Uzlaşalım da, kim kiminle uzlaşsın?

Türkiye'nin bu iktidarla önünde açılan yeni dönemde en sık işiteceğimiz sözcüğü artık biliyoruz: 'Uzlaşma'... Sorunların altında ezilen bir ülke olmaktan sorunlarını çözebilen örnek bir üke olmaya doğru atacağımız her adım, yol boyu daha da geliştireceğimiz 'uzlaşma' kültürünün bir sonucu olacak...

Aksini düşünmek bile abes: Türkiye son bir yılını boşu boşuna tüketti, heba edip gitti. Asker-sivil çelişkisinin de iktidar-muhalefet çatışmasının da en aşırılarını son bir yıl içerisinde birbiri ardına yaşadık. Aynı türden çelişme, çekişme ve çatışmaları birbiri peşi sıra yaşamayı bir daha göze alamayız; kimse alamaz. Çatışmacı bir ortam Türkiye'yi güçsüz, insanını çulsuz bırakır...

Dikkat edilirse, Türkiye'yi dışarıdan gözleyen iyi niyetli yaklaşımlar da hep aynı tavsiye üzerinde birleşiyor: Uzlaşma... Dün iki örneğini burada sundum; AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn ile Alman anayasa uzmanı Prof. Andrew Arato da sorunlarımızla baş etmenin en kestirme yolu olarak 'uzlaşma' yöntemini öneriyor.

Sorunun düğümlendiği nokta da burası: Yeni dönemde atılacak her adım, yapılacak her reform girişimi bir uzlaşmanın sonucu olmalı; ama uzlaşma kimler arasında olacak?

İlk akla gelen iktidarın muhalefetle, Tayyip Erdoğan'ın Deniz Baykal'la uzlaşması... Ergenekon zanlısı bir yazar sütununda bunu tavsiye edip duruyor bir süredir. Bazıları muhalefet içerisine MHP ve hatta DTP'yi de katıyor...

Hiç tereddütsüz doğru olan en geniş uzlaşmaya ulaşarak sonuç almaktır. Keşke ülkedeki bütün politik güçler belli başlı konularda aynı çizgi üzerinde birleşebilseler. Ancak bugünün Türkiyesi'nde bunu sağlamak çok zor, adeta imkânsız bir şey bu. CHP vaktiyle eldeki anayasayı “12 Eylül Anayasası” diye küçümsüyor ve bütünüyle değiştirilmesini talep ediyordu. Ak Parti CHP'nin beğenisini almış, “Bu olursa ben varım” demiş olduğu anayasa metni üzerinde 'uzlaşma' aramaya çıksın bakalım ne göreceğiz? CHP bu yolu baştan tıkamak için “Ak Parti anayasayı değiştirme sevdasından vazgeçsin” deyip duruyor.

Anayasa değişmeyecekse, reformlar nasıl gerçekleştirilecek?

Türkiye'yi, dengelerini ve işlerin nasıl yürütüldüğünü bilenler, iktidarla muhalefet arasında bir 'uzlaşma' ihtimali bulunmadığından da haberdarlar. Bu sebeple uzlaşma için daha değişik adreslerin kapısının çalınmasını istiyorlar. Kimi 'sivil toplum' ile bir uzlaşma arayışını tavsiye ediyor, kimi de (sözgelimi Prof. Arato) 'Kemalist seçkinler'in kapısının çalınmasını bekliyorlar.

'Kemalist seçkinler' ile kast edilen siyaset-dışı odaklar veya isimler üzerinde durduğumuzda fazla bir mesafe almanın güçlüğü kendini belli ediyor. Kendisini o sıfatla tanıtıp fikir verebilecek çok kişi yok etrafta; varolanların da 'uzlaşma'dan ne anladığı iyi biliniyor. Yine de atılacak adımlarda o kesimin hassasiyetlerini bütünüyle dışarıda tutmamak gerektiği de aşikâr. En iyisi genel olarak 'sivil toplum' ile yakın bir arayışı gerçekleştirmek...

Hükümete kolayca ulaşabilen 'Gönüllü Teşekküller Vakfı' türü kuruluşlar bu yönde öncülüğü ele alabilir. Önemli bir temsil gücü bulunan TOBB da mutlaka görüşüne başvurulması gereken bir örgüt. Sendikalar, vakıflar, dernekler...Sayıca sınırlı bir kesimi temsil etse de ekonomik gücü sebebiyle uzlaşma arayışında TÜSİAD da ihmal edilmemelidir.

Muhalefet ile uzlaşma tekliflerini ele alırken koyduğum muhalefet şerhi kısmen burada da geçerli: TÜSİAD sözgelimi, yıllar ve yıllar boyu, 'Yeni Anayasa' diye yeri göğü inletti. Bütün reform girişimlerini desteklerken esas yapılması gerekenin anayasayı bütünüyle yenilemek olduğunu mutlaka vurguladı TÜSİAD. Bir değil birden fazla anayasa metni hazırlanmasına ön ayak olduğunu da biliyoruz. Sorum şu: Hükümet TÜSİAD'ın hazırlattığı en son anayasa teklifini bütünüyle benimsese, o metni kendi metni haline getirse TÜSİAD hükümetin bu girişimini destekler mi?

Ne dersiniz, destekler mi?

'Uzlaşma' konusu bir yazıyı daha hak edecek kadar önemli.

Önceki ve Sonraki Yazılar