Erol BATTAL
KÖY ENSTİTÜLERİ-1
Cumhuriyetle birlikte eğitim; hem müfredat hem öğretim metodu hem de fiziksel donanım bakımından kökten bir değişime uğramış, özellikle Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla birlikte birçok okul kapatılmış, onların yerine süreç içerisinde amaçları, öğretim metot ve araçları hep tartışılan yeni okullar kurulmuştur. Bu okullardan iki tanesi var ki kuruldukları günlerden bu güne kadar, her konunun içerisine çekilmiş bütün tartışmaların merkezine oturtulmaya çalışılmıştır. Bunlardan biri Köy Enstitüleri, diğeri ise, İmam Hatip Liseleri’dir.
Tartışılan bu iki okul türü, sanki birbirlerinin alternatifiymiş gibi, her tartışmanın karşılıklı unsurları olarak ele alınmış ve çoğu zaman bu okullardan birinin gerekli olduğuna inananlar, diğerinin toplumun ifsat araçlarından biri olduğunu söylemişlerdir. Aslında ikisinin de kuruluşu aynı döneme denk gelmektedir. Her ikisi de aynı zihniyet tarafından, aynı amaçla kurulmuş ve ‘budanmaları’, hatta kapatılmaları(!) da yine aynı zihniyet tarafından gerçekleştirilmiştir.
İHL’lerin özellikle 1924-1930 arası kurs şeklinde açılmış olanlarıyla, Köy Enstitülerinin amacı birebir aynıdır: Batıcı, çağdaş, cumhuriyet ideolojisine bağlı, Kemalist vatandaşlar yetiştirmek. Bu iki okul için tek değişen, sadece hedef kitleleridir. Biri, eğitmenler yetiştirip, bu eğitmenler aracılığıyla köy çocuğunu ‘doğumundan, ölümüne kadar’ çağdaşlaştıracak; diğeri, cami kürsüsünden köylüye çağdaşlığı anlatacaktı.
Bu dönemde açılan İmam Hatip kurslarının, Köy Enstitüleri’nden ayrılan en büyük avantajı, muhatabı olarak belirlenen dindar, muhafazakar kesimin; bu kursların amacını anlayıp, bu nedenle bu kurslar aracılığıyla kendi dünyasını kurmak adına, büyük beklentiler içerisine girmek yerine, farklı alternatifler bulup, bunları, bedelini çoğu zaman ağır bir şekilde ödeyerek gizli, saklı da olsa hayata geçirmeleridir.
Köy Enstitülerininse, belki de en büyük dezavantajı bugün bile hala muhataplarının, bu okulların amaçlarını kavrayamayarak; bunlar, aracılığıyla kendi dünyalarını kurmak hevesiyle büyük beklentiler içerisine girip, kapatıldığında da yine kendi dünyalarını gerçekleştirmek adına arkalarından ağıtlar yakmalarıdır.
Bu ağıtı, bu okulların kurulmasını sağlayan Cumhuriyetin Kemalist kurucu elitleri yaksa, anlaşılabilir; ancak bu ağıtı, özellikle kendini sosyalist sanan, buralardan “yarım münevver” olarak yetişenlerin yakıyor olması, bu okullar aracılığıyla hedeflenenin bu kesimler tarafından hala fark edilemediğini gösteriyor.
Yakılan içli ağıtların bir kısmını nostalji diye değerlendirmek mümkündür; çünkü Türk Solunun meşruiyetini ve kalıcılığını nostalji üzerinden sağlamaya çalışması sadece Köy Enstitülerine yakılan ağıtlarla sınırlı değildir. O kesimin metodolojisinde ağıt, oldukça işlevseldir. Buradan kendileri adına her zaman belli sonuçlar da almışlardır. Bu sonuç alma hali, bireyler adına yakılan ağıtlarda da böyledir, toplumsal olaylar adına yakılan olaylarda da aynıdır. Nisan 1960 Üniversite olaylarına baksanız da, K.Maraş olaylarına baksanız da, Sivas olaylarına baksanız da aynı manzarayı görürsünüz. Hepsinde masum, mağdur ve kahraman. Hiçbirinde “acaba kullanıldık mı” sorusuna yer vermeyen değerlendirmeler.
Evet, özellikle köy kökenlilerin, bu okullara ağıtlar yakmasını, bir türlü anlamak mümkün değildir. Çünkü bu okulların, çağdaşlığı(!), devrimleri köye taşımak gibi bir misyonları olsa da, en büyük amaçları; köy çocuğunu, köye hapsetmek, şehre ulaşamamasını sağlamaktı. Öyle ki, köyünden çıkan çocuk, asla şehre ulaşamayıp bir ovanın ortasında, kendi kültüründen, aile yaşam biçiminden uzak; bütün eğitimi boyunca şehri, kesinlikle yaşayamayan ve hep şehir özleminde olan, onu ulaşılması kesinlikle mümkün olmayan bir yıldız olarak gören; okulu bittiğinde de yine şehri sadece hayallerinde yaşatabilen, meslek hayatının ilk 20 yılını yasal olarak köyde yaşamak zorunda olan; bunu aşıp mesleğinin 20. yılında şehre, hevesi kaldıysa varabilen; ancak bir türlü artık orada yaşamaya ayak uyduramayan; hayalleri, tahayyülleri hayattan kopmuş bir insan tipi.
Bu ağıt yakıcılar bugün bile hala kendilerinin sosyalist olmadıklarının bilgisinde değiller. Onlar, yıllarca kendilerini sosyalist zannederken aslında devletçi sol görünümlü Kemalistler olarak yetiştirilmişlerdi. En büyük eylemleri ise, koltuklarının altına Cumhuriyet Gazetesini yerleştirmekti. Bu gazeteyi koltukaltı taşımayı şanlı mücadele sayan, burada yayınlanan reklamları bile kutsal gören bir eğitimci tipi.
Yine bu okulları kuranların sosyalist olmadıklarını; bu okullarda okuyanlar ve onlar adına ağıt yakanlar hiçbir zaman fark etmediler. Ne Başbakan İsmet İnönü, ne bu okulların temelini ilk atan Saffet Arıkan, ne geliştiren Hasan Ali Yücel ne de “baba” denilerek ayrıca yüceltilen İsmail Hakkı Tonguç, hiçbir zaman sosyalist olmadılar.
Bu cümlelerden sosyalistliğe bir paye verdiğim anlaşılmasın. Ağıtçıların bu manadaki vurgularının bile ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu belirtmek içindir, bu söylediklerim.
Bir diğer aldatmaca ise, bu okulların kapatıldıkları efsanesi üzerinedir. Bu okullar kapatılmadı ve de söylendiği gibi, Demokrat Parti tarafından da budanmadı. Burada eğer bir budanma, yaşandıysa, bu, 1946 yılından başlamak üzere CHP’nin tek parti iktidarında İsmet İnönü’nün Başbakanlığında gerçekleşmiştir. Bu da aslında çok önemli bir olaydır ki, bu konu üzerinde uzun uzun araştırma yapılmalıdır. Çünkü bu budanmanın gerekçesi Köy Enstitüleri adına ağıt yakanların söylediği bütün sözleri çürüttüğü gibi, halkımız adına uydurulan bir çok yalanı da ortaya döker. Çünkü 1950 seçimlerine hazırlanan CHP, “halka şirin gözükmek adına” bu okulları budarken, yine aynı amaçla İmam Hatip Liselerini de daha işlevsel kılmanın çabası içerisinde olmuş ve onların yapısını değiştirmiştir.
Peki bu okullar ne idi, nasıl kuruldular, kimler kurdu, hangi amaçlar güdüldü, hangi eğitim verildi, hangi sonuçlar alındı ve nasıl kapandı? Bunları, gelecek hafta nasip olursa, burada yazmış olacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.