Recep KOÇAK
Sinimmar’ın Ödülü
Prof. Dr. İskender Pala, “Bir nesle Divan Edebiyatını sevdiren adam” diye tanımlansa yeridir. 28 Şubat sürecinde gadre uğrayanlardan biri olduğunu kendisinden dinlediğim birkaç hatıradan yola çıkarak biliyordum.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir subayı olarak yaşadıklarını ve özellikle de nasıl mağdur edildiğine dair hatıralarını anlatması halinde, onların en az Divan Edebiyatı’ndan sunduğu örnekler kadar ilgi çekeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Zira anılarının dinlediğim kısımları çok etkileyici ve ona zulmedenlerin çelişkili, komik ve tutarsız tavırlarını bütün çıplaklığı ile görmeye yetecek niteliklerdeydi.
Kısa bir süre önce yayınlanan ve malum süreçte reva görülen muamelenin ona nasıl derin acılar yaşattığını birazcık da olsa hissetmemize yarayan kitabında birbirinden etkileyici anılar, gerçek hikâyeler var.
Pala, kitabı vesilesi ile bazı televizyon programlarına konuk oldu.
Onlardan birisinde anlattığı bir hatıra çok çarpıcıdır. Hatırayı tanıdığı bir komutandan aktaran Pala, asker ocağı için kullanılan ve halkımızın bilinçaltına yerleşmiş bir deyimin de altını çiziyordu..
Komutanlardan biri, sabah erkenden askeri birliğin ana kapısından içeri girerken, kapıda beklemekte olan ve görevli askere bir konuda ısrarcı olduğunu tahmin ettiği yaşlı bir teyze dikkatini çeker. Önce görevli askere sorar yaşlı kadının durumunu. Yaşlı teyze askeri karavanadan yemek istemektedir.
Komutan, teyzenin hikâyesini merak eder ve yanına gider. Ona, adresini vermesi halinde yardım gönderebileceğini, hatta bizzat kendisinin onu ziyaret ederek ihtiyaçlarını karşılayabileceğini anlatarak, askerin yemeğinden dışarıya verilmesinin mümkün olamayacağını ifade eder.
Yaşlı kadın, muhtaç durumda olmadığını, bir yakınının hasta olduğunu, askerin yediği yemekten yemesi halinde şifa bulacağına inandığını belirterek, böyle düşünmesinin temel nedenini açıklar, “Biliyoruz ki, burası Peygamber ocağıdır” der.
Halkımızın asker ocağına bakışı böyledir. Bu saf, berrak ve samimi anlayışı zedeleyecek uygulamalardan herkesin sakınması gerek.
…
İskender Pala’nın kitabından kısa bir bölümü, -tadımlık- sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bugün hayatınızın geri kalanının ilk günüdür.
Çin Atasözü
Anlatırlar ki bir zamanlar Babil'de, Belkıs'ın asma bahçelerinin olduğu yerde, ihtişamlı bir krallık kurmuş olan Numan oğlu Münzir, bu görkemin sembolü olmak üzere bir saray yaptırmayı arzulamış. Dünyanın neresinde bir ünlü mimar var ise bu sarayı yapmak için yarışmaya çağırtmış. Nihayet Sinimmar adlı bir mimarın projesi beğenilmiş ve işe başlaması emredilmiş. Sinimmar, yapacağı saray için önce uygun bir yer aramış ve Dicle'ye bakan yüksekçe bir tepeyi seçmiş. Günler ayları, aylar yılları kovalamış ve yedi senede dört katlı geniş ve muhteşem bir saray ortaya çıkmış. Münzir, adamlarıyla birlikte sarayını görmek için gelmişler. İlk katta harikulade döşenmiş ve duvarları nakışlanmış odalar, salonlar hepsinin gözünü almış, hayran kalmışlar. İkinci katta çiçeklendirilmiş bir salon ve ortasındaki fıskiyeli havuz insana "Bundan güzel bir bahçe olamaz!" dedirtiyormuş. Mermerleri somakiden, mukarnasları altın bezek bağadan imiş. Üçüncü katta hanımların rahatça eğlenebilecekleri mekânlar ve odalar ve bir de hamam yer alıyormuş. Kurnaları billurdan, suları gül kokusundan imiş. Bir kurnadan bal şerbeti, diğerinden şarap akıyormuş. Münzir ve adamları inanmışlar ki dünyada bundan daha güzel bir saray asla yapılamaz. Hepsi Sinimmar'ı kutluyorlarmış. Derken son kata çıkılmış. Pencerelerinden görülen manzara hiçbir yerde rastlanılmayan bir cennet bahçesi gibiymiş. Kale bedeni tarzında inşa edilmiş olan geniş terasa çıktıklarında ise hepsinin dilleri tutulmuş. Böyle mükemmel bir bahçe bugüne kadar hiçbir krala nasip olmamıştır, diyorlarmış. Saatler boyunca, Münzir ile adamları, Sinimmar'ın yaptığı sarayı geze geze ve öve öve bitirememişler.
Akşam olup da Münzir istirahat için kendi salonuna çekilirken Sinimmar'a "Dile benden ne dilersen!" demiş. O da "Eserimin sizin tarafınızdan beğenilmesi benim için yeterli ödüldür sultanım!" karşılığını vermiş. Münzir, bu alçakgönüllü mimarı çok beğenmiş ve ertesi sabah beraber kahvaltı yapmak ve orada kendisine madalyalar, hediyeler vermek için terasta hazır olmasını ferman buyurmuş. Sinimmar, hiçbir ödül kabul etmemeyi kafasına koyarak "Sultanımızla kahvaltı yapmanın şerefi bizim için yeterlidir!" fikriyle bu daveti kabul etmiş. O gece Münzir, kutlamalar için bir şölen tertiplemiş ve böyle bir saraya sahip olmanın dünyada adını ilelebet yaşatacağını düşünerek sevinmiş. Bu görkem çok geçmeden kendisine bir kibir de vermiş ve şeytan içine girip kulağına "Sinimmar, aynı sarayı veya daha güzelini ya başkası için de yaparsa!" diye fısıldayıvermiş. Bu şüphe, Münzir'in uykusunu kaçırmaya yetmiş. Ertesi sabah Sinimmar kahvaltı için terasa çıktığında Münzir onun koluna girip beden mazgallarına kadar götürmüş ve muhafızlarının yardımıyla aşağıya itivermiş.
Sinimmar'ın bedeni Dicle'nin sularında parçalandığı o günden itibaren, ödül yerine ceza alan insanların durumunu anlatabilmek için "Ceza-yı Sinimmar (Sinimmar'a verilen ödül)" tamlaması bir deyim olarak anılmaya başlanmış. Ve ben, tarihin karanlık koridorlarında bu tür cezalara (karşılık/ödül) uğramış binlerce insan yaşadığını biliyordum; dahası, bu halkaya bir kişi daha eklenmek üzere olduğunu da hissediyordum. O, ben oldum.
(*Prof. Dr. İskender Pala, İki Darbe Arasında - İlginç Zamanlarda, Kapı Yayınları, Sayfa 95-97)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.