xxx33
Toplumsal yaşamı sıfırdan başlatmak mümkün değildir
Yaşlanmak da, doğanın bir gerçeği.
Tüm canlılar gibi kurumlar da yaşlanır.
Ancak "yaşlanmak" ile "büyümek" arasındaki farkı da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Neticede çocuklar büyür, ihtiyarlar yaşlanır. Acaba biz Cumhuriyet kuşakları olarak büyüyor muyuz, yoksa Selçuk'tan ve Osmanlı'dan artakalan birikimlerimize dayalı olarak yaşlanmakta mıyız?
Her şeyi 1923'te sıfırdan başlatmak mümkün olsaydı ve marştaki gibi "Yoktan var edilmiş ilk şehir" olan Ankara'nın belleğinde devletbirey ilişkilerine ait eski Ortadoğulu bilgiler bulunmasaydı, laikliği ve demokrasiyi, Batı Avrupa'dakine benzer gelişmeler içinde ve daha az krizler yaşayarak yaşatabilir miydik?
Kabul edelim ki hem genciz hem de yaşlıyız.
Geçmişte yaşananları hatırlamamak veya yazılı hafıza pek olmadığı için dünü bilmemek, aynı hataları tekrarlamak, gözü kara olmak "genç" olmanın bazı özellikleridir.
Futbolda gençlik
İlk bakışta olumsuz görünen bu özellikler bazı durumlarda avantaj da sağlayabilir.
Örneğin Avrupa Futbol Şampiyonası'nda bizim Milli Takımımızın gençliğinin ne tür sonuçlar yarattığını, Deniz Gökçe, Akşam'daki köşesinde şöyle değerlendirmişti:
- Son dörde kalan dört takım, Türkiye 26.8 yaş ortalaması, Almanya 27.2 yaş, Rusya 26.2 yaş ve İspanya 26.5 yaş ile en genç ortalama yaşı olan dört takımdır.
- Çeklerin 28.8 ve Hırvatistan' ın 27.5 yaş ile daha yaşlı olmaları bizim lehimize bir faktördü. Bizde Tümer ve Rüştü yaş ortalamasını yükseltiyor.
Ama bu genç olmanın olumsuz yansımaları da vardı.
Örneğin Deniz Gökçe'ye göre "maçların son demlerinde sahada zinde takım olarak kalmaları ve mücadeleyi bırakmamaları"ndaki önemli bir faktör Cezmi Turhan ve iki Amerikalıdan oluşan performans ekibi adını taşıyan fizik kondisyon uzmanlarının katkısıydı.
Ama burada da genç olmanın bir yan sonucu vardı:
- Başkalarından daha çok sakatlanmalarımız da, gençlerimizin kulüplerde alışık olmadıkları kondisyon çalışmalarından dolayı zorlanıp sakatlanmaları olabilir.
Bu tür gerçekten ciddi ve içerikli tahlilleri futbolumuza dönük olduğu kadar siyasetimiz için de yapabilsek keşke.
Siyasetin yaşlıları
Hiç unutmayalım ki Ankara'yı İstanbullular kurdu.
Kurtuluş Savaşı'nı yöneten ve Cumhuriyet'in kurucu öncüleri olan askerler de, eski Osmanlı subayları değil miydi?
Veya bugün seçim kazanarak iktidar olan AK Parti'nin oy aldığı seçmen tabanı irdelendiğinde, Serbest Fırka'dan Demokrat Parti'ye, Adalet Partisi'nden Özal'ın ANAP'ına uzanan bir sürecin yansımaları bulunamaz mı?
Atatürk'ün gerek devlet yapımıza, gerekse toplumumuzun yaşamına "Batılılaşma" ve "Modernleşme" olarak getirdiği devrimler ve reformlar, aslında "Tanzimat" la başlayan bir arayışın vardığı noktalar değil midir?
Burada çözülmesi veya anlaşılması zor olan durum, Cumhuriyetimizde kimin gençliği, kimin yaşlanmayı temsil ettiğinin saptanmasıdır.
"Laiklik" devrimini "Demokrasi devrimi" nin antitezi gibi algılayan bir kısım yargı ve bir bölüm üniformalı ve üniformasız bürokrasi mi "Genç Cumhuriyet" i temsil ediyor?
Yoksa "Değişim" in temsilcisi kesimler mi Cumhuriyet'in gençleri?
Burada Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un Star'daki tahliline bakalım isterseniz:
Sistemin sahipleri
- Demokrasi sürecinde aslında Türk halkı görünüşte evrimci, ama özünde devrimci bir dönüşüm yaşıyordu. AB süreci de ivmeyi artırmıştı. Çevreden gelen, dünün ötekileştirilip dışlanan yamalı giysili, Yenişehir'e, Kızılay'a sokulmayan, 'göbeğini kaşıyan', 'ne yaptığını bilmeyen', Octavio Paz'ın deyişiyle 'hiç kimse'lerin yarattığı bugünün dirilen yeni sermaye/burjuva sınıfı, kente akın ediyor, piyasa ekonomisinin diriltici gücünü kullanıyor, iktidardan pay ve kendini ilgilendiren kararlarda oy sahibi olmak, özellikle özgürleştirici yeni hukuk düzenini yaşama geçirmek istiyor, öğrenim düzeyini yükseltiyor, merkez-çevre yapısal ayrımını zorluyor, kentleşmeyi ve nimetlerini paylaşıyor; ama tutucu uygulamaya direniyor, bunlara geçit vermiyordu.
- Sistemin ' biricik' sahipliğini üstlenen, bu mülkiyete ortak istemeyen, ötekilerden daha akıllı olduklarını ileri süren merkezdeki seçkinler, işte bunun da ayırdına varamamışlardı. Bu yüzden gün ışığına çıkan istekleri, toplumsal gelişmenin ürünü olarak algılayacak yerde, sürgit bir tehdit olarak algıladı, seçkinler.
Ne dersiniz? Bu konular da futbol kadar ciddiye alınmalı değil mi?