeldi...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
"En radikal İslami görüşlere sahip biri"nin, "en katı laik görüşlere sahip biri" ile aynı insanlık noktasında bulaşabileceğini kanıtlıyordu...
Öyle bir makaleydi ki Vakit'te okuduğum:
Her türden insanın nezdinde "emin" sıfatını kazanmanın ne demek olduğunu fark ettiriyordu...
* * *
Vakit'teki yiğidin adı, Selahaddin Çakırgil'dir...
Ben onu ta 70'li yıllardan beri tanırım...
"Şura" dergisinden, "Akıncılar" hareketinden, "İslami hareket"in sağcılıktan koptuğu dönemlerden, 12 Eylül günlerinde Diyarbakır uçağının Tahran'a kaçırılma girişiminden, mahpuslara düşmesinden, İran'daki sürgün hayatından tanırım...
Ve en sonunda Vakit'teki sessiz sakin yazarlığından tanırım...
Hayatta bir kez olsun yüz yüze gelip konuşmadık ama tanırım kendisini...
Kibardır, yiğittir, delikanlıdır, yüzü kızarır, vicdan sahibidir, mantıklıdır, aşiretçi değildir, nefret ettirmez...
"Tipik bir Vakit yazarı" değildir yani... Vakit'teki aykırıdır kendisi...
Oturup sohbet etsek, yığınla mevzu çıkar anlaşamayacağımız...
Ama oturup sohbet edilecek bir adamdır Selahaddin Çakırgil...
* * *
Gelelim makaleye... Makale şu iki cümleyle başlıyor:
"Bu yazıyı yazarken çok zorlandığımı belirtmeliyim... Ama kalbim fazlasını taşıyamadı..."
Çakırgil'in incelikli kalbinin daha fazla taşımaya dayanamadığı olay, Vakit gazetesinin "Hüseyin Üzmez iğrençliği" karşısındaki tutumudur...
Çakırgil'in yazısından okumaya devam edelim:
"Gazete yönetiminin konuya gereken hassasiyetle tepki vermemesini anlayabilmiş değilim. Şimdi geldiğim nokta, kendi açımdan ürpertici, dehşet vericidir. (...) Vakit'in o kişinin sözlerinin kabul edilmezliğini açıklamakla yetinmesi karşısında hayal kırıklığı yaşadım... Halbuki Vakit'in, İslam konusunda öylesine saçma-sapan laflar eden bir kişiyle hiçbir bağının kalmadığını açıklamasını beklerdim."
Çakırgil sözü, Yeni Şafak gazetesinin "Utan be adam" manşetine getiriyor...
Ve şöyle diyor:
"Yeni Şafak'ın başlığa çektiği o ifadeyi bizzat Vakit yazabilmeliydi... Bu yapılamadığı gibi Yeni Şafak'ın yayını 'düşman sevindiren yayın' diye suçlanmış, Hürriyet ve Ahmet Hakan'ın Yeni Şafak'ı takdirle anması, Yeni Şafak'ın tavrının yanlışlığına delil olarak gösterilip eleştirilmiştir. Bu anlaşılır gibi değildir... Ki, Ahmet Hakan'ın belki de en düşündürücü yazılarından birisi idi o yazı... Toplumun her kesiminden insanların, en Müslüman'ından en laik'ine kadar nicelerinin midesini bulandıran bir durum karşısında kızmak yerine, o saçmalıkların üzerine gidilmeliydi. 'Doğru'lar Hürriyet'in veya Ahmet Hakan'ın dilinden beyan edilince bile güzeldir. Çok aykırı bir yerde olmak, doğrunun beyanına ve doğruya imrenilmesine engel olamaz."
Hepsi bu değil...
Çakırgil, müthiş hesaplaşmasını şöyle sürdürüyor:
"Bu kişinin (Hüseyin Üzmez'i kastediyor A.H.) söz ve tavırlarına karşı çıkılmasından dolayı mütedeyyin insanlara saldırılmak istendiği gibi bir hisse asla kapılmadım. Ama mütedeyyin insanların onu aralarından fırlatıp atmamalarının şaşkınlığını yaşıyorum."
* * *
Çakırgil, yazısının sonunda Vakit'e meydan okumayı da ihmal etmemiş, yazısının yayınlanmaması durumunda "çekip gideceği"ni belirtmiş...
Vakit de bu meydan okumadan ürkmüş olmalı ki, yazının en altına, "Yazıdaki görüşlerin büyük bir bölümüne katılmak mümkün değildir" notunu koyarak yayınlamış...
Bence Selahaddin Çakırgil, yazının altına konan o "not"u kesip saklasın... Çünkü o "not", kendisi ile Vakit arasındaki "tıynet farkı"nın kanıtıdır ve bu açıdan çok mühimdir...
Dindar kadınlardan Vakit'e ültimatom
SELAHADDİN Çakırgil'in yazısıyla yeterince ferahlamıştım ki...
Kendilerini "dindar kadınlar" olarak nitelendiren bir grup kadının "ortak bildiri"si çıkmasın mı karşıma?
Tam anlamıyla "nur üstüne nur" oldu...
Aralarında tanıyıp bildiklerimin de olduğu bir grup dindar kadının, Vakit'e ültimatomuydu bu...
Bildiride Vakit'in, Hüseyin Üzmez olayı karşısındaki tutumu eleştiriliyor, "Hayal kırıklığına uğradık" deniliyor, Hüseyin Üzmez'in dindar kesimi ve vicdanı olan herkesi rencide ettiği söyleniyor ve Vakit'ten Üzmez'le ilişkisini kesmesi talep ediliyordu...
"Dindar kadınlar", Vakit'ten kendilerine gelebilecek, "başkalarının kuyruğuna takılıp Vakit'i suçluyorsunuz" şeklindeki eleştiriye de şahane bir yanıt veriyorlardı:
"Başkaları farklı niyetlerle de olsa, açık bir haksızlığı işaret ediyorlarsa, onların 'kuyruğuna takılmak'tan asla rahatsız olmuyoruz."
Bildirideki son cümle ise tam anlamıyla muhteşemdi:
"Hüseyin Üzmez tartışmalı bir raporla dört duvar arasından kurtulmuş olabilir ama anaların, kadınların ve insanlığın vicdanındaki mahkumiyetinden ömür boyu kurtulamayacaktır."
Ayla Kerimoğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Mualla Kavuncu, Semanur Sönmez Yaman gibi isimlerin imzasını taşıyan bu bildirinin herkesin imzasına açık olduğunu duyuruyorum...