Lütfi AYHAN
Komşunun Eşeği Kuyruksuz Sıpa Doğurursa
Komşunun Eşeği Kuyruksuz Sıpa Doğurursa
Bu dünya huzur diyarı değil. Doğarken ağlamaya başlayan insanı bu fiil ölene kadar terk etmiyor.
Doğarken gülen bebek olmadığı gibi, ölürken gülen insan sayısı da çok az. Bu dünya da en huzurlu olduğumuz, her şeyimizin (sıhhatimizin, maddi durumumuzun) yolunda gittiği anda bile ölüm gibi bir gerçeğin varlığı, hüznü bizden ayrılmaz kılıyor. Bazen fakirlik, bazen sıhhatimizin bozulması, bazen geçimsizlik, bazen anlayışsızlık, bazen gurbet, bazen hasret, bazen yakınlarımızın huzursuzluğu, mutsuzluğu gönlümüzün üzülmesine, kalbimizin tedirgin olmasına neden oluyor.
Etrafınıza bir bakın; zenginde mutsuz fakirde. Kadınlarda mutsuz erkeklerde, Müslüman da mutsuz inançsız da.Bu durumun binlerce nedeni vardır, ama en büyük neden bence huzurun, mutluluğun nasıl gerçekleşeceğini bilmemekte yatıyor. Şu anda yaşanan popüler kültür insanlara şunu empoze ediyor;” Bu dünyaya bir kere geldin. Ye! İç! Gez!.Kafana bir şeyi takma, yarını düşünme! Ne kadar çok yersen, ne kadar çok gezersen, ne kadar lüks giyersen o kadar mutlu olacaksın…” Böyle inananların, böyle düşünenlerin sayısı dindar çevrelerde de artıyor. Bu çıkmaz sokak tüm sahte cazibesi ile çekiyor tüm insanları kendine.
BU DÜNYADA CENNET YOK
Ailemizde, okulda, cemiyette; gerek çocuklarımıza gerek öğrencilerimize ve gerekse iletişimde bulunduğumuz herkese hayatın şu temel kuralını sık sık hatırlatmamızda fayda var; “Bu dünyada boşuna Cenneti arama! Bu geciçi âlem “Mutlak mutluluk mekanı” olan Cennetin yaşanacağı yer değildir. Belki o mekana giderken durduğumuz ve o mekanı kazanacağımız işlerin yapıldığı geçici bir istasyondur. Bu dünya, yaratılalıdan beri sıkıntının, mutsuzluğun, mekanı ola gelmiştir. Yeryüzünün en seçkin insanları olan Peygamberler bile hep sıkıntılarla yaşamışlardır. Adem atamızın çocuklarının kavgaları, Nuh aleyhisselamın eşinin ve çocuğunun bile ona inanmaması, İbrahim aleyhisselamın babasının put severlikten vazgeçmemesi, İsmaille olan imtihanı, Eyüp aleyhisselamın çektiği hastalıklar ve Peygamberimiz efendimizin maruz kaldığı, uğradığı binlerce sıkıntı… Bunların hepsi Kuranda bize anlatılan ve bize “bu dünyada gerçek huzur yok, gerçek mutluluk mekânı ahirettir, ‘Kalplerin huzuru ancak Allah’ı zikretmekle elde edilir’, mal, mülk, servet, şöhret, eğlence insanı mutlu edemez…” hakikatini haykıran serlevhalardır.
İnsanlar bu gerçekleri bilerek hayatı yaşarlarsa fazla sıkıntı çekmezler. Bunun aksine hayatını; “ben mutlu olmam lazım.Yoksa bu hayat çekilmez. Mutlu olmak için de her şeyimin (aklımın, malımın, mülkümün, kafamın, kalbimin, sıhhatimin…) yerli yerinde olması lazım" diyenler bu duruma hiçbir zaman ulaşmayacaklardır. Tıpkı şu hikâye de olduğu gibi;
Eskiden bir belde de en ufak meseleleri bile gözünde büyüten bir adam varmış. Bu adam her gece mutlaka bir mesele çıkarıp kendisinin ve eşinin uykusunu kaçırırmış. Eşi Osmanlı bir hatunmuş. Aynı zamanda varlıklı bir aileden geliyormuş. Eşinin dert ettiği basit maddi problemleri çözer onun kafasını geçiçi de olsa dinlendirirmiş. Böylece kocasının dert edecek problemlerini bir bir çözmüş. Bir gün yine yatmışlar ama pimpirikli koca yine uyuyamamış. Yatakta dönüp durmuş. Onun bu hâlinden karısı da rahatsız olmuş, dayanamamış ve sormuş:
—- Efendi, yine neyin var, neden uyumuyorsun?
—Sorma hanım sorma, demiş adam. Komşunun eşeği bu günlerde sıpa doğuracak...
— E, ne var bunda. Hem sana ne?
— Sana nesi var mı? Bu sıpa kuyruksuz doğarsa, büyüyüp eşek olursa, komşu onunla dağa gidip odun taşımak isterse, dağdan odun taşırken ayağı kayar ve çukura düşerse, sahibi, eşeği kurtarmam için gelip benden yardım isterse... O zaman ben eşeğin neresinden tutup da çekeceğim? İşte bunu düşündükçe gözüme uyku girmiyor…
BAL BULUNUR YAĞ BULUNMAZ YAĞ BULUNUR BAL BULUNMAZ
Bu dünyada sıkıntıların yakamızı hiçbir zaman bırakmayacağını, bizi mutsuz eden olayların her zaman olacağını, arzularımızın, isteklerimizin hepsinin gerçekleşmeyeceğini anlatan bir başka güzel hikâye de şudur;”birçok dostu olan, kalender meşrep bir adam varmış. Bu kişi varlıklı biri değilmiş ama hoş sohbet, vakur, derviş, sözü dinlenir bir kişi imiş. En sevdiği yemekte sıcak ekmeğe yağı sürüp üzerine balı döşeyip yemekmiş. Fakat bu arzusunu imkânsızlıktan dolayı hiçbir zaman gerçekleştirememiş. Büyük bir hastalığa yakalanıp yatağa düşen bu adamı sohbet arkadaşları sık sık ziyaret etmişler. Arkadaşlarından biri onun çok sevdiği yemeği bildiği için ziyaretine giderken sıcak ekmek ve yağ götürmüş, ama o sırada adamın evinde bal yokmuş. Başka bir gün başka bir yareni hastaya sıcak ekmek ve bal götürmüş ama bu seferde hastanın evinde yağ kalmamış. Günler sonra başka bir ahretliği ona sıcak bir ekmek, yanında çok taze ve lezzetli bir kase bal ve çok taze bir tabak yağ götürmüş. Ama bu ziyaret sırasında hasta son anlarını yaşamakta, bırakın bir kaşık çorbayı bir damla suyu bile içemez hale gelmiş. Arkadaşının getirdiklerini görünce ona doğru dönmüş ve;
-“Kardeşim Allah senden razı olsun! Fakat günlerdir özlediğim sıcak ekmek, bal, yağ nimetini getirdin. Ama artık ben onları yiyecek durumda değilim. Bal bulunur yağ bulunmaz, yağ bulunur bal bulunmaz, her ikisi de bulunur ama bu seferde ben bulunmam” diyerek terki dünya eylemiş.
Gerçek mutluluk diyarında buluşmak dilek ve temennisi ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.