Özcan GÜNGÖR
Markalı Tüketmek ve Dindarlık
Günümüz toplumlarını en iyi tasvir eden iki kelime aransa herhalde bunlardan biri “tüketim toplumu” terimi ise diğeri de “dini hareketlere” bağlı olarak artan dindarlık görüntüleridir denebilir. Artık geleneksel ve mütevazi şehirlerin yerini bütün ihtişamlarıyla parıl parıl beliren koca koca alışveriş merkezleri, modern insanın her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere bina edildiler. Dindar olsun olmasın insanlar bu mekanlara sabah erkenden girip gün boyunca eğlenerek orada bulunmaktan zevk alıyorlar.
İnsanın her şeyi akıl ve deneyle çözeceğine olan positivist inanç, kendisini Comte’le birlikte sistemleştirdikten sonra, toplumda dine olan ihtiyacın da zamanla ortadan kalkacağını öngören bir anlayışı toplum hayatında bekliyordu. Ancak positivist çağda, din ortadan kalkmadığı gibi üstelik modernizm insanın hayatında derin boşluklar oluşturdu. Ve insanlar hayatlarının anlamını bulmak için farklı yönelişlere girdiler. Bu yönelişlerin başında “insanın kendini geliştirme” düşüncesi modern bireyin en önemli hedefi haline geldi.
İnsanın kendini geliştirmesi/gerçekleştirmesi için kapitalist sistem, ihtiyaç ve istekleri karşılamak adına üretim merkezli bir sosyal ve politik yapılanma dönemini geride bırakarak, tüketim merkezli ihtiyaç ve isteklerin oluşturulmasına dayanan bir toplumsal yapıya yöneldi ve bunun ara argümanlarını da oluşturdu.
Öyleki tüketim toplumunda gerçek istek ve ihtiyaçların yerini medya aracılığıyla sunulan kimliklerle suni istek ve ihtiyaçlar aldı. Yani modernizm insanoğlunun susuzluğunu su ile değil kolalarla gidermeye başladı. Diğer bir tabirle maddeten her türlü zevke ulaşabilen insanın esas ihtiyacı metafizik yönünün doyurulması iken daha fazla tüketime teşvik edildi. Elbette bu sunulan kimlikler belli bir hayat stilini, işaret değerini, prestiji, lüksü ve gücü ifade eden sunularla donatılarak topluma aşılanmaktadır. Böylece insanlar, tüketim mallarını ihtiyaç için değil kendilerine sağladığı işaret değeri için satın almaya başladılar.
Buna göre bireyler marka değeri en yüksek olan malları satın alınca, bunun sağladığı oluşturulmuş prestij ve kimliği de elde eder olmuştur. İnsanlar sırf bu prestiji ve gücü elde etmek için normal değerinin çok üzerinde para ödeyerek bu güce sahip olmaktadırlar. Böylece modern birey, değerler sistemine dayalı bir kimlik ve duruş yerine oluşturulmuş marka değerlerine göre alınan mallarla kimliğini oluşturmaya yönelmiştir. Bu çözümlemede görülecektir ki bireyler kendilerini din üzerinden tarif etmek isterken bile tüketim toplumunun kodlarina riayet etmektedirler.
Max Weber’in de isabetle belirttiği gibi insanoğlunun metafizik ihtiyaçları dini gerekli kılmaktadır. Metafizik konular üzerinde düşünmek maddi bir ihtiyaçtan öte dünyayı anlamlı bir şekilde kavrama ve bu anlama göre tavır almaya yönelik içten gelen bir zorunluluktur. Sonuçta modern birey her ne kadar dünyevi zevkleri için tüketmeye yönelse de istediği hazzı ve hayatına anlam katmayı bir türlü başaramamıştır.
Tüketerek mutluluk aramanın, kendilerini dindar olan gören veya adlandıran insanlarda da olduğu ise bir gerçektir. Toplumumuzda görüldüğü üzere dindar insanlar dahi bir yandan kendilerini kulluk üzerinden tanımlamaya çalışırken, diğer taraftan bilinçli veya bilinçsiz olarak markaların işaret değerlerini satın almak için yarışmaktadırlar. Hatta öyleki bazı dindarlar bu tüketim yarışına kendilerini o kadar kaptırmaktadırlar ki dini değerlerine aykırı bir hayat tarzı geliştirebilmektedirler. Bazıları da bu tüketim yarışını dini değerlerin belirlediği sınırlar içerisinde tutma gayretindeler.
Yurtdışında bulunduğum sırada bazı orta halli dindar insanların bile evlerinde yer olmadığı için fakirlere verilen hiç açılmadık bir sürü elbiseler gördüm. Bu güzel elbiseleri ne zaman aldıklarını sorunca da boş zamanlarında “shopping” yapmaya çıktıklarını ve indirimde olan malların da “bir gün lazım olur” düşüncesiyle satın aldıklarını ancak hiç bir zaman bu alınan elbiseleri değerlendiremediklerini ifade ettiklerine şahit oldum. Sadece elbiseler değil elbet yıllarca saklanan mallar, markalı saatler, parfümler yani dindar insanlarımız bile tüketim toplumunun öznesi olma hususunda kendilerini kurtaramamaktadırlar. Türkiye’de de kimi zengin dindarlar için durumun farklı olmadığını düşünüyorum.
Öte yandan sadece dindarların şahsi hayatlarında bir tüketim kültürü görülmemekte, dini sunarken de tüketim kültürüne uygun atıflar ve uygulamalar sık sık görülmektedir. Dizilerde, kitaplarda, cdlerde ve giysilerde din bir tüketim unsuru olarak pazarlanmaktadır. Bu yöntemin, dini değerleri bir meta haline dönüştürerek diğer metaların seviyesine indirme tehlikesi ise gözardı ediliyor gibime gelmektedir. O zaman da dini değerler ve semboller aşkın anlamından soyutlanarak metalaştıralmakta ve tüketicinin arzusuna göre paketlenmektedir.
Kısaca, modernizmin dini insan hayatından çıkarmaya dönük beklentisi gerçekleşmemiş ve insan metafizik ihtiyaçları için dine ihtiyacını bir kez daha keşfetmiştir. Ancak bu aşamada kapitalist sistemin tüketime dayalı olarak sunduğu yeni kimlikler, insanlara tükettikçe daha mutlu olacakları fikrini aşılamış ve yine insanın asıl ihtiyacını teget geçmiştir. Tüketim toplumunda dindar insanların bile bu hayat için yarıştıklarını görmek düşündürücüdür. Bu yazıdan; dindar insanların dünyadaki nasipleri olan ve bir ölçüde hayatın lezzeti olan metalardan geri dursun anlamı çıkmasın, ancak dindar insanlar bütün planlarını da markalı almak, yemek ve gezmek üzerine kurma yanlışına da düşmemeli sonucu çıkarılmalıdır. Çünkü aşırı eğlence ve tüketim dinimizce de kabul gören bir anlayış değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.