Uğur CANBOLAT
KÜL!..
Ham iken olmuş görünmek ne kadar kötü. Hele kendini olgun meyve addetmek daha aldatıcı! Modern çağın verdiği imkânlar ile ham iken olmuş gibi görünmek genellikle bir yere kadar mümkün olabilmekte.
Sonu nedir? Bilinmez.
Okumadan, âlim olmak arzusundayız.
Çalışmadan, zenginlik hülyalarındayız.
Emek vermeden, yemeği hak ettiğimizi düşünüyoruz.
Ham iken, olmuş edasındayız.
Henüz od’a atılmamışken, her yanımız odunun damarları gibi benlik damarları ile doluyken kül olmuş pozlarına bürünebiliyoruz.
Yazık değil mi? Yüreğimize, ruhumuza, duygularımıza?
…
Bütünüyle yanmadan, varını yoğunu eritmeden nasıl kül olabiliriz ki?
Aşkın narına yanmadan köz olmaktan nasıl söz edebiliriz ki?
Hz. Mevlâna’nın târiflediği olgunlaşma safhalarından geçmeden nasıl insan gibi insan olabiliriz ki?
Nasıl yanık bir yüreğe erişebiliriz ki?
Yâri, yâr bilmeden nasıl vuslat dileyebiliriz ki?
Cüzî miyiz, küllî miyiz? Parça mıyız, bütün müyüz? Kötücül duygularımızla, iyicil duygularımızı bir potada eritebilmiş miyiz? Varlıklarımızdan soyunabilmiş miyiz? Kerpiç gibi bir kazanda kaynayabilmiş miyiz düşman bellediklerimizle?
Demem o ki; cüzlerimizi bir bir yok etmeden, onları tevhid ocağında kaynatmadan nasıl bütünden (Küll) bahsedebiliriz ki?
Kül olmadan, küll olmayı nasıl başarabiliriz ki?
Kül olmadan, kul olmaya nasıl ulaşabiliriz ki?
Her şeyin bir meratibi var. Mertebeleri, yani aşamaları atlayamayız. İnsanlık katmanlarına ancak köz köz yanarak, başkalarının acılarını hissedip paylaşarak, onların yürek sızılarını dindirmek için gayretlenerek çıkabiliriz.
…
Size bir soru: Kül olmadan mı, kul olunmaz yoksa kul olmadan mı kül olunmaz?
Hangisi, hangisinin evveli, hangisi, hangisinin sonrası?
Söyleyin hadi!
Biraz bu konuları düşünmek, azıcık dünya telaşesinden nefeslenmek iyi gelmez mi daralmış, bunalmış ruhumuza?
…
Yanmak isteyen çok, kül olmayı diyen yok.
Olmak isteyen çok, ölmek isteyen yok.
Varmak isteyen çok, yola giren yok.
Vuslat dileyen çok, firkate talip olan yok.
Gülü seven çok, dikenine sabreden yok.
Almak isteyen çok, fedâkarlık yapmayı isteyen yok. Hz.Yunus Emre gibi “Ben bu aşka düş oldum/ Aşk ateşiyle kül (piş) oldum” diyen yok.
Bol keseden savuran çok, er meydanına çıkan yok.
Döner mi bu devran böyle? Dönmez. Kül olmayı göze alamayanlar aşk meydanına çıkmamalı! Orada nice başlar verilir de hiç soran olmaz.
Aşka başını vermeyenin, gönlünü sevdaya eğmeyenin köz olması, onun soğuması sonrasında kül olması kâbil mi? Hayır!
…
Betin benzin kül gibi olacak! Yürek titremelerin olacak.
“Kerbela’da Bende Döktüm Kanımı
Hüseyin Zikrettim Hasan Okudum” demeden aşkın hakikatine varabilir miyiz?
Kül olmak için ilmin kapısına varabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum.
Komşunun acısını anlamadan, açlığını tokluğunu fark etmeden “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” cümlesi bizim zihnimizde nasıl bir açılım yapabilir ki?
Parçalardan oluşan küll’e ulaşmak için önce cüzlerin farkına varmalı. Hakkını vermeli. Bütünlemeli.
Bu ise yanarak olabilir.
Kül olarak, küll’e ulaşılır ancak!
…
Düştüğümüz nefs çukurlarından kurtulup yeniden ayağa kalkabilmek , yürek kıyamı yapabilmek için düşünmeliyiz.
Küllerimizden ancak böyle yeniden doğabiliriz.
Bir mânâ doğumunu bu şekilde gerçekleştirmek mümkün olabilir.
Kendi yüreğimizden yeniden doğabilmek için önce hakikatin künhüne kül olarak vakıf olmak, ardındansa kendi küllerimizden kanatlanmamız gerek.
Yol uzun…
‘Yürek Simurgu’nun uçacak çok mesafesi var dostlar.
Çok!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.