Recep KOÇAK
Özgürlük anlayışımız ve çocuklar
Türkiye, çoğu alanda önemli gelişmelerin yaşandığı ve milyonların dikkatle takip ettiği bir ülke. Batı merkezlerinde olduğu kadar Yemen’de de, ABD’de olduğu kadar Gana’da da Türkiye’de yapılan bir seçimin sonucu ilgiyle takip ediliyor. 2023’te dünyanın 10. büyük ekonomisi olma yolunda kararlı adımlarla ilerleyen ülkemizin, trafik kazaları ve iş kazaları gibi hayati konularda hâlâ yapacağa çok işinin, kat edeceği hayli yolunun olması üzücüdür.
Eğitim sahasında da göz kamaştırıcı adımlara imza attık ülke olarak. Okulların açıldığı gün milyonlarca öğrencimizin kitabını masasında buluyor olması tek başına büyük bir başarıdır. Bu başarıyı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan (“dönemin başbakanı”) ve hükümetinin kararlılığına borçluyuz. Üniversitesi bulunmayan bir tek ilimizin kalmayışı da -eleştirilecek yanlarıyla- birlikte tarihi bir dönüm noktasıdır.
Eğitim en sancılı sahamızdır. Çünkü yarınlara hazırlanması hedeflenen yavrularımızın hassasiyetleri, öncellikleri ve “biricik” olmalarının gerektirdiği ağır sorumlulukla, bu alanda yapılacak işlerde azami hassasiyete ihtiyaç vardır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve eğitimcilerimizin yükü hayli ağır. Eğitimcilerimizin ilgisini çekeceğini ve istifade edileceğini umduğum bir yazıyı dikkatinize sunuyorum.
Sehel Oto, Günışığı Kitaplığı Blog'da “Kitapların Hazır Yavrum” başlıklı yazısıyla önemli bir yanlışımızın altını çiziyor;
“Okullar açılıyor. Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri öğrencileri için yeni kitaplarını seçmiştir bile. Her dönem okuyacakları “3 ya da 4 kitaplık liste”lerini hazırlamışlardır. Öğretmenler bütün bir eğitim-öğretim yılı boyunca hiç rahatsızlık duymadan “özgür düşünmek”ten bahsedecekler. Veliler, çocuklarının çok kitap okudukları halde paragraf sorularında çok hata yaptıklarından yakınacak. Çocuklar ve gençlerse okumanın eğlenceli mi yoksa sıkıcı mı olduğuna bir türlü karar veremeyecekler. Ve aslında hepimiz eğitim sisteminin içine biraz daha sıkışacağız; özgür olmaktan, özgürce karar vermekten biraz daha korkacağız.
İngiltere’de çocuk bakıcılığı yaptığım zamandan kalma, herkese anlattığım harika bir anım var. Baktığım çocuklardan biri olan Grace 3,5 yaşındaydı ve yarı zamanlı olarak ana sınıfına gidiyordu. Okulda, öğrenciler her hafta istedikleri kitapları seçiyor ve velileri bu kitabı onlara okuyordu. Kitapların sonunda küçük bir değerlendirme formu vardı. “Çocuğunuz bu kitabı sevdi mi?, Hangi bölümler çocuğunuzun daha çok dikkatini çekti?” gibi sorular yer alıyordu bu formda. Anne-babalar da çocuğunun okuma sürecine aktif bir şekilde katılmış oluyordu. Bir gün Grace’i okuldan almaya gittiğimde kitap seçtiğini gördüm ve ne tepki vereceğini merak ettiğim için ona bir kitap önerdim. “Bu kitaba ne dersin? Harika görünüyor.” dedim. Grace hemen hayır cevabını yapıştırıp kendi istediği kitabı seçti. Bu olaydan sonra 3 ay daha Grace’e bakmaya devam ettim, çok iyi anlaşmamıza rağmen bu süre boyunca benim ona önerdiğim kitabı hiç seçmedi. Bu anıya “Bir Okur Nasıl Öldürülür?” adını verdim sonrasında. Grace, özgür olduğu bir alanda onun için karar vermeye çalıştığım için beni cezalandırdı, tıpkı bütün çocukların yapacağı gibi. İşte bütün çocuklar da okumaya zorlandıkları için anne-babalarını ve öğretmenlerini cezalandırıyor. Ve bu cezalandırma yaşı, okur olmaya geçecekleri ergenlik döneminin başlamasından biraz sonraya tekabül ediyor. Zaten toplum olarak da televizyon bağımlısı bireyler yetiştirmeye dünden gönüllü olduğumuz için çocukların hayatında gerçek okur-rol modeller yer almıyor. Ne yazık ki “Babası çok gazete okur.” , “Evde koli koli kitap okuruz.” gibi acınası bir okuma anlayışıyla büyütülen çocuklar, okulda da “bol mesajlı” kitaplar okumaya zorlandıkları için yetişkin olduklarında hayatın sıkıcı ve yorucu temposu içinde insanı en çok eğleyecek şeyden mahrum kalıyorlar.
Milli Eğitimin ve özel okulların ilkelerine baktığımız zaman karşımıza hep “özgür bireyler” ifadesi çıkıyor. Aslında öğretmenlerin, velilerin de yapmaya çalıştığı bu: “Özgür bireyler yetiştirmek.” Ancak, sanırım bizim yetişkin olmaktan anladığımız başkaları adına karar vermek olduğu için, hele hele söz konusu eğitimse nedense herkes en iyiyi bildiğini düşünüyor, en iyiyi bildiği için başkası için de en iyiye karar verebilir olarak görüyor kendini. Aslında gerçek duygumuz kaygı iken, çocuklarımızın geleceği için kaygılanıyorken bu duygu yerini egoya bırakıyor hep. İşte bu yüzden öğretmenler 100-150 kitaplık kitap listeleri hazırlayıp çocukların kendi seçimlerini desteklemek yerine çocukları kitaptan yaptıkları dikenli tellerle sarıyorlar; evdeyse televizyonun sesini sonuna kadar açan anne-babalar “Git odana kitabını oku!” diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Çocuksa kendini güçlü hisseder hissetmez “gerçek sorunu- kitabı-” hayatından çıkarıyor.
Aslında bu gerçekliği yüksek felaket senaryosunun seyrini değiştirmek özgürlük korkumuzu yenmekten geçiyor. Kendimizi ve çocuklarımızı özgürlüğün yumuşak akışına bıraktığımızda su akıp yatağını bulacak. Özgür olmaktan, kitaplardan korkmadan daha güvenli adımlar atabileceğiz geleceğimize.”
recep.kocakk@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.