Nereye

Daha çocukluk yıllarımızda, okuduklarımız arasında tebliğcinin özelliklerini anlatan kitaplar epey bir yer tutardı. Kendi İslami duyarlılıklarını başkalarına aktaran kişilere sağına soluna bakılmadan tebliğci deniyordu ve tebliğ metodunu öğrenmek Müslümanların öncelikli göreviydi. “ Selamün aleyküm, kör kadı” demek doğruyu söylemek olarak algılanmıyordu. Sözün söyleneceği yerlerin; söylenen sözler kadar önemli olduğu vurgulanıyordu. İnsanlara hakaret ederek, küfrederek, hakir görerek doğrunun aktarılamayacağı tebliğin elif bası olarak belletiliyordu. İnsanları karşımıza alarak, onlara hakaret ederek kimseye bir şey anlatamayacağımızı ilerleyen yıllarımızda zaten tecrübeyle öğrendik.

28 Şubat sürecinde Yaşar Nuri Öztürk televizyonların yegâne müftüsüydü, ekran ekran koşturuyor, gazetelerin en okunan köşelerini kapıyordu. İslam’ı anlatıyordu. Anlattığı İslam’da çok yanlış yoktu. Kendi ifadesiyle anlattığı ‘Kur’an İslam’ıydı. Öyle diyordu. Ancak nedense onun İslam’ının; ‘sövdüğü’ kimseler; hep İslami duyarlılığı olan kesimlerdi. “Biz de Müslüman’ız ama gerici değiliz, yobaz değiliz” diyen kimseler, Yaşar Nuri Öztürk’ün İslam’ından en küçücük eleştiri almıyorlar, hatta onların ibadetsiz, itikatsız, inkârcı İslam’ı ‘28 Şubat’ın Şeyh-ül İslamı’ndan övgüler alıyordu. Müsamaha görüyordu. Bu tavır, dindar kesimler tarafından tanındığı için, kimse bundan çok da rahatsızlık duymuyordu. Çünkü Müslümanlar, Yaşar Nuri Öztürk ve sonrasındaki Zekeriya Beyaz gibi türevlerine hak ettikleri pozisyonu vermişlerdi. Onlar tek ve ilk örnek değildi. Geçmiş dönemlerde de bu tiplerin aynıları yaşamıştı ve onlar tarihin lanetinde yerlerini almışlardı. 28 Şubat müftülerini, sistem,  taşıyabildiği kadar taşıdı, kazandırabildiği kadar onlara kazandırdı. Sonunda bu tiplerin her birinin, bütün dönemlerde başlarına gelen, bunların da başlarına geldi. Megalomanlaştılar. Ve bütün kazandıkları ve itibarlarıyla beraber silinip gittiler. “Şöhret afettir.” Kutlu sözü herhalde bu şekilde tecelli ediyor.

Geçmiş, herkesin unutmaya başladığı bu tipleri hatırlatmamın sebebi, yukarıda saydığım isimleri unutturmamak değil. Bu tiplerin daha yakın zamanların figüranı oldukları için hafızalardan hala silinmemiş olmalarıdır. Yani anlatmak istediğim konunun daha anlaşılır olması için bu isimleri andım.

Son zamanlarda da bazı isimler televizyonların, gazetelerin önemli figürleri haline geldiler. Muhafazakâr, dindar bir kimliğe sahip ve AK Parti eleştirisi yapıyorsa; televizyon kanalları, gazeteler bu kişilerin önüne sonuna kadar açılıyor. Açılan bu ekranlarda, önünüze serilen gazetelerde bu kişilerden istenen belli olduğu için, bunlar; sözün şehveti içerisinde saydırabildikleri kadar AK Parti’ye saydırıp, sövebildikleri kadar sövüyorlar. 80 yılın bütün sorunlarının vebalini, AK Parti’ye yükleyip; vurabildikleri kadar vuruyorlar. Vurdukça da ekranlar önlerine açılabildiği kadar açılıyor. Ve bu tipler; bir zaman sonra, kendilerini ülkenin en iyi düşüneni, en iyi söz söyleyeni zannetmeye başlıyorlar. Şunu da gözden kaçırmıyorlar. “Demek ki benim uzmanlık alanım, bu konu.” Çünkü bunların, başka konularda konuşmasını istemiyorlar. Ekranlarda olmanın cazibesiyle de, bunlar artık inanmadıkları sözleri de söylemeye başlıyorlar.

Benim için asıl rahatsızlık veren konu, bu ülkenin dindar camiası, 1980’li yılların başından beri 20 yıl birbirimizle uğraştı, birbirini küfürle itham etti, tartıştı, çatıştı. 28 Şubat’la birlikte dönüp arkaya bakıldığında da, bu sürecin kimseye bir şey kazandırmadığı görüldü. Sadece araya duvarlar örülmüştü ve iletişim bitirilmişti. Küfür cümleleri Müslümanların birbirlerine doğruları iletmesine engel olmuştu. Birbirinin doğrularından, güzellerinden habersiz kalınmıştı. Kendisinin dışındakiler ‘öteki’ ve ‘ötekinin iyisi’ kerih görülmüştü.

Bu dönemde yaşananlar “hepimiz için, tecrübe olsun” dediğimiz bir süreçte; toplumun dindar olsun olmasın bütün kesimlerinin güzelini paylaşmanın, erdemlilik olduğunu görmeye başlayıp bunun söylemini geliştirmenin çabası verilirken, birileri; çıkıp, İslam adına 1980’lerin kavgacı, çatışmacı dilini kullanmaya başladılar. Bu dil toptancı ve de incitici.

Örnekleyerek isim vermekten şimdilik kaçınmak gerektiğine inanıyorum. Bazı tipler, yaşlarının ilerlediğine inanmış olsalar gerek ahir ömürlerinde galiba, yanlışlara savaş açmaya karar vermişler. Bu nedenle de televizyonlarda sıkça boy göstermeye başladılar. Şunu biz net olarak biliyoruz ki, her yanlışla mücadeleye kalkışana televizyon ekranları açılmıyor. Bunun için belli özellikler taşımak gerekiyor. Ya gerçekten konunun uzmanı olmanız gerekiyor, ya reytinge el verişli davranışlar sergilemeniz lazım, ya da düşman görülene, vuracak sopaya dönüşmelisiniz. İzlediğim programlarda bu tipler uzmanlıklarıyla bulundurulmuyorlar. İslami kavramlarla ‘diğer Müslümanlar’ı dövmek için arzı endam ediyorlar. Ve bunu yaparken de başkalarının bu güne kadar kendilerine davrandığı gibi davranıp, bütün grupları, tarikatları, cemaatleri, Diyaneti sanki onların bireysel davranışları düşünüşleri yokmuş gibi aynı kefeye koyup, aynı cümlelerle suçluyorlar. Bu davranış biçimi daha çocukluğumuzda öğretilen tebliğ diliyle asla uyuşmuyor. Bu zatlar eğer söylediklerine samimiyetle inanmış olsalar asla bu dili tercih edip kendileri dışındakileri ötekileştirip, tek kalıp içerisinde ele almazlardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.