Recep KOÇAK
Nice şer bildiklerimizde hayır vardır
Geçtiğimiz yıllarda Mesnevi’nin orijinalinden yeni bir tercüme yaptırıp yayınlayan bir arkadaşım, “ABD’de psikolojik problemleri olan bazı insanlar Mesnevi okuyarak rahatlıyor, tedavi oluyorlar” demişti.
Dün sabah Mesnevi’yi açtığımda aşağıdaki hikâye ile karşılaştım. Her okuduğumda yeni dersler çıkardığım hikayeyi bir kez de birlikte okuyalım..
Bir gün adamın biri Mûsa peygambere geldi:
-Ya Mûsa, ne olur duâ et de ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan kendime hisseler çıkararak daha iyi bir insan olayım, dedi. Hz. Mûsa:
-Yürü, işine git, kaldıramayacağın yükün altına girme, bu hâlin senin için daha hayırlıdır” dedi.
Adam dinlemedi, ısrar etti:
-Ya Mûsa, ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini anlayayım” dedi.
Adamın ısrarı karşısında Mûsa a.s her ne kadar bundan vazgeçmesi için uğraştıysa da, adam ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Mûsa bu konuda onun için duâda bulundu. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi sabah hizmetçisi evin avlusunda sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşarak bunu kaptı. Köpek onun davranışına kızdı:
-Be horoz, bu yaptığın doğru mu? Sen buğday da yiyebilirsin, arpa da. Mısır da yiyebilirsin, başka küçük taneleri de. Bense bu kapıda ekmekten başka bir şey yeme imkânına sâhip değilim, neden benim rızkımı kapıyorsun? dedi.
Horoz cevap verdi:
-Haklısın fakat hiç tasalanma, yarın bizim ev sahibinin eşeği ölecek, sen de böylece karnını iyice doyurursun, dedi.
Bunu duyan adam, hemen eşeği pazara götürerek sattı. Ertesi sabah da bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar diye onları izlemeye başladı.
Köpek horoza sitem ediyordu:
-Yahu horoz kardeş, hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyuracaktık, ne oldu? diyordu.
Horoz: “Eşek ölmesine öldü, lâkin başka yerde; çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat sen hiç merak etme, yarın at ölecek, o zaman daha büyük ziyafete konacaksın” dedi.
Bunu duyan adam ahıra koştu, atı aldığı gibi pazara götürüp sattı. Sevinerek evine döndü: “Bu hayvanların dilini öğrenmek çok iyi oldu, böylece zarardan kurtuldum” diye düşünüyordu.
Ertesi sabah, acaba bugün ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanına yaklaştı. Köpek yine horoza kızıyordu:
-Yahu horoz, bu sefer de dediğin çıkmadı, yoksa sen de mi yalana başladın?” dedi.
Horoz: “Hayır, ben yalan söylemedim, at ölecekti lâkin sahibimiz onu da sattı. Fakat merak etme, yarın onun çok değerli hizmetçisi ölecek, o zaman onun hayrına yemekler, helvalar verilecek, hepimiz doyacağız” dedi.
Bunu duyan adam hiç vakit kaybetmeden hizmetçisini götürüp sattı.
Adam, “Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece pek çok zarardan kurtuldum” diye düşünerek sevindi ve ertesi gün yine köpekle horozun konuşmalarına kulak verdi. Köpek bu defa çok kızgındı:
-Yalancı horoz! diyordu, hani hizmetçi ölecek bu sayede karnımız doyacaktı, günlerdir beni yalanlarınla avutup duruyorsun, bu sana yakışır mı?”
Horoz: -Ben yalancı değilim ve yalan söylemem. . Köle gerçekten öldü, lâkin burada değil, başka yerde. Çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Çünkü bu sefer sıra kendine geldi. Zira ilkin kazâ-belâ eşeğe gelecek, böylece sahibimiz kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata geldi; atı da satınca köleye geldi. Köleyi de sattığından belâ ona gelecek. Sıra kendisinde, yarın sahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız” dedi.
Bunu duyan adam ah vah etti, başını yerlere vurdu, ama iş işten geçmişti…
Hz. Mevlâna hikâye arasında şöyle der: “Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi”
“Bir ziyâna uğramak, birçok ziyanları def edecekti. Cismimiz, malımız canlarımıza fedâdır; canımıza gelecek belâ, cismimize, malımıza gelir.”
Prof. Dr. Mehmet Demirci bu hikâye üzerine, internet üzerinden yayınlanan Âsitâne Mevlevi Kültür Dergisi’nde şu yorumu yapmış:
Bu anlayışın etkisiyle olmalı ki; evlerde tabak, bardak gibi şeyler kırılınca: “Kırıldıysa da zararı yok, gelecek kazâyı def eder” derler. Onun için insan bir musîbete uğrayınca, bağırıp çağırma yerine, onun belki de daha büyük bir felâketin önleyicisi olduğunu düşünerek tesellî bulmalıdır. ”Cana geleceğine mala gelsin” diye üzüntüsünü azaltmalıdır.
Mesnevî’de şöyle devam edilir.”Gazaba uğradın mı pâdişahlara malını verir, başını kurtarırsın. Bunu bildiğin halde, kazâya düşünce nasıl olur da Allah’tan malını kaçırmaya çalışırsın?”
Mesnevî şârihleri, bu noktada sadaka vermenin de bir tür başını kurtarmaya yarayacağı üzerinde dururlar. Bu konudaki âyet ve hadisler dikkat çekicidir:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren, her başakta yüz adet tane bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir.” (Bakara, 2/261)
Peygamber Efendimiz s.a.s, “Az sadaka çok belayı def eder, sadaka ömrü uzatır” ve “Sadaka yetmiş çeşit belaları def eder” buyurmuştur.
Eski İstanbul’da yardımların en göze batmayanı ‘‘sadaka taşları’’ kullanılarak yapılırdı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler akşam saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblağın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. Bu hâliyle sadaka ve her türlü yardımlaşma, toplum dayanışması ve sağlamlığının sigortalarından biridir.
recep.kocakk@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.