Kenan ÖZMEN
İslâm' da Hırsızın Elinin Kesilmesi ve İslâm' ın Hedeflediği Toplum -2-
Konumuzun ilk bölümünde, Kur’ an’ ın hırsızlık yapanlarla ilgili olarak getirdiği hükmün bu kadar şiddetli oluşunun İslam’ ın öngördüğü o muhteşem sosyal güvenlik programının bir gereği olduğundan bahsetmiştik.
“Kimseye karşılığında bir hak verilmeksizin hiçbir görev ve teklif yüklenemeyeceği” İslâmî prensibi çerçevesinde oluşturulan sosyal güvenlik programının sorunsuz uygulandığı, devletin kaynaklarının âdil bir şekilde paylaşıldığı, her türlü haksız kazancın önlendiği, varlıklı kimselerin mallarında yoksulların da hakkının olduğu bilincinin özümsendiği ve bu hakkın son kuruşuna kadar verildiği bir toplumda hırsızlık yapmanın, toplumun diğer mensuplarının aleyhine olarak kolay ve haksız kazanç sağlama teşebbüsünde bulunmanın sisteme bir başkaldırı olarak değerlendirilmesi ve şiddetli bir şekilde cezalandırılması gayet doğaldır.
Öte yandan, günümüz beşerî sistemlerinde olduğu gibi, sosyal adaletin sağlan(a)madığı, enflasyon, devalüasyon ve faiz kılıfı altında toplumun cebine uzanmış soyguncu ellerin kesilmeden açlıktan ekmek çalan, baklava çalan ellerin kesilmesi, hapislerde süründürülmesi İslâmî mantıkla asla bağdaşmayan, İslâm’ la yakından uzaktan âlâkası olmayan İslâm' a tam zıt uygulamalardır.
Bütün mensupları için eksiksiz bir sosyal güvenlik sistemi oluşturamayan bir toplum ya da devlette bir kimsenin gayrîmeşru yollarla zenginleşme eğilimi göstermesi çoğunlukla karşı konulamaz hale gelir ve sonuçta hırsızlık gibi gayrîmeşru eylemler, sosyal güvenliğin tam anlamıyla yürürlükte olduğu bir toplumdaki kadar şiddetle cezalandırılamaz, cezalandırılmamalıdır.
İslâm’ ın o çağlarüstü mesajını somut bir idârî programa dönüştüren kişi olan Büyük Halife Hz Ömer b. Hattab’ ın (ra) Arabistan’ da yaşanan kıtlık süresince el kesme cezasını ertelemesi, anlatmak istediklerimizi özetleyen muhteşem bir örnektir.
Özetle; hırsızlığın cezası olarak el kesilmesinin sadece hâlihazırda mevcut bulunan ve tam olarak işleyen bir sosyal güvenlik programının bulunması halinde uygulanabileceği sonucuna rahatlıkla varabiliriz.
Şimdi el kesme cezasının tarihçesinden ve bazı uygulamalarından bahsedelim.
Bu ceza cahiliye döneminde Kureyş Arapları tarafından uygulanagelen bir cezaydı. İlk kez uygulanan kişi, Kâbe’ nin hazinesini çalmak gibi çok büyük bir cürüm işleyen bir adam olmuştur. O dönemde göçebe çöl insanı olarak yaşayan, yerleşik bir hayatın olmadığı, merkezî otoritenin, sicil kayıtlarının, sabıka kayıtlarının ve hapishanelerin olmadığı bir toplum için hırsızlığın belgelenmesi, sabitlenmesi ve cezanın caydırıcılığı açısından böyle bir ceza uygulanması gerekmekteydi diyebiliriz.
Kur' an, Kureyş' ten gelen bu geleneksel cezayı bir nevi onaylamış oldu. Tabi yukarıda bahsettiğimiz prensipler çerçevesinde ve uygulama alanını oldukça sınırlandırarak.
Bu noktada 2. nesil fakîhlerinden olan İmam Ata' nın (ra) çok güzel bir tasnifinden bahsetmeden geçemeyeceğim.
Bu tasnife göre; “Kur' an’ daki bir hüküm vahyin kendi ihdas ettiği bir hüküm değil de daha önce gelenekte var olan, gelenekten uygulanagelen bir hükümse, o hükmün uygulanmasında "zaman" dikkate alınır, maksada bakılır.” denir. Hele hele bu hüküm cezayla ilgili bir hükümse. Çünkü el kesme gibi geri dönüşü olmayan cezalar, Efendimizin (as) de üzerinde çok hassas olduğu ve en ufak şüphede düşürdüğü ve düşürülmesini emrettiği hususlardır. Yani bu tür geri dönüşü olmayan cezalarda en ufak tereddüt ve şüphe zanlının lehine uygulanır.
Şimdi gelelim, Allah Resûlü (as) tarafından sadece bir kez uygulanan el kesilmesi olayına.
Hatırlı bir kabilenin mensubu olan biri, savaş aletlerini çaldığı (kalkan veya zırh) bir adam tarafından suçüstü yakalanıp, Efendimizin (as) huzuruna getirilir. El kesilmesi için gereken tüm şartlar oluşmuştur. Zanlının elinin kesilmesine hükmedilir. Zanlı hatırlı bir kabilenin mensubu olduğundan kabilenin önde gelenleri cezanın uygulanmaması konusunda ısrar ederler. Yani hukukun ahlâkını yok etmeye, ahlâkın gücünü yok etmeye çalışırlar. Tabii ki bu ısrar kabul edilemez bir durumdur ve reddedilir.
Efendimiz (as) bu kabul edilemez ısrar neticesinde; "Vallahi bu hırsızlığı yapan kızım Fatîma da olsa yine elini keserdim" demiştir.
İnfaz gerçekleştikten sonra ise yaşananlar daha da ilginçtir. Efendimizin (as) mübarek yüzü sapsarı kesilir ve suçluyu yakalayıp getiren adama dönüp; "neden hırsızı getirdiniz, bana getirmeden, kamu hukukuna girmeden neden affetmediniz" dercesine: "Vallahi siz şeytanın yardımcılığını yapıyorsunuz" der.
İnşaalah, birkaç örnek olaydan daha bahsedeceğimiz konumuzun üçüncü ve son bölümünde buluşmak üzere...
Vesselâm…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.