Ece KOÇ
Türkiye’de gerçek plüralist demokrasinin doğuşu
Geçtiğimiz aylarda Ak Parti hükümeti Genişletme Projesi kapsamında Gezi Parkı duvarının yıkılmasını planladığında ve ağaçların bazıları köklerinden sökülmeye başlandığında, insanlar yeşili korumak için Taksim Meydanı’nda barışçıl bir protestoya başladılar. Kısa süre içinde, bu hareket Başbakan Erdoğan yönetimine karşı bir eyleme dönüştü ve provokatörler ülke çapında terörü ve barbarlığı yaymaktan çekinmediler; bu eylem diğer şehirlere de yayılarak ulusal bir mesele haline geldi. 30 Mayıs’tan 25 Haziran’a kadar Türk Menkul Kıymetler Borsası sermaye değerinin yaklaşık %21’ini kaybetti. Bunun bir kısmı protestoların başlamasından iki hafta sonra ABD Merkez Bankası tarafından yapılan yorumlardan kaynaklandı ancak protestoların ardından oluşan birçok zarar fazlasıyla mübalağa edildi. Birçok kişi Türkiye’nin bu protestolar nedeniyle ekonomik anlamda çökeceğini ve eğer protestocular Başbakanı görevden alamazsa belki de batan ekonominin bunu başarabileceğini düşündü, fakat bunların hepsi aşağıdaki nedenlerden ötürü oldukça öngörüsüz sonuçlardı.
Öncelikle Ak Parti döneminde ekonomik anlamda önemli sayıda yapısal reformlar yapıldı. Türkiye 2001 yılından itibaren ciddi bir ekonomik değişim sürecinden geçti. 2002-2011 yılları arasında gayrı safi milli hasıla oranında yaklaşık yüzde 6 oranında önemli bir artık yaşandı. Bu sayede 2002’de $3,500 olan kişi başı milli gelir 2011’de $10,500 oldu. Türkiye son on yılda bütçesi konusunda aşırı dikkatli bir politika izledi. 2001’de yüzde 17 olan AB tanımlı genel hükümet bütçe açığı/GSMH oranı 2011’de yüzde 2.6’ya düştü ve Türkiye 18 AB üyesi ülkeyi geride bırakarak (merkezi hükümet bütçe açığı/GSMH oranı 2001’de yüzde 1.3’tü ve Türkiye 23 AB üyesi ülkeyi geride bıraktı) yüzde 3 olan Maastricht kriterlerine ulaştı. Bu mükemmel performansın nedeni direkt olarak Başbakan Erdoğan hükümetine ve bu hükümetin ekonomik politikalarına atfedilebilir. Özelleştirme hükümetin politikalarının öncelikleri arasında oldu. Özelleştirme gelirleri 1986-2003 yılları arasında 8 milyar dolarken 2003-2012 yılları arasında 36.2 milyar dolara ulaştı.
Özelleştirmenin ana felsefesi devletin görevlerini sağlık hizmetleri, sosyal güvenlik, ulusal savunma ve büyük ölçekli altyapı yatırımları ile sınırlamaktır. Bu ise Türkiye’nin özel sektöre bağlı rekabetçi bir pazar ekonomisi oluşturmak hedefine uygun. Mali politika ve özelleştirmeye ek olarak, Türkiye Merkez Bankası’nın para politikaları makroekonomik dengelerin korunması açısından önemli bir rol oynadı. Otuz yıldan fazla süredir Hükümetlerin büyük sorunlarından biri olan enflasyon 2000’lerin ortalarına doğru tek haneli rakamlara düştü. Tüfe enflasyonu geçtiğimiz yıl yüzde 6.16’ydı. Bu oranın 2014 yılı için yüzde 5’lerde durulması bekleniyor. Son olarak Türkiye’nin IMF’ye olan borçlarını tamamen ödediğinin de bilinmesi gerekiyor. Ekonominin bu başarısında sadece tek bir sektör, endüstri veya tek bir politikanın değil çok fazla faktörün katkısı var. Piyasanın manipüle edilmesiyle yapay olarak büyütülen baloncuk şeklinde değil gerçek bir büyüme ve sağlam güçlü bir ekonomi var. Bu nedenle gerçek anlamda dirençli bir piyasa ve ekonomi ile yatırımcıların güvenini kazanacak ciddi bir potansiyelimiz var. Piyasa çoktan 24 Haziran’da düşüşte olduğu durumdan sıyrıldı bile.
Türkiye’nin ekonomisi bu duruma kesinlikle tek bir adımda gelmedi. Son yıllarda Türkiye’nin daha gelişmiş ve demokratik bir ülke olması için bazı büyük adımlar atıldı. İnsan hakları ve özgürlükler, yasalar önünde eşitlik ve yasamanın bağımsızlaştırılması anlamında birçok önemli reform gerçekleştirildi. 1960’lardan beri gerçekleşen ve demokratik gelişimi önemli ölçüde engelleyen darbeler ve muhtıralar gibi askeri müdahalelerin tekrarlanmasını engellemek için önemli anayasal tedbirler alındı. 2011’de yapılan referandum ile HSYK kararlarına karşı yasal muameleler başlatılması daha kolay hale geldi, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına dair uygulama kaldırıldı ve sivillere insan hakları ihlalleri ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı verildi. Aynı zamanda, “ailenin korunması ve kadınlara karşı şiddetin engellenmesi” ile ilgili çıkarılan bir kanun Türkiye’nin demokratik gelişimi açısından önemli bir adım oldu. Demokrasiyi geliştirmek ve vatandaşların haklarını korumak adına yapılan bu gerçek ve anlamlı anayasal değişikliklerin Türk vatandaşlarının ruhları ve yaşantılarında derin bir etkisi oldu. O halde Başbakanın halkın bu kadar geniş bir kesiminin desteğini alması şaşırtıcı olmasa gerek. Son olaylar ile birlikte Başbakan Erdoğan Türkiye’ye istikrar ve kamu düzeni getirmeyi başardı ve bu da kendisine tabanını bir araya toplamak ve halk desteğini daha da artırmak için bir fırsat verdi.
Bunun Arap Baharı’nın bir devamı olduğunu düşünmüş olanlar ya da düşünenler için; Türkiye dünya demokrasileri arasındaki yerini zor yolla kazanmış şerefli bir demokrasidir. Bu protestolar bu durumun bir diğer kanıtı oldu. Teoride demokrasi fikri kulağa hoş geliyor, ancak Gezi Parkı protestoları gibi gerçek zorluklar hükümetlerin iktidar hırsı içinde mi davranacaklarını yoksa insanlar tarafından belirlenmiş hukukun üstünlüğünü mü tercih edeceklerini belirliyor. Türkiye ise şimdiye kadar bu testi kesinlikle geçti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.