Fatma Ç. KABADAYI
Toprak (2)
Koyunları ardı ardına sağdı. Helke taşmak üzereydi. Kırk koyun vardı ahırda. Beş de inek. İyi ki de diğerleri hastalanıp ölmüştü. O günlerde çok üzülmüştü ama şimdi seviniyordu. Ne kadar çok hayvan olursa o kadar çok yoruluyordu çünkü. Diğer kadınlar sadece ev işleriyle ilgileniyorlardı. Onu da bazen Kezban Hatun’a yıkıyorlardı ya neyse sesini çıkarmıyordu. Elbette kendi evinin işini yapacaktı. Onlar gelmese zaten yapıyordu.
Bu Seyit ağa üç kadının da kanına girmişti. Gerçi diğer ikisi onunla sırf parası için evlenmişti ama Seyit ağa bunu hep inkâr ediyor, hepsinin onu beğenerek geldiğini iddia ediyordu.
Helkeyi alıp ahırdan çıktı. Üst kata yol aldı. Önce sütü süzecek, sonra aşağıya inip tandırı yakacak ve sütü kaynatacaktı. Siniri hâlâ üstündeydi. Muhtarı bugün görmeseydi bütün bunlardan hiç haberi olmayacaktı. Muhtar istemeden ağzından kaçırmıştı:
“Kezban Gadın... Toprahlarını gocana verdin ya, hadi seni evden atarsa neydecen. Sen daha eyi bilirsin ya herefini, benim ağaya pek güvencem yohtur... Ne dedi de parmah bastın o gadar gağıda hele de!”
Kezban bunları duyunca oracığa otura kalmıştı. İnanamamıştı duyduklarına. Oysa Seyit ağa başka türlü anlatmıştı bunu:
“Sen hele barmağını basasan şu gağıtlara...”
“Nedir hele bu Siyda? De hele bana...”
“Aman Hatun, ahlın ermez senin, babandan galan darlalarını giraya verecem, hem bundan kelli her sene doplu para alasan, hem de torpağın işleyeceh… Yeter gayri nadasa bırahtığın. Ahıllıca bir iş yapıcam işte…”
“Eyi o zaman, ahanda basıyom, hadi hayırli ola Siyda.”
Kezban Hatun Seyit Ağa’nın böyle dalavere iş yapacağını bilseydi hiç parmak basar mıydı? Nasıl da oyuna getirmişti bunca yıllık karısını? Demek ki insan insanı ölene kadar tanıyamıyordu.
Söylendi kendi kendine:
“Ah Siyda, daha belleyememişim seni, daha bilememişim! Sandım ki rençper işleyecek benim babadan galma toprağımı, ekecek, dikecek, büyütecek... Ahlım ermedi de oyununa geldim. Ah ah... Gözünü torpah doyursun!”
Tandırı yakmıştı. Kara kazanı üzerine koyup altına iki omca daha attı. Ateş gürül gürül yanarken elinden çöp ile altını karıştıran Kezban bu işe bir çare düşünüyordu. Ne yapsa da topraklarını Seyit ağadan geri alabilseydi? Adının söylenmesiyle ardına döndü. Sığır çobanı Süleymen kendisine doğru geliyordu.
“Golay gele gezban deyze! Neydersin?”
“Hoşgelmişsin Sülo! Hayırdır?”
“Siyda ile görüşecedim de… Evde midir?”
“Evdedir evde... Geç hele...”
Süleyman avludan yukarı çıkarken Kezban yine söylenmeye başladı:
“Eve de at hırhızları doluşup durur. Bu neden gelmiştir acep ola ki?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.