Taşlar Bağlanmışsa

Her insanın hayatında kuşatıldığını, adeta elinin kolunun bağlandığını hissettiği anlar, dönemler vardır.

Bu durum, kurumlar ve devletler için de geçerlidir.

O durumlarda türlü çıkış yolları aranır, hatta “denize düşen yılana sarılır” fehvasınca alışılmadık yöntemlere başvurulur, normal zamanda asla düşünülmeyecek kişi ya da kurumların destek umulur.

Bir de dostlar hatırlanır öylesi günlerde. “Neredeler acaba? Cenazeme mi gelecekler?” diye sorulur içten, derinden.

Elbette bazı dostlar da böyle kritik dönemlerinizde ses verir, omuz verir, moral verir ve siz “yalnız değilmişiz” dersiniz.

Böylesine zor zamanlarda Asr-ı Saadet döneminin altın sayfaları arasında gezinmek, susuzluktan dudakları çatlamış bir insanın, buz gibi suyu şırıl şırıl akan bir pınara kavuşunca yaşadığı sevince benzer bir rahatlama hissi yaşatacaktır.

Bizden öncekilerin yaşadığı hayat, hele Hz. Peygamber s.a.s ve ashabının bin bir türlü zorluk ve meşakkat karşısında sergiledikleri kararlılık, sabır, metanet ve sağlam duruş bize her durumda ve her dönemde çok şey söyleyecektir.

Nasreddin Hoca merhuma atfedilen bir hikâye vardır. İlk defa gittiği bir köyde hocayı köpekler kuşatmış. Çember giderek daralmaktadır. Mevsim kıştır, yerde diz boyu kar vardır. Soğuk şiddetli mi şiddetlidir. Karın kalın olmadığı yerlerde taş, toprak, her şey donmuştur.

Hoca sağına bir hamle yapar bir taş parçası bulmak için. Bir şey bulamaz. Soluna bir hamle yapar bir odun parçası kapmak için. Bir şey bulamaz. Bütün yönleri araştırır ama her yer kilittir adeta.

Elleri boş, başını kaldırır ve çaresizlik içinde haykırır:” Bu nasıl köydür yahu! Bütün taşlar bağlı, tüm köpekler serbest!”

İnsanının kendini bilmediği bir köyde renk renk, cins cins köpeklerle kuşatıldığını hissettiği ve Nasreddin hoca gibi isyan ettiği zamanlarda Asr-ı Saadet’in bilgi, tecrübe, hikmet, ışık dolu altın sayfaları arasında gezintiye çıkması, etraftaki köpek sürüsünün defedilmesini hızlandırma yollarını bulması için iyi bir fikir olabilir.

Hendek Savaşı, dikkatle tekrar tekrar okunması gereken sır ve mucizelerle dolu tarihi bir mirastır.

Hendek Savaşı, Peygamber Efendimizin s.a.s, müşriklerle hicretin 5. (M. 627) yılında yaptığı müdâfaa savaşıdır. Bu savaşta düşman ordusu, Mekke’de bulunan putperest müşriklerden, bâzı yahûdî ve diğer kabîlelerden meydana geldiği için hizipler, kabîleler topluluğu mânâsında “Ahzâb Gazâsı” denildiği gibi, Medîne’nin kuşatılması sebebiyle “Medîne Muhâsarası”, Medîne’nin etrâfına kazılan hendekten dolayı da “Hendek Gazâsı” denilmiştir.
Hicretten sonra Mekkeli müşriklerle Medîne’de bulunan Müslümanlar arasında Bedir ve Uhud savaşlarından sonra üçüncü olarak Hendek Savaşı yapıldı.
Medîne’de bulunan Nâdiroğulları (Benî Nâdir) adındaki Yahûdî kabîlesi, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozdu. Peygamber Efendimize sûikast tertiplediler. Bu sebeple Benî Nâdir Kabîlesi Medîne’den çıkarıldı. Bu kabîlenin reisi, diğer bâzı kabîlelerin reisleriyle birleşerek Mekke’ye gidip, müşriklerle anlaştı. Bu anlaşmanın netîcesinde berâberce Medîne’de bulunan Müslümanların üzerine saldırmaya karar verdiler.

Savaş hazırlıklarına başlayan Kureyş, üçyüz at, bin beş yüz devenin bulunduğu dört bin kişilik bir ordu donattı. Buna Yahudi ve diğer Arap kabilelerinin kuvvetleri de eklenince yaklaşık on bin kişilik bir ordu meydana geldi. Bu büyük ordu İslâm’a son ve öldürücü darbeyi vurmak, Allah’ın nurunu boğmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi. Arap yarımadası belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya şahit olmamıştı.

Düşman ordusunun idâresi Ebû Süfyân’a verildi. (Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.)
Düşmanın bu hazırlığını Peygamber Efendimiz öğrenince, hemen Ashâb-ı kirâmı topladı, durumu istişâre etti. Medîne’nin savunulmasında nasıl bir yol tâkib edileceği görüşüldü. Ashâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî r.a; “Yâ Resûlallah! Bizim İran diyârında bir şehre düşman hücûm ettiği zaman, müdafaa için şehrin etrafına hendek kazmak âdettir. Medîne’nin müdafaası için biz de hendek kazalım” dedi. Selmân-ı Fârisî’nin bu teklifi beğenilip kabul edildi. Hendeğin kazılacağı yer tesbit edildi ve gerekli malzeme toplatıldı.
Ön tarafı açık olan Medîne’nin bir tarafı yalçın kayalı dağlarla çevrili, diğer tarafı ise düşmanın geçmesine elverişli değildi. Düşmanın ön taraftan saldırma ihtimâli olduğu için hendeğin buraya kazılması kararlaştırıldı ve iş bölümü yapıldı.

Sel Dağının eteği ordu merkezi olarak seçildi. Peygamber Efendimiz de hendeğin kazılmasında bizzat çalıştı. Günlerce aç kaldıkları oldu. Resûlullah Efendimizin, açlığını bastırmak için mübârek karınlarına üç taş bağladıkları görüldü. ashâb-ı kirâm hendek kazma esnâsında pek çok mûcizeye şâhid oldular. Bir avuç hurma, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) duâsıyla o kadar arttı ki, hendek kazma işinde çalışan bütün Eshâbı doyurdu. Ashâb-ı kirâmdan Câbir, bir koyun kesip Resûlullah efendimizi yemeğe dâvet etmişti. Sevgili Peygamberimiz hendekte çalışan ashâb-ı kirâmın hepsini yemeğe götürdü. O yemek Peygamberimizin mûcizesi olarak o kadar bereketli oldu ki, onar kişilik gruplar hâlinde yüzlerce kişi yediği hâlde bitmedi.

Basta Resûlullah s.a.s olmak üzere bütün Müslümanlar canla başla çalışıyorlardı. Mevsim kış olduğu için çalışmak oldukça güç ve yorucuydu. Buna rağmen Müslümanlar büyük bir coşkuyla çalışıyor, hep bir ağızdan "Bizler ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte savaşa devam etmek üzere bey'ât etmişizdir" anlamında mısralar okuyorlardı. Hendek kazarken İslâm tarihçileri, bu savaş öncesinde ve sırasında Hz. Peygamber’in birçok mucizesinin meydana geldiğini naklediyorlar.

Resûlullah s.a.s, coşkuyla çalışan arkadaşları ile birlikte toprak kazıyor, taşıyor, onlarla bir ağızdan su anlamdaki beyitleri okuyordu: "Allah’ın lütfu ve hidayeti olmasaydı biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir, ne de ibadet ederdik. Ya Rab! Bizi huzur ve sükûna erdir. Düşmanla karşılaşırsak bize sebat ve metanet ver. Bize saldıranlar fitne çıkararak fesat peşinde koşuyorlar. Biz ise onlara karşı koyuyoruz."Münafıklar ise bu isi ağırdan alıyor ve çeşitli bahanelerle çalışmamak istiyorlardı.

Hendek kazıldığı sırada hava çok soğuktu, sert bir şimal (kuzey) rüzgârı esiyordu. Kazma işi zorlaşıyordu. Hendekte çıkan büyük bir kayayı Resûlullah s.a.s üç vuruşta parçaladı. İlk vuruşunda bir ışık yayıldı. Tekbir getirerek; “Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!” buyurdu. İkinci vuruşta; “Kisrâ’nın (İran’ın) köşklerini görüyorum!” buyurdu. Üçüncü vuruşta ise yine etrâfa parlak bir ışık yayıldı ve tekbir getirerek; “Sana’nın kapılarını görüyorum, bana Yemen’in anahtarları verildi!” buyurdu. Böylece ashâbın ilerde buraları fethedeceğini müjdeledi. Netîcede buyurduğu gibi oldu. İki hafta içinde hendek tamamlandı. Bir atın atlayamayacağı kadar geniş ve derindi. Ashâb-ı kirâm üç bin kişilik bir ordu hâlinde düşmanın geçme ihtimâli olan yerleri tuttular.
Ebû Süfyân idâresindeki düşman ordusu, birkaç kol hâlinde Medîne üzerine yürüdü. Medîne önüne geldiklerinde, karşılarında hendeği gördüler. Hendek, İslâm ordusuyla müttefik düşman ordusu arasında boydan boya uzanıyordu. Geçecek yer bulamayınca, karşı taraftan ok atarak harbe başladılar. İslâm ordusunda muhâcirlerin sancağı Zeyd bin Hârise’nin, Ensârın sancağı da Sad bin Ubâde’nin elindeydi. Hava oldukça soğuktu. Hendeği geçemeyeceğini anlayan düşman çeşitli yollar aradı.

O sırada Müslümanlarla anlaşma hâlinde bulunan Medîne’deki Benî Kureyzâ Yahûdîleri, müşriklerin teklifi üzerine onlarla işbirliği yaparak Müslümanları arkadan vurmaya kalkıştılar. Savaşın en nâzik anları yaşanıyordu. Resûlullah Efendimiz bu durumu öğrenince, Sad bin Muaz başkanlığında bir heyeti Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gönderdi. Bu işten vazgeçmedikleri takdirde, daha önce ihânet eden Benî Nâdir Yahûdîlerinin durumuna düşecekleri bildirildi ise de kabul etmediler. İslâm ordusu, bir taraftan hendek hattını koruyor, bir taraftan da Medîne içinde bulunan ve anlaşmayı bozan Benî Kureyzâ Yahûdîlerinden gelmesi muhtemel bir baskını devriyelerle önlemeye çalışıyordu.
Medîne kuşatması bu şekilde bir ay devâm etti. Ashâb-ı kirâm bütün güçlüklere rağmen çok büyük bir kahramanlık gösteriyordu. Bir aydan beri bekleyen düşman ordusu, bütün gücüyle şiddetli bir saldırıya geçti. Fakat hendeği ancak birkaç kişi geçebildi. Bunlardan birisi de şöhreti Arabistan’ı tutmuş olan Amr isimli azgın, kuvvetli bir düşman askeriydi. Müslümanlardan karşısına çıkacak birini istedi. Resûlullah Efendimiz, Hz. Ali’yi gönderdi, kendi zırhını giydirdi ve duâ etti. Bu vuruşma pek çetin oldu. İki taraf netîceyi heyecanla bekliyordu. Hz. Ali (k.v), Amr’ın ilk hamlesini atlattı, kalkanı parçalandı, başından da hafif yaralandı. Hazret-i Ali, “Harb hîledir” hadîs-i şerîfine uyarak, karşısındaki düşmana; “Hem kuvvetli bir pehlivan olduğunu söylüyor, karşında teke tek dövüşecek er istiyorsun hem de meydana birçok yardımcın ile geliyorsun. Bu ne korkaklık?” diye seslendi. Onun arkasına bakmasını fırsat bilip vurduğu bir kılıç darbesiyle Amr’ı öldürdü. İslâm askerlerinin tekbir sesleri yeri göğü inletti. Kâfirler üzüntülerinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Dövüşmek için sırada bekleyen diğer düşman askerleri Amr’ın öldüğünü görünce kaçtılar.
Bu olaydan bir gün sonra savaş, daha da şiddetlendi. Bir taraftan müşrikler bir taraftan da Medîne’de bulunan Benî Kureyzâ Yahûdîleri hücûma geçti. İslâm ordusunu akşama kadar ok yağmuruna tuttular. Harp uzadıkça düşmanın durumu ağırlaşıyordu.
Bir ara, düşman ordusunda bulunan Gatafan kabîlesinden Nuaym İbni Mesûd adında biri karşıya geçerek Müslüman olduğunu, harbin bu nâzik durumunda Peygamberimiz’e hizmet etmek istediğini bildirdi. Resûlullah Efendimiz’in emriyle Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gitti ve onlara; “Siz Medîne’de bulunduğunuz hâlde, anlaşmayı bozup müşriklere yardım ediyorsunuz. Müşrikler yenilip geri dönünce sizin hâliniz ne olacak? Hiç olmazsa müşrik ordusuna gidin içlerinde ileri gelen bir kısım kimseyi rehin olarak yanınıza alın ki, böyle bir durumda müşrik ordusu size yardımcı olsun” dedi. Oradan ayrılıp düşman ordusuna giden Nuaym, Ebû Süfyân’ın yanına varıp; “Benî Kureyzâ Yahûdîleri Müslümanlarla tekrar anlaşmışlar size yardım etmekten vazgeçmişler. Burada ise durum iyice güçleşti. Erzak bitti, asker zor durumda! Hattâ Benî Kureyzâ Yahûdîleri sizden bir kısım kimseyi rehin isteyip Müslümanlara teslim edeceklerini söylemişler. Eğer böyle bir şey teklif ederlerse kabul etmeyin, size yazık olur” dedi.

Benî Kureyzâ Yahûdîleri rehîne isteyince Nuaym’ın dediklerinin doğruluğuna inanan Ebû Süfyân, Yahûdîlerin isteklerini kabul etmedi. Benî Kureyzâ Yahûdîleri de; “Nuaym’ın dediği doğruymuş” diyerek müşriklere cephe aldılar. Hattâ Ebû Süfyân’ın birleşerek hücum yapmak isteğini de kabul etmediler. Araları açıldı.
Kuşatma uzadıkça müşriklerle müttefikleri, harb etmekten usandılar. İslâm ordusunun yılmadan yaptığı müdâfaa karşısında çâresiz kalıp perişan oldular. O sırada birden bire soğuk ve şiddetli bir fırtına çıktı. Düşmanın ordu merkezi alt üst oldu. Gece karanlığı basınca, rüzgârın şiddetiyle her şeyin darmadağın olduğunu gören düşman, dehşete kapıldı. Müşrik ordusunun başı Ebû Süfyân, daha fazla dayanamayıp çekilmeye karar verdi. “Ben geri dönüyorum” diyerek Mekke’nin yolunu tuttu. Paniğe kapılan ordusu da her şeyini bırakarak savaş meydanını terk etti. Bütün güçleriyle her türlü zorluğa katlanarak Allah yolunda cihâd eden ashâb-ı kirâma, Allahü teâlânın yardımı ulaştı ve düşmanları perişan oldu. Bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allahü teâlânın üzerinizdeki nîmetlerini hatırlayınız. Hani size (Hendek Savaşında) ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik...” (Ahzâb Sûresi: 9)
Peygamber Efendimiz de bu zafer karşısında Allahü teâlâya hamd ve şükür ederek, ashâbına; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelemez” buyurdu.
Peygamber efendimiz harp sâhasından Medîne’ye dönünce, silâhlarını çıkarmadan hemen savaşın en nâzik ânında ihânet eden Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin üzerine hareket emri verdi.

Kuşatmada olan herkes için Allah'tan yardım diler, kafirler, zalimler, münafıklar ve hasetçi kardeşler tarafından hazırlanan tuzakların acilen bozulmasını niyaz ederiz.

İyi niyet ve samimiyetle çalışan ama kendini kuşatma altında hisseden kişi ve kurumlar unutmamalı ki, zor dönemi sabır ve metanetle atlatanları fetihli günler bekliyor.

gumuslale@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.