xxxx1
Şam'da kendimizi, İstanbul'u, bitmeyen şarkımızı hatırlamak Sinan'la...
Neyi yitirdiğini hatırlıyor musun? Ruhunun şarkısı olmasın bu sakın? O yüzden mahkûmsun bariyerlere, demek ki...
İyi de, bariyerlerle yaşanır mı? Hele de insanın en büyük bariyeri kendi ise, o hayat çekilebilir mi? Böylesi bir hayat, insanı, alıp başka ufuklara, başka dünyalara götürebilir mi? İnsana ruh üfleyebilir mi?
Önümüzde yalnızca duvarlar var... Duvarlar dedimse, fizikî duvarlar değil bunlar; daha boğucu, daha yok edici zihnî duvarlar...
Medeniyet coğrafyamız paramparça... Ama ne kadar farkındayız bunun bilmiyorum doğrusu... Sınırları sömürgeciler tarafından cetvellerle çizilmiş fizîkî sınırlardan, bu sınırların oluşturduğu duvarlardan sözetmiyorum elbette... Bu duvarlar, herkesi bağrına basabilecek, herkesi sarıp sarmalayabilecek, herkese ruh üfleyebilecek muhkem çağrıların, çağları aşarak çağlayana dönüşen soy ve asil çağrıların önünde bir ânda tuzla buz olabilecek yapay, sahte, kaba saba, dolayısıyla bir çırpıda yerle bir edilebilecek, yıkılabilecek duvarlardır...
Yıkılması, başa çıkılması asıl zor duvarlar, işte bu zihnî duvarlardır oysa...
Gerçekten de, bugüne kadar hep bu fizîkî duvarlardan şikayet edip durduk... Ama bir arpa boyu bile yol alamadık bu zihnî duvarları, bariyerleri aşabilmek için... Ne zaman ki, önümüzdeki asıl kalın, devâsâ duvarların fizikî duvarlar değil, zihnî duvarlar olduğunu az biraz fark etmeye başladık; işte o zaman, önümüzdeki fizîkî bariyerlerin ne kadar sahte, ne kadar yapay ve yapmacık olduğu gün ışığına çıkmaya başladı yavaş yavaş...
Önümüzü kesen, soluğumuzu kesen önümüzde uzanan duvarlar, zihnî duvarlardır asıl. Sadece medeniyet coğrafyamızın kapılarının kalın zihnî duvarlarla bütün diğer kapılara kapatıldığından sözetmiyorum elbette. Bizzat insan teklerinin kendi içlerinde, kendi zihinlerinde, kendi dünyalarında kendilerini kıskıvrak yakalayan, kapana kıstırarak teslim alan, elini, kolunu bağlayan, zihnini durduran ve donduran duvarlara bakmak gerek öncelikle.
Bu ülkedeki entelektüel çevreler arasında ne kadar kalın duvarlar olduğunu, hiçbir geçişkenliğe, alışverişe, karşılıklı esinlenmeye ve besinlenmeye, entelektüel kışkırtmaya imkân tanıyamayacak kadar kendi içine ve kendi üstüne kapalı boğucu, sıkıcı, banal bir görünüm arzettiğini görebiliyor musunuz?
Türkiye'deki kadar birbirine zihnî olarak kapalı başka entelektüel gettolar yok. Yine, Türkiye kadar, hele de medeniyet coğrafyasıyla arasına inanılmaz sahte zihnî bariyerler örmüş başka bir ülke yok şu yeryüzü coğrafyasında.
Bizim entelektüel dünyamız meşrûiyeti yalnızca kendinden menkul, dar ve boğucu gettolara mahkûm ve mahpus olmuş entelektüel gettolardan ibaret... Yani kabızlık üretim merkezlerinden... Sanat, düşünce, hayatı inkişâf ettiren, hayata ruh üfleyen mecralar değil, yönünü de, yörüngesini de yitirmiş; üstelik de yönünü de, yörüngesini de yitirdiğini göremeyecek kadar dünyayı kendi hapsolduğu, mahkûm olduğu daracık, boğucu gettosundan ibaret görecek kadar narsist ve mazoşist, yitik ve bitik bir dünya bu.
Kendi olmayan, kendinde olmayan, ben ancak sen olduğunda ben olabilir düzleminin kıyısından köşesinden geçemeyecek kadar kendinden geçen bir banallikler ve sanallikler dünyası bizim entelektüel gettolarımız.
İşte Şam'a açıldığınızda, kendinize açıldığınızı fark ediyorsunuz bir anda. Hele de Şam'a Sinan'la, Sinan'ın medeniyet coğrafyamızın mânâ ve ruh haritasını bütün ayrıntılarıyla, görünür görünmez yönleriyle önümüze seren Sinan Fotoğraf Sergisi'yle Şam'a açıldığınızda, bütün entelektüel gettoların bariyerlerini birer birer yıkarak, zamanda ve mekânda, zamanı ve mekânı aşan kanatlandırıcı, varedici, herkesin müştereken iştirak edebildiği entelektüel bir ufuk yolculuğuna çıktığınızı bilfiil görebiliyorsunuz...
Şam, İstanbul'u hatırlatıyor ağabeyi İstanbul'a, İstanbul'un her bir karesine, ânına, herkesin kendi olabildiği, kendini bulabildiği, hak ettiği yeri alabildiği hakîkatin derûnî mührünü nakşeden Sinan aracılığıyla...
Peki, Sinan bize ne söyler bugün? Nasıl Shakespeare, Blake, Bible'lar, Bach'lar, Mahlerler, Dosto'lar bir şeyler söyleyebiliyorsa, Sinan da, Merâğî de, Gazâlî de, İbn Arabî de bize bakmasını gören zihinler için çok şey söyler... Ruhun, ruhumuzun hiç bitmeyen, her dâim tazelenen ve bizi de tazeleyen şarkısını elbette...