xxx65566
Türkiye'nin Afrika açılımı, Darfur ve UCM'nin kararı
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) beklenen kararı dün açıklandı. Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir hakkında tutuklama kararı çıktı. 2002 yılında kurulan UCM, ilk kez bu kadar üst düzey bir insan yetkili hakkında karar verdi. İlk kez görevdeki bir Devlet Başkanı hakkında tutuklama kararı veriliyor.
Karar üzerine Sudan karıştı. Son yıllarda enerji kaynakları ile dünyanın dikkatini çeken, Güney Sudan'da yıllar süren çatışmalardan sonra adeta ikiye bölünen, Batılı şirketler ile Çinli, Asyalı şirketler arasında şiddetli kaynak savaşlarına ev sahipliği yapan, son yıllarda ise Darfur'daki etnik çatışmalarla gündemde olan Sudan'ın parçalanması tartışılır oldu. Hartum'da protesto gösterileri yapan Sudanlılar kararı ülkeyi parçalamak için hazırlanan "uluslararası komplo"nun bir parçası olarak görüyor. Pazar günü Darfur'u ziyaret edeceği açıklanan Beşir ise, kararın hiçbir anlamı olmadığını söylüyor.
Afrika Birliği ülkeleri tutuklama kararını tanımayacaklarını daha önce açıklamıştı. Arap Birliği de benzer bir karar aldı. Çok ilginç, Sudan'dan ayrılmak için yıllarca savaşan sonra da özel bir anlaşmayla ülkeden kopan Hristiyan Güney Sudan da bu karara karşı. Batı ülkeleri, özellikle de ABD Sudan için "fazla büyük" diyor, parçalanmasını istiyor. Darfur, insan hakları ihlallerinin ötesinde böyle bir gerçeğin de adı. Biraz geriye dönelim ve olayın farklı boyutlarını aktaralım:
2002 yılında UCM kurulurken en şiddetli karşı duruş ABD'den geldi. Washington, UCM'yi tanıyan ülkeleri açıktan tehdit etti. Askerlerinin dava edilmemesi için 69 ülkeyle ikili anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalar yüzünden Afganistan'da binlerce esirin öldürülmesi soruşturulamadı. Irak'taki işkenceler soruşturulamadı. ABD-İngiliz askerleriyle İsrail istihbaratının toplu katliamları hakkında hiçbir işlem yapılamadı. UCM bunlar için hiçbir şey yapmadı.
2003 yılında bir başka örnek ABD, İsrail ve İngiltere ile Belçika arasında yaşandı. Sabra ve Şatilla katliamının sanıklarından İsrail Başbakanı Ariel Şaron ve bazı İsrailli generallere karşı savaş suçu isnadıyla dava açılmasına imkan veren Belçika'daki söz konusu yasa baskıyla değiştirildi. Irak işgali nedeniyle Iraklılar tarafından ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers ve işgal komutanı Tommy Franks hakkında dava açılması ABD Başkanı George Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair hakkında da dava açılması talebi, Belçika'ya yönelik İsrail baskılarına ABD ve İngiltere'nin baskılarının da eklenmesine neden oldu. ABD ile Belçika arasında askeri ve "Brüksel'deki NATO üssünün bir başka ülkeye taşınması tehditleri"ne kadar varan tartışma yaşandı.
Peki BM Güvenlik Konseyi gündemine getirilen, ABD Kongresi'nin soykırım kararı alınan Darfur meselesi nedir?
Bölgede 1980'den bu yana çatışma yaşanıyor. Çatışmanın temelinde etnik mücadele var. Darfur Kurtuluş Ordusu (DKO), Sudan Özgürlük Hareketi, Adalet ve Eşitlik Hareketi gibi örgütler, Çad sınırı boyunca uzanan bölgenin Sudan'dan koparılıp bağımsız devlet olabilmesi için Hartum yönetimine karşı savaş veriyor. Darfur'un yani "Fur Duyarı"nın tamamı Müslüman. Halkın yüzde 60'ı Arap, yüzde 40'ı Afrika kökenli kabilelerden oluşuyor. Ancak bölgenin yerlileri Afrika kökenli. Tarihi 1596'lara kadar geri giden bir Sultanlık ya da Krallık geçmişi var. 1916'larda Sudan'a entegre olmuş. Şimdi bu tarihi mirastan hareketle bağımsızlık istiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), insani açıdan trajedinin yaşandığını ancak ABD'nin iddia ettiği gibi bir soykırım, toplu katliam ya da toplu tecavüz vakalarının olmadığını belirtiyor. Bu tespit Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü tarafından da kabul ediliyor. Darfur'daki gibi etnik çatışma örnekleri bugün dünyanın bir çok bölgesinde var. Üstelik kriz 1980'lerden beri yaşanıyor. Neden şimdi gündeme taşındı? Neden abartılarak "dünyanın en korkunç insanlık trajedisi" olarak pazarlanıyor?
Nijerya, Nijerya bağlantılı Nijer Deltası, Batı Afrika Boru hattı, Çad ve Kamerun boru hattı ile Orta Afrika'daki kaynak mücadelesine dikkat etmek gerekiyor. Bölgede müthiş bir nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Gerilimin önümüzdeki yıllarda daha da artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
UCM'nin kararı, Türkiye'nin Afrika açılımına, "Türkiye'nin Afrika Strateji Belgesi"nin açıklanacağı döneme denk geldi. Afrika kıtasının yeniden dizayn edildiği bir dönemde Türkiye ilk kez bu kadar güçlü biçimde bölgede yerini alıyor. Davos tartışmaları sırasında Ömer el Beşir'in Ankara'ya gelişine tepki gösterenlerin neler yazacaklarını tahmin ediyorum. Kim ne derse desin, Türkiye, bütün gündelik tartışmaların ötesinde derinlikli bir Afrika stratejisi uyguluyor ve bu devam etmeli.
UCM kararı krizi daha de derinleştirecek, çatışmaları artıracak, çözümü imkansız hale getirecek. Darfur'daki insanlık sorununun çözümü için hepimiz seferber olmalıyız ama bu şekilde çözüm zor görünüyor.
Irak'taki işkence merkezlerini, Afganistan'daki Bağram esir kampını, gizli esir ticaretini, İsrailli yetkililerin daha yeni Gazze'de işlediği suçları, daha doğrusu Batılı savaş suçlularını yargılayamayanlar Sudan için ne kolay karar aldı? BM, Darfur'u ne çabuk gündemine alıp karar çıkardı? ABD'nin UCM'yi yok etmek için giriştiği sert müdahaleye karşı tek cümle yazmayanların Darfur meselesini tartışabileceğini sanmıyorum. Çünkü hiç anlamadıkları bir konu. Bölgedeki trajedinin durdurulması için elbette çok şey yapmalıyız. Mehmet Ali Paşa'dan beri devam eden bir sorun bu. Bizim sorunumuz. Ama böyle bir sorunu çirkin bir bölgesel projeye dönüştürenleri, insan onuru üzerinden güvenlik politikaları uygulayanları, buna alet olanları da deşifre etmeliyiz. UCM'nin çifte standardını, UCM üzerinden hangi hesapların yapıldığını, ABD ve İsrailliler'in neden UCM'nin gündemine hiç girmediğini eleştirmeliyiz. Ömer el Beşir'i savunacak değiliz. Ama Sudan'ı savunuruz. Darfur'u savunuruz. Oradaki çatışmaları, trajediyi önlemeye çalışırız. Ancak bu trajedi üzerinden hesap yapanları şiddetle kınıyoruz. Çünkü onları tanıyoruz biz. Yıllardır yakın çevremizde neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz.
Türkiye UCM'yi tanımadığı için Beşir'i tutuklayamaz. Tabi Amerika'da da yapamaz bunu. Darfur meselesinin Sudan'ı istikrarsızlığa sürükleme politikalarını da boşa çıkaracak şekilde çözümü mümkün. Bunu Türkiye biliyor. Çünkü Darfur'dakiler Osmanlı yıkıldıktan sonra bile Osmanlıya aidiyetlerini devam ettirdiler. Onlar bizim insanlarımız…
Karar üzerine Sudan karıştı. Son yıllarda enerji kaynakları ile dünyanın dikkatini çeken, Güney Sudan'da yıllar süren çatışmalardan sonra adeta ikiye bölünen, Batılı şirketler ile Çinli, Asyalı şirketler arasında şiddetli kaynak savaşlarına ev sahipliği yapan, son yıllarda ise Darfur'daki etnik çatışmalarla gündemde olan Sudan'ın parçalanması tartışılır oldu. Hartum'da protesto gösterileri yapan Sudanlılar kararı ülkeyi parçalamak için hazırlanan "uluslararası komplo"nun bir parçası olarak görüyor. Pazar günü Darfur'u ziyaret edeceği açıklanan Beşir ise, kararın hiçbir anlamı olmadığını söylüyor.
Afrika Birliği ülkeleri tutuklama kararını tanımayacaklarını daha önce açıklamıştı. Arap Birliği de benzer bir karar aldı. Çok ilginç, Sudan'dan ayrılmak için yıllarca savaşan sonra da özel bir anlaşmayla ülkeden kopan Hristiyan Güney Sudan da bu karara karşı. Batı ülkeleri, özellikle de ABD Sudan için "fazla büyük" diyor, parçalanmasını istiyor. Darfur, insan hakları ihlallerinin ötesinde böyle bir gerçeğin de adı. Biraz geriye dönelim ve olayın farklı boyutlarını aktaralım:
2002 yılında UCM kurulurken en şiddetli karşı duruş ABD'den geldi. Washington, UCM'yi tanıyan ülkeleri açıktan tehdit etti. Askerlerinin dava edilmemesi için 69 ülkeyle ikili anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalar yüzünden Afganistan'da binlerce esirin öldürülmesi soruşturulamadı. Irak'taki işkenceler soruşturulamadı. ABD-İngiliz askerleriyle İsrail istihbaratının toplu katliamları hakkında hiçbir işlem yapılamadı. UCM bunlar için hiçbir şey yapmadı.
2003 yılında bir başka örnek ABD, İsrail ve İngiltere ile Belçika arasında yaşandı. Sabra ve Şatilla katliamının sanıklarından İsrail Başbakanı Ariel Şaron ve bazı İsrailli generallere karşı savaş suçu isnadıyla dava açılmasına imkan veren Belçika'daki söz konusu yasa baskıyla değiştirildi. Irak işgali nedeniyle Iraklılar tarafından ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers ve işgal komutanı Tommy Franks hakkında dava açılması ABD Başkanı George Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair hakkında da dava açılması talebi, Belçika'ya yönelik İsrail baskılarına ABD ve İngiltere'nin baskılarının da eklenmesine neden oldu. ABD ile Belçika arasında askeri ve "Brüksel'deki NATO üssünün bir başka ülkeye taşınması tehditleri"ne kadar varan tartışma yaşandı.
Peki BM Güvenlik Konseyi gündemine getirilen, ABD Kongresi'nin soykırım kararı alınan Darfur meselesi nedir?
Bölgede 1980'den bu yana çatışma yaşanıyor. Çatışmanın temelinde etnik mücadele var. Darfur Kurtuluş Ordusu (DKO), Sudan Özgürlük Hareketi, Adalet ve Eşitlik Hareketi gibi örgütler, Çad sınırı boyunca uzanan bölgenin Sudan'dan koparılıp bağımsız devlet olabilmesi için Hartum yönetimine karşı savaş veriyor. Darfur'un yani "Fur Duyarı"nın tamamı Müslüman. Halkın yüzde 60'ı Arap, yüzde 40'ı Afrika kökenli kabilelerden oluşuyor. Ancak bölgenin yerlileri Afrika kökenli. Tarihi 1596'lara kadar geri giden bir Sultanlık ya da Krallık geçmişi var. 1916'larda Sudan'a entegre olmuş. Şimdi bu tarihi mirastan hareketle bağımsızlık istiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), insani açıdan trajedinin yaşandığını ancak ABD'nin iddia ettiği gibi bir soykırım, toplu katliam ya da toplu tecavüz vakalarının olmadığını belirtiyor. Bu tespit Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü tarafından da kabul ediliyor. Darfur'daki gibi etnik çatışma örnekleri bugün dünyanın bir çok bölgesinde var. Üstelik kriz 1980'lerden beri yaşanıyor. Neden şimdi gündeme taşındı? Neden abartılarak "dünyanın en korkunç insanlık trajedisi" olarak pazarlanıyor?
Nijerya, Nijerya bağlantılı Nijer Deltası, Batı Afrika Boru hattı, Çad ve Kamerun boru hattı ile Orta Afrika'daki kaynak mücadelesine dikkat etmek gerekiyor. Bölgede müthiş bir nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Gerilimin önümüzdeki yıllarda daha da artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
UCM'nin kararı, Türkiye'nin Afrika açılımına, "Türkiye'nin Afrika Strateji Belgesi"nin açıklanacağı döneme denk geldi. Afrika kıtasının yeniden dizayn edildiği bir dönemde Türkiye ilk kez bu kadar güçlü biçimde bölgede yerini alıyor. Davos tartışmaları sırasında Ömer el Beşir'in Ankara'ya gelişine tepki gösterenlerin neler yazacaklarını tahmin ediyorum. Kim ne derse desin, Türkiye, bütün gündelik tartışmaların ötesinde derinlikli bir Afrika stratejisi uyguluyor ve bu devam etmeli.
UCM kararı krizi daha de derinleştirecek, çatışmaları artıracak, çözümü imkansız hale getirecek. Darfur'daki insanlık sorununun çözümü için hepimiz seferber olmalıyız ama bu şekilde çözüm zor görünüyor.
Irak'taki işkence merkezlerini, Afganistan'daki Bağram esir kampını, gizli esir ticaretini, İsrailli yetkililerin daha yeni Gazze'de işlediği suçları, daha doğrusu Batılı savaş suçlularını yargılayamayanlar Sudan için ne kolay karar aldı? BM, Darfur'u ne çabuk gündemine alıp karar çıkardı? ABD'nin UCM'yi yok etmek için giriştiği sert müdahaleye karşı tek cümle yazmayanların Darfur meselesini tartışabileceğini sanmıyorum. Çünkü hiç anlamadıkları bir konu. Bölgedeki trajedinin durdurulması için elbette çok şey yapmalıyız. Mehmet Ali Paşa'dan beri devam eden bir sorun bu. Bizim sorunumuz. Ama böyle bir sorunu çirkin bir bölgesel projeye dönüştürenleri, insan onuru üzerinden güvenlik politikaları uygulayanları, buna alet olanları da deşifre etmeliyiz. UCM'nin çifte standardını, UCM üzerinden hangi hesapların yapıldığını, ABD ve İsrailliler'in neden UCM'nin gündemine hiç girmediğini eleştirmeliyiz. Ömer el Beşir'i savunacak değiliz. Ama Sudan'ı savunuruz. Darfur'u savunuruz. Oradaki çatışmaları, trajediyi önlemeye çalışırız. Ancak bu trajedi üzerinden hesap yapanları şiddetle kınıyoruz. Çünkü onları tanıyoruz biz. Yıllardır yakın çevremizde neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz.
Türkiye UCM'yi tanımadığı için Beşir'i tutuklayamaz. Tabi Amerika'da da yapamaz bunu. Darfur meselesinin Sudan'ı istikrarsızlığa sürükleme politikalarını da boşa çıkaracak şekilde çözümü mümkün. Bunu Türkiye biliyor. Çünkü Darfur'dakiler Osmanlı yıkıldıktan sonra bile Osmanlıya aidiyetlerini devam ettirdiler. Onlar bizim insanlarımız…