Fatma Ç. KABADAYI
SERSERİ (1.BÖLÜM)
Yalvarmaktan dili damağı kurumuş, ağlamaktan da gözleri kızarmıştı. Oturduğu koltuğun üzerinden gözyaşlarını iyice buruşmuş mendiline silerken hâlâ dermansız bir biçimde oğlunu ikna etmeye çalışıyordu.
—Gitme oğlum, ne olur gitme.
Saçlarını jöleyle dikleştirmiş oğlu, aynanın karşısında son rötuşlarını yaparken annesini duymazlıktan geliyor, ıslıkla şarkı mırıldanıyordu.
—Oğlum, ne olur, yalvarıyorum sana, gitme, onlar sana uygun arkadaşlar değil!
—Kes be ana!” dedi başını bile çevirmeden. Gömleğinin yakasını düzeltti aceleyle, sonra arkasına basarak giydiği ayakkabılarını bir iki saniyede ayağına geçirerek evden çıktı.
Hatice Hanım, oğlunun çıkışının ardından dizlerine tutunarak ayağa kalktı. Kırk beşlik bedeni bu acıya dayanamıyordu artık. Pencereye doğru ilerledi. İnce perdenin ardından iki çift göz, en son motosiklete binişini seyretti üzüntüyle. Ardından kısa bir gürültü ve cadde boyu kayboluş geldi. Gitmişti.
Hatice Hanım, yeniden yerine oturdu. Düşündü. Son zamanlarda bunu çok yapıyordu. Neden böyle sorumsuz olmuştu bu çocuk? Nerde hata yapmıştı? Bir türlü anlayamıyordu.
Herkesin çocuğu mu bu yaşlarda böyle oluyordu yoksa bir tek kendisinin ki mi böyleydi? Delikanlılık bu muydu? Apartmanlarında kendi oğlu Hasan ile yaşıt iki çocuk daha vardı ama onlar bu durumda değillerdi. Asiye Hanım’ın oğlu Abdurrahman üniversite üçe devam ederken, Sibel Hanım’ın oğlu Muhammet okulunu bitirmiş görevine bile başlamıştı. Neden onlar gibi değildi Hasan? Ya da onlarla arkadaş değildi?
Ayağa kalkıp çekmeceden fotoğraf albümünü çıkardı. Oğluna ait albümlerden sadece biriydi bu. El bebek gül bebek büyütürken ne çok da fotoğraf çekmişlerdi farkında olmadan.
İlk sayfayı açtığında Hasan’ın bebeklik resmiyle göz göze geldi. Henüz yeni doğduğu ayda çekilmişti bu fotoğraf. Aynı haliyle çekilmiş dört değişik resim. Ardı ardına... Abartmışlar mıydı? Tek hatırladığı o an ki mutlulukları ve bebeğinin kokusuydu. Muhteşemdi.
Diğer sayfayı açtığında bir yaşına kadarki resimlerini incelemeye koyuldu. O ilk yıl her ay muhakkak bir iki resim çekilir, çoğaltılır, yakın akrabalara dahi gönderilirdi. İlk bebeği olması mıydı bu kadar üzerilerine düşmelerine sebep olan, kendi de bilmiyordu. Bu düşkünlüğü yirmi dört yıl hiç eksilmemiş, hatta günbegün farkında olmadan artmıştı. Hele Hasan’ın doğumundan iki yıl sonra geçirdiği hastalıktan sonra daha da artmıştı. Bir çocuğu daha olamayacağını öğrenmek Hatice Hanım’ı yıllarca alışamayacağı acı bir duyguyla burun buruna getirmişti. Eşi de kendisi de belki de bu yüzden Hasan’ın bir dediğini iki etmemişlerdi.
Dört yaşında iken anneannesinin kucağında çekindiği bu resim. Bütün kardeşlerinin evinin duvarına çerçeveletilip asılmıştı yıllar önce. Hâlâ da duruyordu. Hasan her ne kadar yirmi dört yaşına girmiş olsa da saçları ortadan ikiye taranmış bu haliyle herkesin gönlünde hiç büyütemediği bir çocuk olarak kalmasına neden olmuştu.
Hasan bir giydiğini üç ya da dört kez giyerdi. Ona alınan kıyafetler ile bütün mahallenin çocukları büyüyebilirdi. Birçoğunu dağıtmış birkaç tanesini de hâlâ sandığının bir köşesinde saklamaktaydı Hatice Hanım. Bunu neden yaptığını kendisi de anlamıyordu ama kıyıp da başkalarına veremediği o izci kıyafeti, asker kıyafeti, ilk önlüğü, ilk ayakkabıları... Yepyeni duruyordu işte. Bu resimler çekilene kadar yaptığı kaprisleri dün gibi hatırlıyordu annesi. Bir türlü sakin oturamıyordu o zamanlarda da. Bütün aksi, nazlı davranışları aile çevresinde hoş karşılandığı için de ağlayarak her istediğini hemen yaptırırdı. Bu konuda hata yaptığının o zamandan beri farkındaydı Hatice Hanım ama bir türlü kendisine engel olamamıştı. Bazen küçük olduğunu bahane etmişti isteklerini yapmak için, bazen de ağlamasına dayanamamıştı. Ne de olsa tek evladıydı ve şımartılmayı fazlasıyla hak ediyordu annesine göre.
—Keşke... diye mırıldandı Hatice Hanım. Keşke her ağlamasında cevabım ‘Tamam’ olmasaydı, keşke ‘Hayır’ demeyi de bilseydim ona...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.