Cemevleri (1)

 

Alevi çalıştayında en çok tartışılan ve Sünni kesimin iç huzuruyla onaylamadığı ana mesele "cemevlerinin ibadethane" sayılması gerektiği konusu oldu.

Başta belirtmek gerekir ki, biz Alevilere dinî veya hukukî bir kimlik veya statü belirleme durumunda değiliz, bu yetki ve hakkı kendimizde görmüyoruz. Ancak karşılıklı olarak kaygılarımızı ve zihnimizdeki istifhamları belirtip giderme gibi bir hak ve sorumluluğumuz da var. Eğer Aleviler ısrarla "cemevlerinin ibadethane" statüsünde tanınmasını istiyorlarsa, sonuçta biz bunu kabul ederiz, ama bunun yol açabileceği sonuçları birlikte mütalaa etmemizde de zaruret var:

Kur'an ve Sünnet kaynaklarındaki geçerli isimlendirmeye göre Müslümanların ibadet ettiği yerlere "mescid" denir. "Allah'ın mescitleri, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa" vs. "Camii"yi, daha çok biz Türkiye'de yaşayanlar kullanır ki, anlamı Müslümanların ibadet etmek üzere toplandıkları yer ise de, esasında "ölçeği genişletilmiş, büyük mescit" demektir. Suudi Arabistan'da aksine küçük mescidlere "camii" dendiği vakidir. Sünni, Şii, Zeydi, Harici ve İbadi mezheplerine mensup Müslümanlar ibadet yerlerine "mescit" derler, camii terimini bu manada kullanmaktadırlar ve prensip olarak bütün mescit ve camilerde kılınan namazın geçerli olduğunu bilirler.

Alevi çalıştaylarının tümünde, Alevi sözcüleri Aleviliğin İslam-içi olduğunu özellikle vurguladılar. Bundan daha sevindirici ve rahatlatıcı bir beyan olamazdı. Bunun yanında Alevi sözcüleri bir yandan bu önemli beyanda bulunurken, diğer yandan "camiye gitmediklerini, 'Sünniler' gibi namaz kılmadıklarını" söylüyor; cemevlerinde yaptıkları niyaz ve ayinle ibadet ettiklerini, bu yüzden cemevlerinin birer "ibadethane" sayılması gerektiğini ittifakla ve ısrarla belirtiyorlar.

Eğer cemevleri, "ibadethane" olarak isimlendirilecekse, Alevilerin Sünnilerden kategorik olarak farklı bir ibadet tarzları olduğu anlamına gelir ki, bu bir dinin, yani İslam'ın içinde "iki mabet" oluşması anlamına gelmez mi? Bu yeni isimlendirme ve ibadethanelerin farklılaş(tırıl)ması, zaman içinde bir dinin ikiye ayrılmasına, Müslümanların iki din mensubu şeklinde bölünmesine zemin hazırlamaz mı? Bir dinin iki mabedi olur mu? İki farklı mabet, iki farklı dini ima eder; mabet ortaksa eğer birden fazla mezhep mümkündür, meşrudur ve din içindeki çoğulculuğun gereği ve tezahürüdür.

Mezhepler arasındaki farklılığın ibadetlere yansıması normal ve makuldür. Mesela Mardin ve Diyarbakır'da Hanefiler ve Şafiiler camilerde beraber namazı kılar, ancak cuma namazından/iki farz rekattan sonra "Zuhr-u ahir" adı altında Hanefiler dört rekat namazı münferit kılarken, Şafiiler sağ taraftaki mihrapta ve kendi imamları arkasında cemaatle kılarlar. Bu, bugüne kadar herhangi bir ayrışma ve çatışmaya sebebiyet vermemiştir.

Aleviliğin bir fıkıh mezhebi olmaktan çok bir tasavvufi yorum olduğunu kabul etmemiz durumunda da, benzer pratikler vardır. Mesela Mevleviler, Mevlevi dergâhlarında sema ve zikir yapar ve bunu elbette ibadet bilinci ve düşüncesiyle yaparlar. Ama Mevleviler camiye gider, beş vakit, cuma ve bayram namazlarını kılarlar. Tabii ki, Mevleviler arasında da namaz kılmayanlar var, ama devam ettikleri Mevlevi dergâhlarını mescit veya camiinin dışında İslam içinde ikinci mabet gibi görmüyorlar. Böylelikle Mevlevilik, İslam içinde farklılığını muhafaza eden bir İslam yorumu, bir tarikat, bir inanç grubu olarak yer alıyor. Çarşamba devam edeceğiz.

NOT: Cumartesi günkü yazımda Sivas olaylarıyla ilgili Arif Sağ'ın, "Olayların bir sene önce planlandığını, esasında her iki kesimin bu işte hatalı olduğunu" söylediğini yazmıştım. Sağ, bu cümle kalıplarıyla görüş beyan etmediğini dolaylı yollarla bana iletti. Maalesef dün gün boyu kendisine ulaşamadım. Ben tabii ki Arif Sağ'ın dediklerini yanlış anlamış veya bir başkasının söylediklerini kendisine nispet etmiş olabilirim. Kimseye söylemediği şeyi isnat etmek istemem. Bana tam olarak ne söylediğini gönderme lüzumunu hissederse bu köşede yayınlarım.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar