Sebahattin BİLGİÇ
MUHABBET DERYASI - HİLYE-İ ŞERİF
Aşka, muhabbete, kardeşliğe, güzel ahlaka, ibadet ve taata, teşvik eden, tefekkür ve muhasebeyi yaşatan irfan sohbetleri geleneğimiz var hamdolsun. Sohbet bizim günlük hayatı yaşayışımızdır. Sohbet bir şeyler anlatma ve dinleme, ama aynı zamanda gün boyu dostlarla hem olmaktır.
Beni gönle hitap eden, göz pınarlarını akıtan, gönül tellerini titreten, asrı saadetin aşk, muhabbet, gayret ve adanmışlığına dayanan yolu takip edenlerin sohbeti, hatıraları ve tembihatı cezbetmiştir hep. Şov mahiyetindeki güzel hitapların saman alevinden farkı yoktur nazarımda. Dinletir, güldürür, iştahlandırır bir zaman, ama kapının dışında hayat farklı seyreder.
Değerli dostumuz, Türk İslam Edebiyatının önemli değeri, ilim adamı Prof. Dr. Ali Öztürk ile üç yıldan buyana irfan sohbetleri yaptık. Şehrimize İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak atanması bize doğrusu bir lütuf oldu. Ayağımıza kadar gelen nimeti değerlendirmemek sanırım vebal olurdu.
Üniversite yıllarından tanışırız Ali Bey Hocamla. Hatıralarımız ziyadesiyle çoktur. İçimizde en çok kitap dergi takip eden, ağır başlı, çalışkan ve müeddep arkadaşlarımızın en başlarında gelirdi. Sonraki yıllarda akademik hayata geçiş yapmasından mutlu olduk. İrfan ordusuna münevver nesillerin yetişmesinde değerli Ali Hocam gibi üstatların katkısı hiç şüphesiz çok değerlidir.
Rica ettik kırmadı, bir buçuk yıl boyunca Hilye-i Şerif, bir buçuk yıl boyunca da Esma ül Hüsna sohbeti yaptık. Ali beyin nahif ve mütebessim çehresi, latif anlatımı, derya birikimi ile aydınlandık, hem bilgimiz arttı, hem de göreneğimiz. Muhabbet oluştu katılan dostlar arasında. Müdavimler özlemle sohbet gününü bekler oldu.
Değerli Hocamızla istişaremizde Hilye-i Şerif okuyalım teklifini bize sundu. Efendimizin anlatılacağı bir gönül ve muhabbet dersi bizi heyecanlandırdı. Tabi hemen başladık.
Hilye türünün ortaya çıkmasında Hz Alinin rivayetlerinin ve uzunca olarak anlattığı Efendimizin şemailinin hiç şüphesiz ki etkisi çoktur. Efendimizin vefatından kısa bir süre önce cennetlik hanımların Seyyidesi Hz. Fatıma “Ya Resulallah senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim” diye ağladıklarında Hz Peygamber de “ Ya Ali Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek beni görmek gibidir” buyurdu. Bu hadise Resulullah aşkını sönmeyen bir nur gibi göğsünde taşıyan şanlı ecdadımızda Hilye edebiyatının ve kültürünün oluşmasına neden oldu.
Hilye- i Hâkani; türünün ilki ve en önemli eseri olarak kabul edilir. Hakani’nin bu eserinden sonra Efendimizin vücut yapısını ve sıfatlarını anlatan eserlere hilye denmiş. Levha olarak ve yazı olarak oluşturulan iki türlü hilye mevcut günümüzde. Özellikle levha hilyeleri bize mahsus olarak oluşturulup evlerin başköşelerine nadide tablo olarak asılmış. Hilyeler Efendimize duyulan özlemin, muhabbetin bir tezahürü olarak aşkın kıblesinin kelimelerle resmedilmesi olarak kabul edilmiş.
Hakani’nin Hilyesi;“ Besmele hakkında bir manzume ile başlar. Şair, “Besmeleyle edelim feth-i kelâm / Feth ola tâ bu muammâ-yı benâm” beytinin ardından gelen yirmi iki beyitte söze besmele ile başlamanın gereğinden ve besmelenin sırlarından bahseder. Sekiz beyitlik bir tevhidden sonra “İzhâr-ı Ma‘zeret ve Taleb-i Mağfiret” başlığını taşıyan altı beyitlik bir münâcât ve bir na‘t yer alır. Klasik tertibe uygun tam bir mesnevi yazma gayreti içinde olduğu görülen Hâkānî “İftitâh-ı Kelâm” başlıklı bölümde eserin konusundan, giriştiği işin zorluğundan söz ederek aczini dile getirir; hemen ardından da hilye yazmak suretiyle salih kullar arasına girip keder ve kaygıdan kurtulmak istediğini söyler. Hâkānî, Hz. Ali’nin rivayet ettiği fakat sahih hadis kaynaklarında rastlanmayan “Hilyemi gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram eder; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşr edilmez” meâlindeki hadisi eserin telif sebebi olarak zikreder. Şair bu hadisi on beyitlik bir manzumede tercüme ve şerh ederek hilye yazmanın, hilyeyi üzerinde bulundurmanın ve hilyeye bakmanın insanlara her iki âlemde kazandıracağı mükâfatları anlatır. Arkasından Sadreddin Konevî’nin hilye hakkındaki sözlerini dokuz beyitlik bir manzumede toplar. Bu arada eserini güvenilir hadis râvilerinin rivayetlerinden faydalanarak yazdığını söyler. Hâkānî, daha sonraki bölümlerde Hz. Peygamber’in vücut yapısına ait özellikleri açıklayan beyitlere yer verir. Âyet ve hadisler ışığında yazılan esere özellikle İbn Kesîr’in Şemâʾilü’r-Resûl’ü kaynak teşkil etmiştir. Hâkānî “Hâtimetü’l-kitâb” bölümünün sonundaki, “Olmadan bin yedi târîhi tamâm / Bu risâlemde tamâm oldu kelâm” beytiyle eserini 1007’de (1598-99) tamamladığını belirtir.” (İslam Ansiklopedis . Hakani Mehmet Bey.)
Hilye-i Hakani Süleyman Çelebinin Mevlidinden sonra en çok rağbet gören eser olmuş, teberrüken evlerde bulundurulmuş, asırlardan buyana eserin okunduğu ders halkaları oluşturulmuş.
Muallim Naci Merhum Hakani’nin Hilyesinin hakkını şu mısralarıyla vermiş;
Gelmemiştir sana hala sânî,
Ümmetin mefharısın Hâkânî,
Bize bir hilye-i garrâ yazdın,
Nâmını cebhe-i Arş’a kazdın.
Ali Bey Âlemlerin Sultanı Efendimizin ummandan incilerle anlatıldığı bu muhteşem eseri bize tanıttı, latif anlatımıyla bizi mest etti. Rabbim Efendimizin hürmetine Havz-ı Kevser’inin başında buluştursun. Amin.
Sebahattin BİLGİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.