xxx78
Tartışmanın cilvesi
Sürdürülen tartışmayı 'hukuki' sayanlardan değilsinizdir umarım. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yargıtay, Danıştay gibi hukuk-kokan kurum adları geçse de bu gerçek değişmiyor: Tartışılan konu 'hukuki' değil. Asla değil.
Konu hukuki olsaydı, HSYK bir ilin savcılarıyla ilgili karar aldığında, kurulun böyle bir kararı almaya yetkisi olup olmadığına bakar ve bununla yetinirdik. Oysa HSYK karar aldı, Yargıtay ve Danıştay adına açıklamalar yapılıp o kararın yerinde olduğu teyit edilmeye çalışıldı. Türkiye ve dünyadaki bütün hukuk kurumları biraraya gelse ve "HSYK kararı yerinde" dese, buna karşılık anayasa ve yasalarda "Kurul, savcılar ve yargıçları haklarında soruşturma açmadan görevden almaya yetkilidir" tarzında bir açık hüküm yoksa, verilen karar hükümsüzdür.
Dayanışma yoluyla hüküm tesis etme diye bir yöntem yok hukukta...
Bu durumda yapılan tartışmayı başka bir yere oturtmamız gerekiyor...
Tartışma başlayalıberi en fazla işitilen, Ak Parti hakkında yeniden kapatma davası tesis edileceği senaryosu, öyle değil mi? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı dosyaya son tartışma ışığında yeni 'kanıtlar' ekleyip Anayasa Mahkemesi'ne başvuracakmış... Öyle diyorlar. Başsavcı bir süre önce, "Dava açılacağını partiler hisseder" dememiş miydi zaten? Ak Parti hissetti mi, bilmiyorum, ama medyada bazıları bu yönde duyum almış gibi yazıyor; hatta Başsavcıya yalvar-yakar "Kapatma" ricasında bulunanlar bile çıktı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Ak Parti'yi kapatmak için bir kez daha girişimde bulunması küçük bir ihtimal; başvursa bile Anayasa Mahkemesi'nin başvuruyu kabul etmesi daha küçük, kabul ettiği taktirde kapatma kararı vermesi hepsinden küçük ihtimal...
Sebebi üzerinde fazla durmak bile gereksiz. Kapatma davası başvurusu (17 Mart 2008) ve Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karardan (30 Temmuz 2008) bugüne kadar geçen iki yıl içerisinde meydana gelen gelişmeler arasında Ak Parti'yi 'kapatma gerekçesi' olabilecek herhangi bir unsur hatırlıyor musunuz?
İki yıla bir de bu gözle bakınız: Türkiye'de demokrasinin önünü açan atılımların yapıldığı bir dönem oldu bu iki yıl. Darbe girişimlerine muhatap olduğu halde hukukun dışına taşmadığı görüldü iktidar partisinin. İçeride kardeşliği pekiştirmeyi amaçlayan hamleler yaparken dışarıda da itibar artırıcı adımlar atmayı sürdürdü. Hukuk kurumları yanlış uygulamalara başvursa, hatalı kararlar üretseler bile hukukun alanına müdahaleden uzak durdu. 'Lâikliğe karşı hareketlerin odağı olmak' gibi 'soyut' bir kavrama sığınmak için bile 'somut' kanıtlara ihtiyaç var; nerede o kanıtlar?
Bize böyle gelse de hukukilik sınırları içerisinde kalması beklenen kurumların dayanışması bazılarının aklına yine de 'kapatma davası' ihtimalini getiriyor. Anayasa ve yasalar açısından mahzur (siz bunu 'suç' olarak da anlayabilirsiniz) teşkil eden esas bu bakış açısı: Türkiye'de adalet camiası sonuç almak için hukuk dışına çıkmayı doğal karşılayan insanlardan mı oluşuyor? Parti kapatma kararı hukuki değil de siyasi sebeplerle mi veriliyor ülkemizde? O durumda yargı kendisini siyasi bir organ gibi konuşlandırmış olmuyor mu?
Ne yani, muhalefetin ülkeyi erken seçime götürme planına iktidarı dolaylı ikna yöntemi olarak mı parti kapatma başvurusu yapılacak?