xxxx1
Kim korkmaz bu dinden?
Külliyat Yayınları'ndan yayıma hazırladığımız, Gustave Le Bon'un İslâm Medeniyeti başlıklı kitabından, bugün İslâm'ın neden tehdit olarak konumlandırıldığını anlamamızı kolaylaştırabilecek bir alıntı yapacağım. Le Bon, İslâm'ın girdiği her yere hızla ve sarıp sarmalayıcı bir ruhla nasıl nüfûz ettiğini çok iyi resmediyor. Dünyanın köklü bir felsefî kriz ve zihnî daralma yaşadığı bir zaman diliminde İslâm'ın ilim, irfan ve hikmeti aynı anda harekete geçiren dinamizminin küresel güçlerin İslâm'dan ürkmelerini sağlayabilecek bir sıçramaya her zaman kaynaklık edebileceğini anlayabilmek açısından bu alıntı bir hali zihin açıcı olabilir. Sizi Le Bon'un kitabının Müslümanların Avrupa Üzerindeki Medenîleştirici Etkileri başlıklı son bölümünden bir pasajla baş başa bırakıyorum: Ortadoğu, çeşitli halklar tarafından zaptedilmiştir: Persler, Grekler, Romalılar vs. Ancak bu halkların büyük siyasî etkileri ne kadar şâyân-ı dikkat olursa olsun, Müslümanların medenîleştirici etkileriyle mukayese edilince hiçbir zaman önemli olmamıştır. Bu güçler, doğrudan işgal ettikleri şehirlerin dışında, kendi dinlerini, dillerini ve sanatlarını, işgal ettikleri halklara kabul ettirmeyi hiçbir zaman başaramamışlardı. Ptolemy hanedanları döneminde de, Romalılar döneminde de Mısır, hiç değişmeden, kendi geçmişine bağlı kalmayı sürdürmüştü: Aslında işgalciler, işgal ettikleri ülkenin dinini, dilini ve mimarisini benimsemişlerdi. Greklerin, Perslerin ve Romalıların başaramadıkları şeyi, Ortadoğu'da Müslümanlar, üstelik de mükemmel ve barışçıl bir şekilde başarmışlardı. Yabancı etkilere en az açık olan ve güçlü bir şekilde direnen tek ülke olmasına rağmen, Mısır, altı ya da yedi bin yıllık medeniyet birikimini unutmuş ve yeni bir dine, yeni bir dile ve yeni bir sanata sahip olmuştu; ve bu yeni din, yeni dil ve yeni sanat bugüne kadar kalıcı ve köksalıcı olabilmişti. Mısırlıların, İslâm dinini, Müslümanlar tarafından zor kullanılarak kabul etmeye zorlandıkları için benimsedikleri söylenemez: Bütün içtenlikleriyle, yürekten inanarak benimsemişlerdi İslâmiyet'i Mısırlılar. Dahası, Mısırlıların Hıristiyanlığı terk ederek İslâmiyet'i süratle benimseme biçimleri, İslâmiyet'in onlar üzerindeki etkisinin hiçbir zaman gelişigüzel ve geçici bir etki olmadığını gösterir. Müslüman Arapların yönetimi altına giren bütün ülkeler, Arapların Mısır üzerinde sahip oldukları aynı sarıp sarmalayıcı, kucaklayıcı ve derin etkiyi tecrübe etmişlerdi. Müslüman Arapların diğer halklar, diğer toplumlar üzerinde bıraktıkları kalıcı, nüfûz edici etkilerin tarihte eşi benzeri yoktur. Müslümanlarla temasa geçen her millet, kısa bir süreliğine bile olsa, Müslümanların medeniyetlerini benimseyiveriyordu: Meselâ Türkler, Moğollar bunun en çarpıcı iki örneğini oluşturur. Türkler de, İslâm dünyasını önce işgal edip sonra da İslâmiyet'i benimseyen Moğollar da, Müslüman Araplardan devraldıkları geleneği, yolu aynen takip etmişler ve özellikle de Türkler, İslâmiyet'in etkisinin bütün bilinen dünyada hissedilmesini sağlayabilecek çapta medenîleştirici bir performans ortaya koymuşlardı. 15. yüzyıla kadar, Avrupa'da, eseri Müslüman Arapları kopyelemekten başka bir şeyden ibaret olmayan herhangi bir yazara rastlayabilmek gerçekten zordur. Roger Bacon, Pisalı Leonard, Arnaud de Villeneuve, Raymond Lulle, Aziz Thomas, Büyük Albert, Kastilya Kralı ve astronomi âlimi X. Alfonso vesaire gibi bütün Avrupalı yazarlar, ya Müslüman Arapların müridiydiler; ya da taklitçileri. Avrupa üniversitelerindeki eğitimin temelini hiç istisnasız en az beş veya altı yüzyıl boyunca oluşturan yegâne olgu, Arapça kitapların, her şeyden önce bilim konusundaki Arapça metinlerin Latinceye ve kısmen de diğer bazı Avrupa dillerine çevrilmesi oluşturmuştu.