SELİM GÜNDÜZALP VE ÖLÜMSE GÜLÜMSE

ÖYLE derdi.

 

Ölüm üzerine yazardı. Üstelik her sayı için yazardı. Zafer Dergisi’nin orta sayfası ölüm yazılarına ayrılmış bir sayfaydı. Bu sayfayı bu hafta gerçek âleme uğurladığımız Selim Gündüzalp mahlası ile Hüseyin Adnan Şengörür yazardı.

Ortaokul yıllarımda tanıdım. Bir defasında Adapazarı’nda dergi merkezinde postaya verilecek dergileri Hamit Uyanık ağabeyin riyasetinde şeffaf poşetlere koyup o günün imkânları ile mumla yapıştırırken Hüseyin ağabey de yanımızdaydı. Derginin bana o günlerde en sevimli gelen yazıların yazarı Selim Gündüzalp kim diye sormuştum. Bana “Edebiyat okuyan bir kardeş” şeklinde cevap vermişti.

Sonradan öğrendim ki; o kardeş kendisiymiş.

Gün geldi beraber çalıştık.

Kendisiyle beraber lise yıllarında cep harçlıkları ile dergiyi çıkartmak ve yaşatmak üzere yola çıkan künyede yazı işleri müdürü olarak yer alan Enver Yorulmaz ağabeyin telgrafıyla köyde olduğum bir dönemde İstanbul’a davet edildim.

Ertesi sabah çıkıp geldim.

Cağaloğlu’nda eski Hürriyet binasının karşısında Ziya Gün İş Hanı’nın dördüncü katında İstanbul Bürosu açıldı. Sabahları erkenden gidip açıyor, süpürüp siliyordum. Daha sonra Enver Yorulmaz ağabeyin verdiği işleri yapıyordum.

Derginin merkezi Adapazarı’ndaydı. Orada Hüseyin Şengörür (Selim Gündüzalp) vardı. Derginin muhtevası burada hazırlanıyordu. Uygulaması İstanbul’da yapılıyordu. Sabri Bakoğlu’nun matbaası Bakoğlu Matbaası olmak üzere farklı yerlerde derginin baskısını takip ediyorduk. Derginin birde mücellit safhası vardı ki, anlatmak uzun sürer. Yetiştirmek için kendimizde yardım ederdik. Harman dedikleri formaları iç içe atmaktan tutun da dikiş ve paketlenme süreçleri de bambaşka zorluk ve zevki de içinde barındırırdı. Posta işlemleri merkezden yapıldığından paketlenen dergilerin mücellitten kamyonete, ondan da Sakarya otobüslerinin bagajlarına bin bir rica ile şoförlerden müsaade alıp yerleştirirdim. Hamaliye ücreti çıkmaması için hepsini ellerimizle oraya indirirdik.

Hüseyin Şengörür, Enver Yorulmaz, Adnan Şimşek, Hamit Uyanık, Cüneyt Suavi, Muhsin Alemdaroğlu, Arif Ağur, İbrahim Erdinç Şumnu, Şaban Ayaz, Münir Doğruluk, Enis Önder, Osman Suroğlu, Ömer Sevinçgül, Cihat Zafer, Ayhan Halaç Adapazarı ekibinden şu an aklımda kalanlar.

Daha sonra bu kutlu sefere katılanlar çok oldu.

Hüseyin Şengörür ağabey içinde kutlu bir hizmet kervanı taşıyordu.

O kervanın hiç durası yoktu. Sürekli yol alıyordu.

Bu heyecan ve azim yanına sürekli yeni dostları katıyordu.

Katar ilerliyordu hep.

İstanbul ayağında yazarlardan yazı almak görevi benimdi.

Haluk Nurbaki, Gürbüz Azak, Ali Gürbüz, Vehbi Vakkasoğlu, Ali Çankırılı, Mustafa Nutku, Ali Erkan Kavaklı, Senai Demirci’yi bu yazı alma süreçlerinde yakından tanıyıp sevdim.

İstanbul ayağı Enver Yorulmaz ile devam ediyordu. Sait Köşk, Murat Başaran, Levent Zeytinci, Selman Şafaklar, Mustafa Gürbüz, Ergün Ür ilk aklıma gelenler.

Selim Gündüzalp hayali olan ve bunu her gün adım adım gerçekleştiren bir insandı.

Hayaline başkalarını da ortak ediyordu.

Bizler o hayalin gerçekleşmesinde rol alan kişilerden olduk.

Gecenin saat üçlerinde o hayalin izdüşümlerini çalan telefondan öğrenir ertesi gün uygulamaya koyardık.

Zaman geldi çoğumuz hayatın başka alanlarında yer aldık.

Hüseyin ağabey yerinde duruyordu ve hayalinin peşinde yeni dostlarla devam ediyordu.

Her zaman irtibatımız devam etti. Azalsa bile kopmadı.

‘Ölüm Son Değildir’ yazıları önce büyük ebat renkli bir katalog olarak okuyucu ile buluştu.

Daha sonra kitaplaştı.

Bizden sonra Hüseyin ağabey roman yazdı. Adı ‘Serap’. Haluk Nurbaki Hocanın bir hastası ile olan muhaveresi bu romanın nüvesi oldu. Ardından derleme hikâye kitapları geldi. Zafer Yayınları arasında bu kitapları bulmak mümkün.

Selim Gündüzalp ustayı insanımız son beş sene içinde daha fazla tanıdı. Bu ise Hüseyin ağabeyin hatiplik tarafının fark edilmesiyle meydana geldi.

Gençlik buluşmaları, okullara seminerlerle bir nevi Türkiye turnesi yaptı.

Bu arada radyodan sesi duyuluyordu. Moral FM ve başka radyolardan ses verdi ve yankı buldu.

Derken TRT ekranlarında bir mütebessim yüz, nükteli bir dil, edebiyat ve kültürle harmanlanan bir anlatım görüldü…

İçten…

Hesapsız…

Riyasız…

Evden biri, bizden biri dedirten bir duruşla ekranlardan evlere konuk oldu.

Bu anlatım pek çok insanın gönlünde rahmet esintileri meydana getirdi.

Sevildi.

İstendi.

Dinlendi.

Yankı buldu.

Nefes aldırdı.

Son yankısı deniz üzerinden duyuldu. Zafer Dergisinin son sayısında yer aldı bu yazı.

“Denizin üstünden uçup giden kuşlar gibi emniyet içinde dünyadan göçmeyi nasip eyle. Denizlerinde batmadan, dünya sularında boğulmadan, ebediyet sahillerine güven içinde ulaşmayı nasip eyle” diyordu bu yazısında.

Duası kabul olundu.

Duasının kabulüne bizler şahit olduk. Gittik. Helalleştik. Sırladık.

Hayatın öte yakasında sevdikleriyle hemhal olduğundan şüphemiz yok.

Ruhu, Muhammedî neşe ile sonsuza kanat açsın inşallah.

Menzilin kutlu olsun Hüseyin ağabey.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.