Uğur CANBOLAT
Sustur Şu Sesi!
Evet sustur. Sustur içinde sürekli kavga eden şu sesi.
Bu olumsuz sesi susturmadıkça huzur yok sana!
Sadece sana mı? Hayır. Çevren için de rahat yok. Sürekli kendini ateşlere mahkûm etmek anlamına gelen bu iç ses, insanda ne tat bırakır, ne tuz!
İğneli yatakta sabahı etmek gibidir.
Susturamazsak bu yıkıcı iç sesi sürekli negatif enerji üreten bir merkez hâline gelmek içten bile değildir!
…
Sustur şu sesi ey can!
Sustur beyninde uğuldamalar hâlinde sürekli dağıtıcı, harap edici kelimeler üreten şu sesi….
Dili hayra dönmeyen sesi ne yapacaksın?
İyi kelimelere alışık olmayan, hatta yatkın olmayan bir yapı ne kadar da yorucudur.
Ne kadar tüketici hem de…
Belaların en püsküllüsü… Ömür boyu hendek kazmaya hüküm giymek gibi bir hal!
…
Dilimizi susturmayı başarabiliyoruz. Zor olsa da buna muvaffak olabiliyoruz.
Gereksiz değerlendirmelerden uzak tutuyoruz.
Başkalarının işine karıştırmıyoruz dilimizi.
Eleştirmiyoruz. Olumsuz yargılarımızı, subjektif düşüncelerimizi söylemekten kendimizi alıkoyabiliyoruz.
Başkalarına ‘Ayar verme’ rolüne girmiyoruz, girmişsek bile çıkmanın bir yolunu buluyoruz. Senin kaşın böyle, gözün şöyle gibi ‘Destursuz bağa girme’ tavrını terk edebiliyoruz.
Başkalarının oturuşlarına, kalkışlarına, kılıklarına, kıyafetlerine, bakışlarına, cümle kuruşlarına ilişkin gereksiz değerlendirmelerden dilimizi men edebiliyoruz.
Bu, iyi bir sonuç mudur?
Evet. Çok iyi bir sonuçtur. Takdire değerdir. Önemsenecek bir başarıdır. Alkışlanmalıdır. Bunların tümüne ‘Eyvallah’ diyebiliriz.
Peki, yeterli midir?
Asla yeterli değildir!
…
Dilini başkalarının duymayacağı şekilde susturdun. Kutlarım.
Peki, kendi duymayacağın şekilde susturabildin mi? Susturabiliyor musun? Başarı seviyen nedir?
İşte bu sorulara cevap olmak hiç kolay değil.
Tıkandığımız nokta burasıdır! Kaybediş vadimiz de burası...
İş buraya gelindiğinde çoğumuz kötü not alıyoruz. Hatta ‘Çakıyoruz’ sınıfta kalıyoruz.
Biz buraya bir nevi ‘Pişmanlık vadisi’ de diyebiliriz.
Bizi buradan ancak âriflerin gönlümüze yaktığı ‘İhlas fenerleri’ ile aydınlanarak çıkabiliriz. Gönlümüze vurulacak mâhir ellerin ‘Mânâ neşter’i sonrasında halas bulabilir, şifaya kavuşabiliriz. Kurtulmak başka türlü hayal olmaktan öteye gidemez.
…
Hadi gelin kendimize telkinde bulanalım. Hep başkasına nasihat edecek değiliz ya! Biraz da kendimize seslenelim. Belki lüzumsuz, olumsuza yatkın olan nefsin uğuldamalarını susturup güzellikleri duymaya hasret kalan iç kulağımız sayabileceğimiz vicdanımız duyar da bir nokta kadar bile olsa kendine hisse kapar.
-Dilini başkalarının değil sadece, kendinin duymayacağı şekilde sustur!
- Unutma! Yolculuğumuz vehimden hakikate gidiş yolculuğudur.
- İçini hesap kitap yapan, başkalarını yargılayan, mahkûm eden, başkalarıyla ve kendisiyle kavga eden yapıdan arındır.
- ‘Benim cehennemim içimde kavga eden bendir’ ilkesini benimse. Karlı çıkacaksın.
- Başkasına kızmayı bırak… Onda kızdığın şeylerin bir zamanlar sende de misafir olduğunu hatırla. Ve onların da bir ‘Esma tecellisi’ olduğunu düşün.
- Şartlanmaların esaretinden kurtar kendini.
- Başkaları hakkında hüküm kurmak, kanaat elde etmek için harcadığın zaman ve eforu ‘Bir şeyin niçini olan’ hakikati bulmaya ve anlamaya harca.
- Bir şeyin niçinini öğrenerek ancak taklitten tahkike geçebileceğin prensibini benimse.
- Hayat yolculuğumuz bir açıdan da ‘Seyr-i Sülük’ümüzün zihnimizi vehimden temizleyerek gerçeğe ulaşmak olduğunun idrakine ulaşmaya çalış.
…
Tüm bunlar olur mu derseniz evet olur derim. Ama bir şartla. İç sesimizi susturmalıyız.
Başkalarının duymayacağı şekilde kıstığımız, dilimize getirmediğimiz menfi yani olumsuz düşüncelerden zihnimizi de temizlemeliyiz.
Kendimize tanıdığımız başkalarını eleştirme hoyratlığından vazgeçmeliyiz.
Kısacası, susturmalıyız o sesi.
İçimizi vehimler cehennemi olmaktan kurtarmalıyız!
29.09.2012 canbolatugur@gmail.com /https://twitter.com/ugurcanbolat/ https://www.facebook.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.