Recep KOÇAK
Kavganın sonu nereye varır?
2002’de ilk girdiği seçimlerde tek başına iktidar olan Ak Parti’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan milletvekili değildi. O günden bu yana o kadar çok badireyi atlattı ki, onu sevenler Cemaat - Hükümet kavgasında da yine onun tarafının kazanacağından hiç şüphe etmeyip şöyle diyorlar; “Allah’ın yardımıyla yine bir çıkış yolu bulur!”
Kadir Mısıroğlu bir konuşmasında, “Tayyip Bey partiyi kurarken konuşmuştuk O’na, “Senin aklına değil bahtına güveniyorum’ demiştim. Ben 80 yaşımdayım. 79 yaşımdayken Allah bana aşr-ı şerif okuyan bir Başbakanı dinlemeyi nasip etti. Bin kere oyum olsa oyumu Ak Parti’ye veririm. Çünkü mesele Ak Parti meselesi değil, Tayyip Erdoğan meselesi değil.” diyordu.
Hizmet Hareketi, Camia ya da Cemaat gibi tanımlamalarla anılan grup, onları yakından tanıyan Prof. Dr. Faruk Beşer, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve Ahmet Taşgetiren gibi kişiler tarafından da eleştirildi, uyarıldı.
Gülen Grubu’nun geldiği son nokta ve attığı adımlar, o harekete maddeten ve manen destek veren geniş bir kitle tarafından da şaşkınlıkla karşılandı. Zaman Gazetesi’nin abonelerinde kopmalar yaşandığı biliniyor. Bu sertlik ve gözü karalıkta devam edilirse kayıplar artacaktır.
Gülen’in neredeyse günlük açıklamalarla Başbakan’a cevap yetiştirmesi normal karşılanmıyor. Bunca yayın organı ve tanınmış ismi olan bir Camia, söylemek istediklerini Gülen dışında sözcüler aracılığıyla da kamuoyuyla paylaşabilir. Doğrudan Hareket’in liderinin sıklıkla devreye girmesi, “Acaba bu işin içinde hâlâ açıklanmayan bir şeyler mi var?” sorusunu gündeme getiriyor.
Zira meselenin sadece “dershane” olmadığı artık biliniyor.
Gülen’in “Beddualı” açıklaması, gidişatta kritik bir dönüm noktası olmuş, adeta gelişmelere tüy dikmiştir. Hareket için “beddua” artık milat anlamı taşımaktadır. Bundan böyle durumlarını mecburen “bedduadan önce”, “bedduadan sonra” diye izah edeceklerdir. Bedduanın önünde arkasında yapılan tanımlamaları hatırlatıp durumu toparlamaya çalışmak yetmez. Oluşan algıyla şu soru kaçınılmaz hale gelmiştir; “Türkiye’nin bugüne kadar gelmiş en çalışkan, dindar ve başarılı Başbakanı Erdoğan ve arkadaşları bu bedduaları nasıl hak etmiş olabilirler?”
Bu soruyu, Tayyip Erdoğan’ı çok seven ya da özel bir muhabbeti olmasa da var olanların en iyisi olarak gördüğü Ak Parti’ye oy vermiş seçmenler de soruyor. Soru sahiplerinin bir kısmı da hem Hizmet’i yıllarca desteklemiş hem de oyunu Erdoğan’a vermiş hayırsever vatandaşlardır. Onlar şimdi bir seçimle karşı karşıyalar. Hatta bir kısmı “beddua”yı izledikten sonra seçimini yapmış, tarafını Erdoğan’dan yana belirlemiş durumdalar.
Almanya’dan bir akrabam arayıp, “Ne olacak bu işin sonu?” diye sordu. Irak’ta çalışan bir yakınım telaşla sordu, “Türkiye’de neler oluyor?” Memleketimden yakınlarım ise arayıp, “Kafamız karıştı. Gidişatı nasıl değerlendiriyorsun?” diye sordular.
Gidişatı şöyle okuyorum: Yüzde 50 oyla iş başına gelmiş hiçbir siyasi hareket iktidarını paylaşmaz. İktidardaki parti, ülkemizin bütün gönüllü hareketlerini gözetmek zorundadır. Birisine özel muamelede bulunmak, ayrıcalık sağlamak rahatsızlıklara sebep olacaktır. Gülen Grubu’nun çok ciddi bir kadrolaşma içine girdiğini ise sağır sultan da bilmektedir. Buna Erdoğan hükümeti fırsat vermiş, göz yummuştur. Ne var ki, özellikle de Emniyet ve Yargı’da Erdoğan’ın iyi niyetinin istismar edildiği ve Başbakan ve ekibinin adeta “ayakta uyutulduğu” anlaşılmaktadır.
Gönüllü hareketler eğitim, kültür ve çevre gibi temel konularda güzel hizmetlerine devam etmeli, siyasileşmekten ve iktidardakilerin nefesini kesecek kadar talep sahibi olmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasileşen bir camia, diğer gönüllü hareketlerin de husumetini, nefretini celp etmekte, eleştiri oklarının hedefi haline gelmektedir. Son yıllarda özellikle de Ankara bürokrasisinin Gülen Grubu ile ilgili rahatsızlığını, yaka silkmesini nerdeyse her önüne gelenle paylaştığını duymayan kalmamıştır.
Hükümet, yolsuzluklar konusunda kimseye söz söyleme fırsatı vermeyecek ölçüde atak olmalı, ucu nereye kadar giderse gitsin iddiaları araştırıp varsa suçlular cezalandırılmaları için yargının işini kolaylaştırmalıdır.
Ancak, ülkemizin en saygın iş adamlarını, en gözde projelerimizin müteahhitlerini bir torba içinde der dest etme çabası iyi niyetli görülmediği gibi, asıl peşinde olunan şeyin “yolsuzluklar” olmadığı da gün gibi aşikârdır.
“Üçüncü havalimanı istemiyoruz. Üçüncü köprü yapılmasın. Kanal İstanbul olmasın” diyenlerin talep listesi ile malum savcının peşine düştüğü kişilerin ortaklığı ne kadar şaşırtıcıdır. Gezicilerin talepleri ile son günlerin şöhretli savcısının listesini aynı paydada buluşturan motivasyonun kaynağı nedir acaba?
Hükümet’in elini kolunu bağlama kararlılığında görünen yargı, sadece yolsuzlukların peşinde olduğu konusunda halkı ikna etmekten uzak görünüyor.
Hizmet Hareketi sert ve belden aşağı saldırılarıyla Türkiye’nin dışında kotarılan planlara –kendileri arzu etmese de- katkı sağlıyor. Belki de asla sevmedikleri zihniyetlerin değirmenine su taşıyorlar.
Böyle devam ederse Hizmet Hareketi Türkiye’ye büyük zararlar verdiği gibi kendisi de çok zarar görür. Şimdiden Türkiye’nin zarar hanesindeki rakam can yakıcı boyutlara erişmiştir.
Halk bu gidişle daha yüksek bir oy oranıyla Erdoğan ve ekibini tekrar iş başına getirir. Halk her zaman mazlumun yanındadır. Erdoğan şu an mazlumlar listesinin başındadır. Yeni bir ateş çemberinin içinden çıkmak için gece gündüz çırpınmaktadır.
Bu kavgaların önemli bir sebebi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşmış olmasıdır. Erdoğan’ı Köşk’te görmek istemeyenler birden fazla cepheden saldırmaktadır. Türkiye bu filmi nerdeyse her Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde izlemiştir.
Bu kez filmin sonunun milletin istekleri doğrultusunda olmasını diliyorum. Allah, ülkemizin istikrarından ve büyümesinden rahatsız olan çevrelerin oyunlarını bozsun, tuzaklarını başlarına geçirsin. Bu ülke için taşı taş üstüne koyanların yardımcısı olsun.
recep.kocakk@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.