xxx52
Kul hakkı
"Ama bazen, kişisel ve toplumsal takıntıların hayata yansımasında 'dinin' bir 'kalkan' gibi kullanıldığından, bazı gerçekleri saklamak için mazeret haline getirildiğinden endişe ediyorum."
Özetle "Müslümanların cinsellikle ilgili konularda –dini de ileri sürerek– seslerini yükselttiklerini ama kul hakları çiğnendiğinde sessiz kaldıklarını" ifade eden yazsında sayın Ahmet Altan yukarıdaki satırlara da yer veriyor.
Dinin herhangi bir şahsi maksat ve menfaat için kalkan gibi kullanılması ve bazı gerçeklerin gizlenmesine mazeret kılınması her şeyden önce dine saygısızlıktır, saf imanla ve İslam ahlakı ile asla bağdaşmaz ve bunun karşısında Müslümanlar sessiz kalmazlar, kalamazlar. Sayın Altan'ın örneklerini tartışacağım ama bu ilkeye –genellemeksizin– katılmamak mümkün değildir.
Yazar, cinsellik ve kul hakları örneğinden hareket ediyor ve yukarıdaki aksaklığın bu iki alanda görülür hale geldiğini söylüyor. Yani Müslümanlar cinsel konularda bir dini ve ahlaki sapma gördüklerinde hemen karşı çıkıyorlar; ama bu samimi olabildiği kadar "takıntılarının hayata yansıması" da olabiliyor; öte yandan insan hakları (kul hakkı) çiğneniyor ama Müslümanlar dini mazeret göstererek sessiz kalıyorlar. Bunu yapan hiçbir Müslüman yoktur diyemem, ama söz konusu edilecek kadar da çok olduğunu söyleyemem.
Müslümanların neye karşı nasıl tavır aldıklarını toplantılarında, yayın organlarında, kitaplarında, sohbetlerinde görebiliriz. Benim buralarda gördüğüm husus onların, cinsel sapmalar kadar kul hakları üzerinde de durdukları ve bu günaha karşı da tavır aldıklarıdır.
Kur'an'dan ve hadislerden yola çıkarak Müslümanlar şuna inanırlar ve bunu devamlı dile getirirler: Allah kendisine ortak koşma dışındaki bütün günahları dilerse affeder ama kul hakkını –kulun hakkını ve rızasını almadan– affetmeyi dilemez. İmanları ve söylemleri böyle olan Müslümanların kul haklarının çiğnenmesi karşısında sessiz kalmaları mantıklı da, genel olarak vaki de değildir.
"İnanç ve söze rağmen bu konularda çelişkili davranışlar da var mıdır" denecek olursa "elbette vardır; kul kusursuz olmaz" derim. İtirazım bu çelişkinin "dindarların âdeti" gibi sunulmasınadır.
Sayın Altan'ın kul hakları ile ilgili anlayış ve örnekleri ise tartışmaya açık ve izaha muhtaç görünmektedir.
Bir dost meclisinde "mutlak haram/yasak" nedir sorusuna cevap aramışlar. Birileri "zinadır", birileri "kul hakkıdır" demişler. Zina tezini tartışmışlar ve "ıssız bir adada bir kadınla bir erkek kalsalar ve kurtuluş ihtimalleri de olmasa. Ortada nikâhı kıyacak üçüncü bir kişi olmadığına göre, ne olacak?" diyerek bu teze itiraz edilmiş; yani burada haram çiğnenir sonucuna varmışlar. Tabii bu görüşe de katılmamız mümkün değildir; çünkü bu durumda zinanın haramlığı ortadan kalkmaz, yapılırsa da "Allah hakkı, haram" çiğnenmiş olur. Haramı ortadan kaldıracak sebep "zarurettir". Tasavvur edilen durumda cinsel teması zaruret saymak kolayca söylenecek bir söz değildir. Muhali farzederek "bu durumda zaruret gerçekleşir" denirse o zaman da "fiil haram olmayacağından" zina yapılmış; yani zinanın mutlak yasaklığı çiğnenmiş olmaz. Öte yandan kul haklarının da birçoğu zaruret halinde mübah hale gelir.
Sonra dostlar "mutlak yasağın kul hakkını çiğnemek olduğunda" ittifak etmişler.