S. CEYLAN
İMAN MÜESSESESİ
“Ey nefis!
Sıyrıl hazan duygularından ve bir yeşillik ol! Uçuşsun kuşlar, kuşçuklar hep çevrende… Bir su kaynağı ol! Koşsun bütün bağrı yanıklar semtine…” (*)
İman müessesesi, içine giriş ve kabullenişteki kolaylık nispetinde, çetin imtihanların dizi dizi sıralandığı bir müessesedir. İçiçe ızdıraplar onda; sonsuz küme küme mahrumiyet onda saklı. Musibetin birinden kurtulurken, belini çatır çatır kıracak ikinci bir musibet…
Eğer sizde böyle değilse, iman konusunda ciddi problemleriniz var demektir. Çatırdamamışsa hâlâ beliniz, bir sorgulayınız imanınızı rica ediyorum.
“Belanın en çetini peygamberlere, sonra Hakk’ın makbûlü velilere ve derecesine göre müminlere” sözü ile bu gerçeği ele alan, zaman ve mekânın bir tanesi, Hakkın meftûnu, vefâkar ashabları ve bendeleri ile yaşamış, dayanmış ve ulaşılmazlara ulaşmış tek varlıktır.
En büyük hakikati, insanlık semasının güneşinden alma mazhariyetini kazananlara gelince, onlar duyuş ve tasvir edişlerle anlatılamayacak kadar büyüktür. O’nu (s.a.v.) görenler ve dizinin dibine oturanlar, üzerlerine dağ dağ bela ve musibetler yağarken “Terk ettim her şeyi! Bir damla basireti olan benim gibi yapar!” demek suretiyle her şeyi canlarına minnet biliyorlar. Ayağımızın ucunu dokunduramayacağımız kızgın çakıllar üzerinde, Allah’ın her günü sırt üstü yatırılıp, göğsüne kendinden ağır taşlar yüklenen Habbâb haykırıyor: “Bu dava çok büyük, bu dâva çok yüce; sen çok zayıfsın ey Habbâb! Senin bu işkencelere katlanmanı mı yoksa Allah’ın Resûlü’nün ayağına bir dikenin batmasını mı? Habbâblar ölsün…” Sonra vâli bulunduğu zaman etrafındaki ihtişâma bakar, eski acı günlerdeki tatlılığı düşünür ve ağlar… Zahmet içre rahmet…
Bu yol uzaktır
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var…
Onlar inanıyorlardı. Gençliğinin en alımlı demlerinde kurtarıcıyı tanıyan sadece bir-iki bahtiyarın ulaşabildiği bir mazhâriyettir bu. İslam için yaşıyor ve hatırı âli olanın hatrını kırmamak için, inşa edecekleri müessesenin çamurunu kanları ile yoğuruyor, kemiklerini moloz yerine kullanıyorlardı. O binanın zemini ızdırap, duvarları elem, tavanı yıldız yıldız nâmütenâhîlik… Bu vurdum duymazlık, bu kadir-bilmezlik ve bu vefasızlıkla; günlerimizi dizi izleyerek, internette sohbet ederek geçirmemizle, namazı ezberden geçen bir makine halini alışımızla biz neresindeyiz bu devâsa binanın… Bu müessesede bir çakılı çivimiz var mı?
Bilmiyorum ki, inanıyor muyuz?
Not 1:Tekrar hatırlatmakta yarar mülahaza ediyorum: Her sesi duyan, her ihtiyaca cevap veren, en ince arzuyu yerine getiren, kalbimizdeki hâtırata bakan, ağzımıza tatma cilâsını, gözümüze görme ziyâsını bahş eden; ihtiyaçlarımızı lisânımızla, hâlimizle istediğimiz, el açtığımız bir Mâbud u Mutlâkımız var ve Hz Muhammed (s.a.v) onun kulu ve elçisi, tek sevgilisi… Şâhitlik ediyorum ki…
Not 2:Bu yıl sevgililer günü denen gün, Mevlid Kandili’ne denk geliyor. Hakikatte “Sevgili”mizin günü olacak! Ne sâadet Allah’ım… O da bizi sevse…
(*) Gülen, F., Işığın Göründüğü Ufuk, “Bir Sorgulama”, s: 232
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.