xxx52
İslam'a uygun finansman
Bundan önceki iki yazıda, mevcut ekonomik kriz ile -bu dünya düzeni değişmediği takdirde- beklenen sosyal ve siyasi krizlerin manevi ve ahlaki sebeplerinden söz ettik. Bundan sonraki birkaç yazıda, bazı çağdaş İslam düşünürleri ile iktisatçılarının alternatif islâmî çözüm hakkındaki görüşlerini özetlemeye çalışacağım. Faizsiz finans sisteminin kurucusu sayılan Prof. Neccâr, İslam'ın iktisada yansıyan etkisi hakkında şunları söylüyor: Şüphesiz İslâm dünyasının her köşesinde din, davranışları belirleyen kesin ve güçlü bir âmil olarak kabûl olunmaktadır. Bu, bütün faâliyet ve projelerimizde unutmamamız gereken bir husûstur. Bilhâssa Avrupa'da çok kimse, umûmiyetle dînin modern iktisadî kalkınma önünde engel teşkil ettiğine inanmaktadır. Bu inanç bütün dinler için bahis mevzûu iken, Ernest Renan ve R. Charles gibi bazıları, özellikle İslâm'ın gelişmeyi ve dinamizmi önlediğini ileri sürmektedirler. Öte yandan üçüncü bir grup; Avrupa'nın ilerleme ve gelişmesinde dînin önemli bir rolü olduğunu iddiâ etmişlerdir. Max Weber ve Muller Hermeque de bunlardandır. Dördüncü bir grup; İslâm ile yeni iktisadî kalkınma arasında hiç bir çatışma olmadığını teyit ediyor ve üçüncü yola çağırıyorlar, Jacques Austruy, Ebu'l-A'lâ el-Mevdûdî, Bâkır es-Sadr ve daha yüzlerce İslâm düşünürü de bu grup içinde yer almışlardır. Biz burada şu veya bu görüşün uygunluğunu münâkaşa etmiyoruz. Bizi ilgilendiren husûs dînin müsbet olsun, menfî olsun- tesirli ve önemli bir âmil, işleyen bir silâh olduğudur. Bunda da şaşılacak bir taraf yoktur. Çünkü tarih boyunca din, duygular üzerine tesir için itici güç, hisleri besleyen gıdâ, insanın hayatı ve bütün değerlileriyle gölgesinde mesut olduğu bayrak olmuştur. Kır ve köy bölgelerindeki içtimaî hayatı tahlil edersek çiftçinin âciz ve tembel olmadığını açıkça görürüz. Aksine o çalışmakta, fakat en güç şartlar içinde verimsiz sonuçlar almaktadır. Onu çepeçevre kuşatan bir gerilik varsa bunun mesuliyeti bizzat çiftçiye ait değildir. Sorumluluk toplumun içindeki müesseselerin ve buna bağlı olarak, itici güç, düzenleme, organizasyon gibi etkili araçların eksikliğine aittir. Resmî kurumların çoğu hâlihazır şekilleriyle, muhâfazakâr çoğunluğun güvenini kazanamadıkları için bu kesimin, devletin müessese ve organlarının vazifelerini gerçekleştirmeleri yolunda gönüllü katılımları yok gibidir. Bu müesseselere büyük ümit bağlanamaz. Olsa olsa dînî vasıf taşıyan müesseseler bu mevzûda iş görebilir ki, bunların da başında câmî vardır; orası insanların, irşât ve yönlendirmeyi kabûle en müsait oldukları yerdir. Eğer bugün câmî, İslâm'ın altın çağındaki vazifesini yapamıyorsa, hattâ bazıları daha fenâsını yapıyorsa bazı mıntıkalarda câmî imamlarının yeni iktisâdî gelişmeye veya modern tabiriyle kalkınmaya engel diyebileceğimiz sözler söylediklerine bizzat şâhit oldum- bunlar mâzurdur; çünkü bu işlerle alâkalı mevzûlar onlar için araştırma ve ilgi alanı olmamıştır. Onlar bu mevzûları incelememiş, anlamak için kafa yormamış bulunuyorlar. Ancak biz tam olarak şu noktada birleşiyoruz ki; aslı ve özü itibariyle İslâm, yeni iktisadî kalkınma hareketleri karşısında hiçbir şekilde engel sayılamaz. Zannederim yegâne şüphe fâiz üz erinde düğümleniyor; dînî adı ribâ olan fâiz İslâm dîninin büyük günahlarındandır ve cemiyetlerin mahvolmasına sebeptir. Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde fâizi yasaklayan ve haram kılan açık, seçik ve kesin naslar vardır; Allah alışverişi helâl, fâizi haram kılmıştır. (el-Bakara:2/275) İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz fâiz Allah nezdinde artmaz. (er-Rûm:30/39) Burada işâret etmek istediğimiz husûs, bu yasağın içtimâî neticeleridir. Bu yasaklama, yeni iktisadî kurumlardan gerektiği gibi faydalanmayı önlemiş, bu da sermâye teşkiline, dolayısıyla iktisadî gerilemeye tesir etmiştir. Şimdi biz geri kalmışlık zincirini kırmak istiyorsak; dînî mirasımız ve ona uygun olan sâhada çıkış yolları aramalıyız. İnsanları fâizle işlem yapmaktan alıkoyan âmil -ki şüphesiz bu manevî cezâdır- faizciliğin kişiye temin edeceği faydalardan daha kuvvetli olunca sermâye toplama problemini dîni esaslarla bağdaşan malî kurumlarla halletmek zarûri hale geliyor.. Fâizsiz işlem yapan malî kurumlarla engeli aşmamız, itici gücü veya uygun karşılığı sunmamız mümkün olacaktır. Kurum, hem ferdin hem de cemiyet içindeki din ulemâsının kabûl edeceği bir yol ile tasarrufları toplama imkânını bulabilecektir. Buna binâen câmiin imamı veya halka ibâdetleri telkin eden vâiz, fâizsiz çalışan bu kuruluşu tebrik temekten başka bir şey yapmayacaktır. (İslam Düşüncesinde Ekonomi Banka ve Sigorta, İz Yayıncılık, 2003, s. 113