xxx33
Kartel medyası dönemine özlem duyanlar gerçekleri görmelidir
Serbest rekabet, bireylerin de toplumların da itici gücüdür. Ama rekabet "Haklı" olabildiği oranda, kendisinden beklenen toplumsal ve ekonomik faydaları sağlar.
Bu nedenle haksız rekabetin önlenmesini amaçlayan yasalar vardır. Ayrıca rekabetin haklı olmasına ilişkin ve bazıları yazılı olmayan ahlak kuralları da, toplumun bilinç altına yerleşmiştir. Diyelim ki buzdolabı alacaksınız. Piyasada da, aynı fiyat yelpazesinde en az on marka var.
Bunlar reklam, satış kolaylığı, ödeme imkânı ile farklılık yaratmaya çalışır. Tüketicinin kendi markasını talep etmesi için, tüm pazarlama yöntemlerini ve satış tekniklerini devreye sokar.
Bu markalardan biri ürününe talep yaratmak için teknik özelliklerini ve satış kolaylıklarını anlatmak yerine, rakip markaların negatif yanlarını anlatmaya kalkışırsa, işte bu "haksız rekabet"e yol açar.
Veya aynı ürüne sahip birkaç şirket birleşip, rakipleri yok etmek için fiyat anlaşmaları yapar, bayileri yıldırma politikası izlerse, yine serbest ve haklı rekabet devre dışı kalır.
Medya rekabet
Türkiye'de serbest rekabet olabildiğince korunuyor. "Rekabet Kurulu" bu alanda dikkate değer çalışmalar yapmakta. Bu alanda içtihatlar oluşmaya başladı.
Serbest rekabetin kurallarının pek hesaba alınmadığı tek alan, galiba medya sektörü.
Hatırlarsak çok yakın dönemde, yani 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde bir "medya karteli" bile oluşturulmuştu.
Çalışanların işyeri seçme özgürlüğünün bile kısıtlandığı, satış ve reklam fiyatının ortak belirlendiği, dağıtımın tek elden yapıldığı, göreceli küçük gazetelerin engellendiği ve mesela o zamanki Akşam gazetesinin dağıtılmayarak öldürüldüğü bir kartel uygulamasıydı bu.
"Medya Karteli" nin siyasete yansıması ise, Ankara'dan verilen ortak manşetlerin büyük gazetelerde aynen yayınlanması, eleştiren yazarların susturulması biçiminde görülüyordu. O kartelleşme dönemi, mesleki, ekonomik ve siyasi açıdan fiyasko ile sonuçlandı.
Kartele katılanlardan bazıları iflas etmekle kalmadı, cezaevine bile girdi. Ortak manşetlerle oluşturulmaya çalışılan siyasi senaryoyu halk reddetti ve o dönemin siyasi aktörleri seçimde baraj altına itildi. O döneme kadar kamuoyu oluşturmada gerçekten etkili olan merkez gazetelerinin, halk çoğunluğu katında güvenilirliği sarsıldı.
Hangi çağdaşlık
Kartel medyasınca örtülen ülke gerçekleri 2001 ekonomik krizi ile açığa çıktı. Sadece medya sektöründe 4 bin çalışan işsiz kaldı. Bugün durum çok farklı. Medya sektöründe birden fazla gazete ve TV kanalına sahip büyük bir grup var. Ama bunun karşısında da, hem rekabeti, hem çoksesliliği güvence altına alan gazeteler ve TV kanalları var.
Bu sağlıklı bir tablodur. Ama şimdi bir bölüm medya, kartel dönemi özlemini yansıtan görüntü içinde. Halkı veya seçmeni devredışı bırakmayı öngören girişimleri, "Çağdaşlık" veya "Laiklik" biçiminde sunup, demokrasiyi Cumhuriyet'in tehdidi olarak gören akımları kendi okur ve izleyicilerine pompalıyorlar.
Demokrasiyi sadece "iktidarda kim var" sorusuna endeksliyorlar. Laiklik "inanç ve ibadet özgürlüğü" olarak algılandığı zaman bu "şeriatçılık tehdidi" biçiminde haberleştiriliyor, yorumlanıyor.
Halk düşmanı medya mı?
Tüm bunlar da çokseslilik ve basın özgürlüğünün doğal sonuçlarıdır. Ancak bu çizgiyi izleyen medya kendi dışındaki medyaları hiç utanmadan ve sakınmadan "dinci medya", "anti-laik medya", "iktidar medyası" olarak nitelediğinde, hem haklı rekabetin en azından ahlaki kuralları çiğneniyor, hem de 28 Şubat post-modern darbesinin medyadaki rezillikleri unutulmuş oluyor.
Bu gerçeklerin ışığında, geçmişteki siyasi ve medyatik hastalıkların, çarpıklıkların en fazla zararını çekmiş olan SABAH'ın, Türk medyasındaki rekabetin ve çoksesliliğin güvencesi olduğunu bilmeliyiz.
"Militarist medya" veya "Halk düşmanı medya" gibi nitelemelerle, rakipleri yaftalamanın hem kural hem de ahlak dışı olduğunu düşünenlerdeniz.
Ama çok yakın geçmişte yaşananların unutulmasını ve olayın "Hafıza-i medya nisyan ile maluldür" diye geçiştirilmesini de içimize sindiremiyoruz.
Bu nedenle haksız rekabetin önlenmesini amaçlayan yasalar vardır. Ayrıca rekabetin haklı olmasına ilişkin ve bazıları yazılı olmayan ahlak kuralları da, toplumun bilinç altına yerleşmiştir. Diyelim ki buzdolabı alacaksınız. Piyasada da, aynı fiyat yelpazesinde en az on marka var.
Bunlar reklam, satış kolaylığı, ödeme imkânı ile farklılık yaratmaya çalışır. Tüketicinin kendi markasını talep etmesi için, tüm pazarlama yöntemlerini ve satış tekniklerini devreye sokar.
Bu markalardan biri ürününe talep yaratmak için teknik özelliklerini ve satış kolaylıklarını anlatmak yerine, rakip markaların negatif yanlarını anlatmaya kalkışırsa, işte bu "haksız rekabet"e yol açar.
Veya aynı ürüne sahip birkaç şirket birleşip, rakipleri yok etmek için fiyat anlaşmaları yapar, bayileri yıldırma politikası izlerse, yine serbest ve haklı rekabet devre dışı kalır.
Medya rekabet
Türkiye'de serbest rekabet olabildiğince korunuyor. "Rekabet Kurulu" bu alanda dikkate değer çalışmalar yapmakta. Bu alanda içtihatlar oluşmaya başladı.
Serbest rekabetin kurallarının pek hesaba alınmadığı tek alan, galiba medya sektörü.
Hatırlarsak çok yakın dönemde, yani 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde bir "medya karteli" bile oluşturulmuştu.
Çalışanların işyeri seçme özgürlüğünün bile kısıtlandığı, satış ve reklam fiyatının ortak belirlendiği, dağıtımın tek elden yapıldığı, göreceli küçük gazetelerin engellendiği ve mesela o zamanki Akşam gazetesinin dağıtılmayarak öldürüldüğü bir kartel uygulamasıydı bu.
"Medya Karteli" nin siyasete yansıması ise, Ankara'dan verilen ortak manşetlerin büyük gazetelerde aynen yayınlanması, eleştiren yazarların susturulması biçiminde görülüyordu. O kartelleşme dönemi, mesleki, ekonomik ve siyasi açıdan fiyasko ile sonuçlandı.
Kartele katılanlardan bazıları iflas etmekle kalmadı, cezaevine bile girdi. Ortak manşetlerle oluşturulmaya çalışılan siyasi senaryoyu halk reddetti ve o dönemin siyasi aktörleri seçimde baraj altına itildi. O döneme kadar kamuoyu oluşturmada gerçekten etkili olan merkez gazetelerinin, halk çoğunluğu katında güvenilirliği sarsıldı.
Hangi çağdaşlık
Kartel medyasınca örtülen ülke gerçekleri 2001 ekonomik krizi ile açığa çıktı. Sadece medya sektöründe 4 bin çalışan işsiz kaldı. Bugün durum çok farklı. Medya sektöründe birden fazla gazete ve TV kanalına sahip büyük bir grup var. Ama bunun karşısında da, hem rekabeti, hem çoksesliliği güvence altına alan gazeteler ve TV kanalları var.
Bu sağlıklı bir tablodur. Ama şimdi bir bölüm medya, kartel dönemi özlemini yansıtan görüntü içinde. Halkı veya seçmeni devredışı bırakmayı öngören girişimleri, "Çağdaşlık" veya "Laiklik" biçiminde sunup, demokrasiyi Cumhuriyet'in tehdidi olarak gören akımları kendi okur ve izleyicilerine pompalıyorlar.
Demokrasiyi sadece "iktidarda kim var" sorusuna endeksliyorlar. Laiklik "inanç ve ibadet özgürlüğü" olarak algılandığı zaman bu "şeriatçılık tehdidi" biçiminde haberleştiriliyor, yorumlanıyor.
Halk düşmanı medya mı?
Tüm bunlar da çokseslilik ve basın özgürlüğünün doğal sonuçlarıdır. Ancak bu çizgiyi izleyen medya kendi dışındaki medyaları hiç utanmadan ve sakınmadan "dinci medya", "anti-laik medya", "iktidar medyası" olarak nitelediğinde, hem haklı rekabetin en azından ahlaki kuralları çiğneniyor, hem de 28 Şubat post-modern darbesinin medyadaki rezillikleri unutulmuş oluyor.
Bu gerçeklerin ışığında, geçmişteki siyasi ve medyatik hastalıkların, çarpıklıkların en fazla zararını çekmiş olan SABAH'ın, Türk medyasındaki rekabetin ve çoksesliliğin güvencesi olduğunu bilmeliyiz.
"Militarist medya" veya "Halk düşmanı medya" gibi nitelemelerle, rakipleri yaftalamanın hem kural hem de ahlak dışı olduğunu düşünenlerdeniz.
Ama çok yakın geçmişte yaşananların unutulmasını ve olayın "Hafıza-i medya nisyan ile maluldür" diye geçiştirilmesini de içimize sindiremiyoruz.