Özkan KARACA
KURBAN
İbrahim aleyhisselam’ın oğlu İsmail aleyhiselama olan aşırı sevgi ve muhabbetine karşın Cenabı-ı ALLAH’ın ilahi nazarıyla imtihan için İbrahim aleyhiselam’ın oğlu İsmail aleyhiselamı kurban edeceği sırada cennetten indirilen koçun İsmail aleyhiselam’ın yerine kurban edilmesiyle başlayan rahmani kurbanlıklar silsilesi…
Sadık rüya sahnesinde görülen evlat kurban etme emrine tereddütsüz teslim olan İbrahim(a.s), ilahi emre anında itaat eden İsmail(a.s), şeytanın desise ve aldatmalarını dinlemeyerek ALLAH’ın emrine uyan Hz. Hacer: Teslimiyetin ve itaatin zirvesinde yüksek ve kutlu ruhlar olarak kanatlanmışlardı.
Yaşadıkları çağın izinde anılarını bırakarak çağların uzaklığına ses olmuşlardır. Evet Hz. İbrahim daha öncede ateşe atılmakla çetin bir imtihana tabi tutulmuştu ve bu imtihanını da başarıyla vermişti. Hz. İbrahim için ateşe atılmak mı daha çetindi, yoksa canparesi olan evladını bir çırpıda bıçakla kurban vermek miydi? Biri bedenine kast eden dışarıdan yükselen yangın, diğeri kalbini yakarak içeriden genişleyen yangın. İçeriden ve dışarıdan gelen yangınlar rabbimizin lütfu ile anında söndürüldü ve verdiği imtihanlarla ALLAH’ın dostu anlamında Halilullah sıfatını kazanmıştır.
Peki bizlerin İsmailleri nelerdir?.. ALLAH için kurban etmeye hazır olduğumuz neleri verebiriz?.. Hayatta gaye edindiklerimizi bir çırpıda sunabiliriz mi?..
İnsan, sorumluluk alabilen, sorumlu davranabilen ve de davranmak zorunda olan bir varlıktır. ALLAH’a karşı sorumluluklarını yerine getirirken ya Habil rolünü örnek alır veyahut da Kabil kompleksi ile hareket eder. Hz. Âdem’in iki oğlu üzerinden bizlere sunulan bu iki özünde farklı davranış ve sonucu Mâide Suresinin 27. ayetinde şu şekilde ifade edilir: “Ve onlara gerçeği göstermek için Âdem’in iki oğlunun kıssasını anlat; nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği halde diğerinden kabul edilmediğini…”. Habil elindeki olanın en iyisini Allah yolunda vermiş, göstermiş olduğu bu yaklaşım Allah’a yakınlaşmasına vesile olmuşken; Kabil sahip olduğu şeylerin en çürüğünü, en kötüsünü Allah yoluna layık görmüş ve bu yaklaşımıyla Allah’a yakınlaşmasına kendi eliyle engel koymuştur. Habil elinde olanın en iyisini Allah’a sunarken elinin altındakileri sahip olduğu bilinci üzerinden değil, onların emanet olduğu bilinci üzerinden hareket etti. Kabil ise elinde olanın mutlak sahibiymiş gibi davrandı ve elinde olanların en kötüsünü Allah’a adamak için layık gördü. Kabil’e en çürüklerini, en zayıflarını verdiren de yine onun zapt edemediği ve kurban ibadeti ile boğazlayamadığı nefsidir.
Sahibi olduğunu düşündüğümüz şeylere ne kadar sahip olduklarımızla alakalı tasavvurumuz, Allah için vermek ya da vermemek. O’nun yolunda harcamak ya da harcayamamak karşısında aldığımız tavır en belirgin kriter olacaktır. Sahip olduğumuzu sandığımız şeylerin sahibi biz değilsek; sahip olduğumuz bize imtihan gereği verilmiş ise, bu imtihanın neticesinde sahip olduğumuzu paylaşmak yahut paylaşmamak sınavına tabii tutuluyoruz demektir. Sahibi olduğu şeylere mutlak sahibiymiş edasıyla davrananlar ise paylaşmakta zorluk çekecek, paylaşanları dahi anlamakta zorlanacaklardır.
İslam, bir taraftan bizim Yaradan ile kuracağımız ilişkinin şeklini belirlerken, diğer taraftan toplum ile aramızdaki münasebetleri düzenler. İslam, sosyal hayatımızın her safhasını kuşatan ve yaşatan bir yaşam biçimi olarak paylaşıma dayalı dindir. Zekat, sadaka, vakıf, infak v.b yanında kurban olarak kesilen hayvanın belli ölçülerle fakirlere dağıtılması gibi paylaşımlar bunun açık göstergesidir. Bundan dolayı İslam ülkeleri; din, dil, ırk gözetmeksizin dara düşmüş, zorda kalmış insanlığa şefkat elini uzatarak tarihin altın çerçevesinde ve günümüzün medeniyet merkezinde yer almıştır. Toplumla girilen ilişkide en öne çıkan yön ise en genel ifade ile paylaşmaktır. Adeta teslimiyet ve adanmışlığın ispat zeminlerinden biri paylaşmaktır. Kurban ise bize paylaşarak yakınlaşma imkânı sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim 250 kadar ayette infakın, yardımlaşmanın, dayanışmanın ehemmiyetini vurucu ifadelerle ortaya koymaktadır. Rabbimiz rızkın gerçek sahibinin kendisi olduğunu ve müminlerin bu rızıktan infak etmeleri gerektiğini pek çok ayetle emretmektedir. ALLAH Resulü peygamber efendimiz (sav)’de sayısız hadisleri ile ALLAH için vermeyi ve paylaşmayı istemektedir.
UNESCO’nun verilerine göre her 6 saniyede bir çocuk ve her 4 saniyede bir insan açlıktan ölmektedir. Günde 24 bin, yılda 7 milyon kadar insanın açlıktan öldüğü, bu insanların açlıktan kurtarılması için gerekli olan 24 milyar doları çok görüp, insanları öldürmek için silahlanmaya 1,5 trilyon dolar gibi büyük meblağ ödeyebilen bir dünyada yardımlaşma ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu her vesile ile hatırlatmak gerekir. Her 4 saniyede açlıktan ölenlere yardım etmeyen varlıklı insanlar arasından fazla yemekten ve obezite hastalığından yine her 4 saniyede bir insanın ölmesi ne kadar ibretlik tablodur. Bu manzara İslam’ın ne denli bir denge dini olduğu hakikatini vurucu bir şekilde ortaya koymaktadır. Olanın olmayana vermesi ilkesi sosyolojik bir temele dayanmaktadır ve İslam’ın toplumsal hayatı önemseyen yönüne ışık tutmaktadır. İslam nasıl ki insanlığı kurtarmayı hedefliyorsa, kurban ibadeti ile yine aç insanları doyurmayı, bir yıl boyunca midesine ve hanesine et girmeyen kimseleri sevindirmeyi gaye edinmiştir.
Rahmani olan kurban organizasyonu geçmişten- günümüze Müslümanlarca hak-hukuk ve nizam ölçüsünde yapılmıştır. Kalpleri birleştirerek, küskünleri barıştırarak, fitneleri söndürerek, fesatlıkları kopararak sosyal birlik- dirlik içerisinde sevgi ve şenlikle kutladığımız kurban bayramımız.
Şeytanın önderliğinde, zalim liderlerin işaretleri ve kadrolarının kinleri mazlum ve mahzun toplumlara uzanmıştır. Demir yüzlü korkunç çehresi dehşetli tankların ayininde ve namluların tayininde kusulan ateşlerin getirdiği karanlık; milletlerin çökmesine, ocakların sönmesine, nesillerin kurumasına sebep olmuşlardır. Fırlayan gözleriyle, köpek gibi hırlayan sözleriyle oluk oluk kan akıtarak ve deryalar gibi geniş gözyaşı döktürerek milyonlarca insanı taşlaşmış vicdansızlığı ile akıl, fikir ve nizamdan uzaklaşarak kendi nefsi arzuları için kurban etmişlerdir. İşte; Nemrut, Firavun, Deli Petro, İvan, Katarina, Lenin, Stalin, Hitler, Esad ve burada isimlerini saymaya tiksindiğimiz nice ruh hastaları.
Nihayet tarih tekerrürden ibarettir. Zamanın tozlu kuyusundan çekilmiş, fakat duru izi kalarak eserlerin şahitliğinde yapılan nice zulümler. Kara Afrika’nın mazlum ve mahzun siyah insanlığı zorla topraklarından kopararak, benliklerine mal gibi ipotek koyarak Amerika kıtasına taşınmışlardır. Bundan öncede milyonlarca Kızılderili kurban edilmişti. Sözde medeni! Batılılar sömürdükleri ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kepçeleyerek omuzlamış, bedenleri ruhlardan kopararak ve geleceklerini yırtarak ülkelerine refah taşımıştır. Sömürü çarkı ve kan akıtma marşı günümüzde de devam etmektedir. Çalınan alın teri, dökülen kan ve gözyaşı deryasında medeniyetlerini yükseltmişlerdir. Sömürgecilik çağında ve gözyaşı dağında Osmanlı büyük devlet ve medeniyet tecrübesiyle yerleştirdiği adalet, barış ve kardeşlik ufkuyla insanlığı; dil, din ve ırk gözetmeksizin şefkatle kucaklamıştır.
Bozkır kültüründen, İslam medeniyeti dairesine giren atalarımız yerleşik mekânlarda toplanarak şehirler kurup geliştirdiler. Kültürel, sanatsal ve sosyal müesseseler tesis ederek bulundukları yerleri izanların derinliğinde, imanlarının enginliğinde; bileklerini yorarak, dileklerini geleceğe sorarak imar seferberliğinde geliştirmeye başladılar. Böylece çağların alnında parlayan, zamanların yelkovanını güzelliklerle yakalayan, düşüncelerin duvarını sağlamlaştıran ve günümüze de ışık tutan tarihi miraslardan mimari eserleri kazandırdılar. Anadolu’nun dört bir yanını ve fethettikleri üç kıtanın; yerlerin bakırını, göklerin bakışını… İnci gerdanla, yakut endamla, altın cevherle süslediler. Bilek terinde, beyin zerinde, kalbin yerinde hayırla yad edilen ecdadımızın pak ruhları hak sürurları hizmet etmişlerdir. Rahmani kurbanları paylaştılar. Nefsani ve şeytani emeller için kurban almadılar ve kan akıtmadılar. Fakat Osmanlı tarih sahnesinden çekildiğinden buyana gözyaşları dinmemektedir.
Müslüman ülkelere uzanan tecavüzler. Ruhumuzu yaralayan, duygularımızı hüzünlendiren, düşüncelerimizi sancılatan gelişmeler. Can kurtarma telaşında zulümlerden kaçan veya yakalanarak kurban edilen Müslümanlar. Meydanlarda haykırarak yükselttiğimiz gür sesimiz zulmü yapan kitlelere çarparak geri çekiliyor. Kalbimizi ve idrakimizi bağladık fakat o bağlantıları da koparmaya çalışıyorlar.
Kurban edilen İslam ülkelerimi:
Cezayir Fransız alçağına kurban edildi,
Doğu Türkistan Çin ejderhasına kurban edildi,
Çeçenistan Rus ayısına kurban edildi,
Bosna – Hersek Sırp uşağına kurban edildi,
Irak A.B.D kabadayısına kurban edildi,
Filistin İsrail Siyonizm’ine kurban edildi,
Suriye Esat rejimine kurban edildi…
Ve burada tarihin tekerrüründen ve günümüzün tekrarından görülen zulümlerle kurban edilenler.
Ruh istirahatini ve yürek istikametini sağlayan İslami güzelliklere sırt çevirerek yeryüzünü kaosa sürükleyen ve bu şerli sistemlerle milyonlarca insanın; bedenlerini kopararak, haya ve iffeti ayaklar altına alarak toplumların çökmesine, duyguların bozulmasına, kalplerin katılaşmasına ve düşüncelerin kirlenmesine sebep olan işte; Darwinizm, Materyalizm, Komünizim v.b yalancı ve aldatıcı sistemlerle insanlık kurban edilmiştir. Kalpleri ve elleri birleştiren kardeşlik bağlarıyla nefsani ve şeytani sistemlere kurban olmayıp: Duygu ve düşüncelerle zarafet, müspet ve menfi olanları ayırt edebilecek kadar feraset ve isabet sahibi olmamız gerekir.
Somali’de, Kenya’da, Etiyopya’da açlıktan, susuzluktan, kuraklıktan ‘kurban olan’ çocuklar, yaşlılar, kadınlar. Kurban edilecek olan İsmail’i kurban olmaktan kurtaran ve kurbanı bayrama çeviren model önümüzde duruyor. Bu şekilde kurbanlarımız, yakınlaşmalarımız daha da anlam kazanacak; açlıktan ölen insanlara uzattığımız el Allah’a yakınlaşmamızı güçlendirecektir.
Evlatları üzerinden imtihana tabi tutulan Somalili, Etiyopyalı, Kenyalı, Sudan’lı, Nijerli mazlum ve çaresiz annelerin imtihanlarını kolaylaştırabilir, yürek yangınlarına su taşıyabiliriz. Yangına su taşıyan karınca misali. Umuda ihtiyaçları olan annelerin umudu ve duası olmak bu yangına taşıdığımız su ile orantılı olacaktır. Kurban üzerinden Hz. İbrahim’in rolünü talim edenler, her ne kadar kurban edilecek evlatlar üzerinden sınanmasalar da, evlatları ‘kurban’ olanlar üzerinden sınanmaktadırlar. Kesecekleri ya da kestirecekleri kurbanlar ile sahip oldukları ya da nimet olarak kendilerine verilenleri paylaşıma girerek bu sınav için Allah’a yakınlaşmayı kuvvetli kılacak vesileler ve şahitler edineceklerdir.
Geçmişten günümüze aşılmaz dağların ve çöllerin ardını aralayarak nerede ve ne olursa olsun mazlum insanlığa ellerimizi ve yüreğimizi uzatıyorduk. Bunun için yerli ve yabancı tozlu rafların arasında sıkışmış arşivler şahittir. Osmanlı vakıf medeniyeti hemen hemen her mahlûku kapsıyordu. İşte tarihin kodları ve mirası aynen devam ederek dünyada ne kadar mağdur ve mazlum varsa ihtiyaçlarına koşulmaktadır. Veren el ile alan el arasında köprüde bir adım atmaya ve ufukların ötesini gözlemeye devam edelim. Ümitlerin kapısını daha da aralamak için daha çok seferber olmamız gerekir. Onlar bu ümmetin adeta yetim kalmış toplumu gibi, yolları gözlemekte ve bizleri beklemektedir. Şimdiden kurban bayramınız mübarek olsun efendim...
Özkan Karaca
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.