Av. Mehmet YALÇINKAYA
ŞEHİDE MEKTUP ( I )
*** Bu yazı Mavi Marmara’da şehit düşen kardeşlerimize ithaf edilmiştir. ***
Üçüncü buluşmalarıydı. Aslında aracıların evinde buluşmaktı niyetleri. Fakat onların başka bir şehire taşınmaları yüzünden bu fikri gerçekleştirememişlerdi. Çaresiz Kadıköy’de bir pastanenin üst katında oturdular. Aslında böylesi, birbirlerini tanımak açısından daha iyi oldu. İlk iki görüşme sınırlı dakikalarda, yanlarında üçüncü kişiler varken gerçekleşmişti, ilk defa bu kadar yakın görüşme imkânları oldu. Ara sıra gelip alelacele bir şeyler atıştıranlar dışında dikkatlerini dağıtacak bir husus yoktu. Uzun sessizlikler ve derin düşünceler yerine karşılıklı konuşmak ikisini de rahatlatmıştı.
Aslı’nın, ilk defa bu kadar yakından görebildiği muhatabında dikkatini çeken ilk şey, rimel sürülmüş gibi uzun ve kıvrımlı kirpikleri oldu. Bakışları buz gibi havada bile insanın içini ısıtacak kadar sıcaktı. Ferhat, tahmininin çok üstünde entelektüel birikime sahipti. Kendisine olan güveni, meramını espri ile karışık ifade etme becerisine hayran olmuştu. Bir ömür boyu Ferhat’la vakit geçirecek birisinin canının hiç sıkılmayacağını düşündü. Her şeyden önemlisi müthiş peygamber ve ashab sevgisi ile gönlünde taht kurmuştu. Ama bunu şu aşamada söylemekten özellikle çekiniyordu.
Aslı, Ferhat’ın kendisine teklif getirmesi halinde hemen ret cevabı vereceğini tahmin ediyordu. Aracı ablaya yapılan aşırı ısrar, sorulan sorulara verilen dürüst ve ikna edici cevaplar düşüncesini değiştirdi. İlk iki görüşmenin olumlu geçmesi üzerine üçüncü ve belki de hayatının tüm seyrini değiştirecek yeni bir görüşmeyi kabul etti.
Görüşme kendi mecrasında ilerlerken Aslı, muhatabının çok sıkıntılı olduğunu fark ediyor, onun açılmasını bekliyordu. Ferhat’ın konuşmaya niyeti yok gibiydi. Ağzında bir şeyler geveliyor, lafı döndürüyor ama söylemek istediklerini gizliyordu.
Sonunda dayanamayan Aslı, sıkıntısının sebebini sordu. Başta “yok bir şey” dese de ruh hali ve beden dili “ciddi bir sıkıntım var ama söyleyip söylememekte tereddüt yaşıyorum” der gibiydi. Biraz daha üsteleyince Ferhat konuşmaya karar verdi:
-Buraya gelirken aslında söylememe düşüncesindeydim. Yani zamanı değil diye düşünüyordum. Fakat bu görüşmede de bunu söylemezsem sanki sizi aldatmış gibi hissedeceğim. Yıllar önce bir hadis-i şerif okudum. Peygamberimiz “Cennet üç kişiyi özler. Bilal, Ammar ve Selman” buyurmuş. Bu hadis-i şerifi okuduğumda Allah’a “bu üç sahabeyi rüyamda görmeden canımı alma” diye dua ettim. İkisini gördüm. Üçüncüyü görürsem vefat edeceğimi anlayacağım. Namaza başladığım ilk andan itibaren şehit olmak için Allah’a yalvarıyorum. Benden bu mesele için istihare yapmam istendiğinde gördüğüm bir rüya ile inşallah bu emelime ulaşacağımı zannediyorum. Zamanını Allah bilir. Yani demem o ki, benimle evlenirsen şehit hanımı olabilirsin, kararını verirken bunu da bil istedim.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Aslı hiç tahmin etmediği, hatta aklının ucundan bile geçirmediği bir durumla karşılaştığını hissetti. Önce şaşırdı. Görülen rüyanın ayrıntılarını da muhatabından dinledi ve arkasından şöyle cevap verdi:
-Ölüm Allah’ın emri, kaderde ne varsa onu yaşarız. Bu kadar açık yüreklilikle bu hususu benimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Hem genel bir değerlendirme hem de bugün söyledikleriniz hakkında özel olarak fikrimi daha sonra söyleyeceğim.
Yaklaşık on gün sonra Üsküdar Şemsi Paşa Kütüphanesi’nde tesadüfen karşılaştılar. Ani bir hareketle Aslı çantasından bir mektup çıkartarak Ferhat’a verdi.
-Lütfen sonuna kadar dikkatli okuyunuz, yarın öğleden sonra belki ararsınız diye ahizenin başında bekleyeceğim diyerek uzaklaştı.
Ferhat, elindeki mektup başkalarının görmesi yasaklanmış kutsal bir emanetmiş gibi Aslı’nın arkasından baktı. Zarfı çantasına attı ve akşam bütün arkadaşları yattıktan sonra açıp okumaya başladı:
Anlaşılmaya yaklaşan gönül erine…
Yıllardır uzaklardan seyredip, “Ya nasip! Ya vuslat!” duaları ederken gönül rızası ile yakından sohbet nasip olandan selam, Rabbin selamı üzerine olsun…
Uzun süredir ruh dünyamdan mektuplar gönderiyorum, gönderiyorum, gönderiyorum. “TEMKİN” denen dost duygularım alıp parçalıyor o mektupları, henüz beyaz tenlere misafir olmadan, yazılmadan.
Misafiriniz olduğumu işittiriyorsunuz. Hem de yıllardır gönül evinizde misafiriniz olduğumu. Yıllardır birisinin gönül evinde misafir olmak! Aman Allah’ım… Sana lâyık mekânlarda misafir edilmişim… Lâyık eyle Allah’ım!
Bu durumu aracılarla olsun, ten lisanı ile olsun ifade ettiniz. Bir itirafı burada belirtsem nasıl olur bilemiyorum. İlk andan olmasa dahi, yıllar var ki, bazı duyguları sezmekte idim. Bu sezgim, yanılmalarım ve değerlendirmelerimle “Türkiye’nin su ihtiyacını giderecek büyüklükte kopan tufandan” haberdar edilinceye kadar bekledim. Bana, sezgilerimin boşuna olmadığını gösteren Rabbime hamd olsun…
Biliyorum, görüyorum ama bilmezlikten, görmezlikten geliyorum misali geçen zaman, benim nazarımda “Yürekte bitip büyüyen, meyve verip, meyvelerin olgunlaşmasını bekleyen zamandı, kıvamı sağlayıncaya, sevgi meyvelerini olgunlaştırıncaya kadar geçen zaman.” Ellerim değil, kollarım titriyor. Ama yine de yazacağım. Gönül ayinemi size aksettirmeye çalışacağım inşallah…
Kuralları hiçe sayarcasına yazılmış bu satırları, gündelik veya deyim yerinde ise klasik bir değerlendirme ile değerlendirmemenizi istiyorum. Mürekkeple yazmıyorum, yazarken ıslak, ulaşıncaya dek kuruyacak, tazeliği kaybolacak diye. Mürekkeple yazmıyorum gönül silahıma kurşun olsun diye. Anlayış bekliyorum bu noktada.
Üslup olarak mektuplarımda hitabı bol kullanırım. Haddim ve hakkım olmadan bu mektupta da yoğun olacak. Mektubumu sizin için daha etkili hale getirecek diye kullanmıyorum. Şimdiye kadar sizden gelen her türlü dokümandan elde ettiğim izlenimlerimle bir itirafımı dile getiriyorum: Belki bir duygu yoğunluğunun coşkusu, belki yapı gereği bu satırlar, siz de gözlemlediğim disiplin ve düzenin mukabili değil. Affınızı istirham ediyorum.
(devamı haftaya)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.