Bilgin ERDOĞAN
ISLAHEVI NOTLARINDAN:(14) Kurban İbadetinin Hikmetleri Ve Bir Mahkûm
Kurban İbadetinin Hikmetleri ve Bir Kızılderili Mahkûm - Bilgin ERDOĞAN
(Fakat unutmayın ki) onların ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları; lâkin O’na ulaşan, yalnızca sizin O’na karşı gösterdiğiniz bilinç ve duyarlılıktır. İşte bu amaçla, onları sizin yararınıza sunuyoruz ki, size ulaşma yolunu, yordamını gösterdiği (her türlü rahmet) için O’nun yüceliğini saygıyla anasınız. Öyleyse, o iyilik yapanları müjdele. (Hac Sûresi, 22/37).
Kurban bir ibadettir ve her ibadetin hikmeti vardır. Hikmetsiz ibadet, ruhsuz bedene benzer. Kulluk ise ruhu ve cesedi ile bir bütündür. Ne cesedi ruha ne de ruhu cesede feda etmek doğru olmaz. Yukarıdaki âyetten de anlaşılacağı gibi; ibadetin ruhunun ihmal edilmemesi gerektiği vahiyde ısrarla vurgulanmaktadır. O halde, Allah’a ulaşacak olan, kurban ettiğiniz hayvanların etleri ve kanları değil onun size kazandırdığı bilinç ve duyarlılıktır.
Bu yazıda kurbanın üç hikmetini anlatmaya çalışacağım ve Amerikan yerlisi bir mahkûmla bunu örneklendireceğim. Kurbanın binlerce hikmetinden birincisi Allah’ın el-Karib ismini ifşa etmek, ikincisi adamak bilincini bilemek, üçüncüsü ise her varlıkta bir sevgi hiyerarşisi olduğunu hatırlamak. Bu üç temel hikmet idrak edilseydi her şey çok farklı olurdu. İnsanlık ailesi daha huzurlu ve mutlu olurdu.
Birinci Hikmet: Allah’in el Karib ismini idrak etmek
Birinci hikmet, Allah’ın el Karib ismini idrak etmektir. Kurban kelimesi ile Rabb’imizin isimlerinden el Karib, kelime itibarıyla aynı kökten gelir. Arapça, ka-ra-be köklerinden gelen bu kelimeler özünde yakın olma, yakın kılma anlamlarını taşır (İsfahani, Müfredat). Akraba ve kurbiyet kelimeleri yine aynı kökten gelirler. Rabb’imiz kendisini Kur’an’da el Karib olarak tanıtır. Yani O, en yakın olandır. “Gerçek şu ki, insanı yaratan biziz ve önün iç benliğinin ona ne fısıldadığını biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından yakınız.” (Kâf Sûresi, 50/16).
Dolayısıyla, O öyle bir Allah ki sana şah damarından yakın… Sana senden daha yakın… O öyle bir Allah ki O’ndan kaçış asla yok… O seninle her an… Sana nefesinden yakın, yüreğinden yakın, damarlarında akan kandan yakın… Öyleyse ey İnsan! Sen kendine mukayyet ol… Zira Allah el Karibtir… Ve bize söyle der bu isim: Allah el Karibtir… Öyleyse sözlerini iyi seç. Zira Allah sana dudaklarından yakın… Ey insan! Duyduklarına dikkat et zira Allah sana kulaklarından yakın. Ey insan! Hissettiklerine dikkat et zira Allah sana yüreğinden yakın ve sahip olduklarına dikkat et zira Allah sana senden yakın.
İnsanı kötüye sürükleyen temel şey insandaki uzak tanrı tasavvurudur. Oysa Allah’ın kendi zatını hem el-Hayy olarak hem de el Karib olarak tanıtmasının bir hikmeti vardır. Ancak gerek kadim Mekke müşriklerinde, gerek modern dünyada ve gerekse dinler tarihinde çeşitli inanç sistemleri hep uzak ve dolayısıyla ölü bir tanrı inancına sahiptiler. İnandıkları tanrı hayata müdahil olmayan ve kimsenin işine karışmayan bir tanrıydı. Kur’an’da Yunus (10/31), Zümer (39/38), Ankebut (29/61) sûrelerinde geçen âyetler bu gerçeğin altını çizer.
“De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim malik ve hâkim bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Her işi kim idare ediyor? Allah diyecekler. De ki: Öyle ise sakınmıyor musunuz?” (Yunus Sûresi, 10/31).
“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, elbette ‘Allah’tır’ derler. De ki öyleyse söyler misiniz? Şayet Allah size zarar vermek istese Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onu önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter, Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar (Zümer Sûresi, 39/38).
“Onlara sorsan: Gökleri ve yeri kim yarattı? Onlar (müşrikler), ‘Allah’ diyecekler. Nasıl da sapıyorlar?” (Ankebut Sûresi, 29/61).
Oysa vahyin tanıttığı Allah, öncelikle el Hayy olan ve öyle olduğu için el Karib olandır. O, acziyetten, muhtaciyetten ve kusurdan uzak olandır. Zira o her türlü eksiklikten münezzeh ve müberra olandır… O, her şeyden muallâ ve mücellâ olandır… O, ne eski Mısır medeniyetinin kutsadığı Apis öküzü, ne mecusî mitolojideki fani Zurvan tanrısı, ne eski Türklerin Şaman mitolojisindeki kurt, ne Japon Şintoizmindeki güneş, ne Hint inancındaki tabiat ilahı olan İndra veya ışık tanrısı olan Mitra… O hiç bir ölümlüye benzemeyen, O el Hayy olan… O mitolojinin acziyet atfettikleri bir tanrı değil asla…
Eski Yunan mitolojisinde, Hermes, tanrıdır ama aynı zamanda hırsızdır veya Afrodit tanrıçadır ama bir bağıyedir… El-Hayy olan Allah ise hiçbir ölümlüye benzemez… Dinler tarihi, insanlığın ölümlüye tapınma misalleriyle doludur. Eski Mısır tanrısı öküz, Mezopotamya tanrısı aslan, Babil tanrısı, yılan veya ejderha, Asurlular’ın tanrısı kaplumbağa, eski Türkler’in paganı ise kurttu… En eski ilkel inançlardan olan Animizmde ise ölen ecdadın ruhuna tapınma esası vardı… Her varlığın ruhu vardır diyerek varlığa tapınma çok eskilere kadar dayanır.
Bu insanların böyle şeylere tapınmalarında ki psikoloji, çarpık bir hulul inancı idi… Bu insanlar aslında kaplumbağa veya ineğin ya da yılanın kendilerini yaratmadığını biliyorlardı ancak yaratıcı kudretin bu varlıklara hulul ettiğine yani içine girdiğine inanıyorlardı… Hulul inancı, tevhidin önündeki en büyük belalardan biridir… Bu bela, hastalık olarak maalesef eski mitolojik anlatımlardan Hıristiyanlığa da bulaşmıştır… Hıristiyanlıkta ki teslis inancı bu hastalığın ta kendisidir…
Frikyalılar’da ana tanrıça Kıbele’dir ve onun oğlu Attis’tir… Attis ölünce tanrıça Kıbele çok üzülür ve ağlayarak onu aramaya başlar… Öyle olunca, Attis bir genç tanrı olarak dirilir. Bu olay Mart ayında gerçekleşir… Bu olay, bitkilerin tekrar dirilişini de sembolize eder… Dolayısıyla ölen ve sonra dirilen bir tanrı örneğini eski Frikya medeniyetinde görmek mümkündür.
Mısır mitolojisine baktığımız zaman orada da İzis, Oziris ve Horüs efsanesini görmekteyiz. Bu efsaneye göre ise Oziris ölüler ilahı olarak diğer âleme gitmiştir…
Oziris tıpkı Hz. İsa gibi arkasından gözyaşı dökülen bir ilah olmuştur. İzis’e gelince o oğlu Horüs ile birlikte anne şefkatini en eski şekilde sembolize etmiş ve bu haliyle Mısır’da rağbet görmüştür. Bu daha sonra Akdeniz ülkelerine daha sonra da Hıristiyanlığa aynen geçmiştir. (Mukayeseli Dinler Tarihi, s.89).
Ölebilen bir tanrı aynı zamanda uzak olabilen tanrıdır. Dolayısıyla insanoğlunun vahşet irtikâp etmesindeki temel psikoloji uzak tanrı tasavvurudur. Donald Biauruce isimli elli beş yaşlarında Amerikan yerlisi (Kızılderili) bir mahkûmla konuşuyorum ıslahevinde... Tam iki yüz altmış yedi yıl mahkûmiyeti var. Kendisi yirmi sekiz yaşından beri demir parmaklıkların arkasında. Zamanında polislerle çatışmış ve birkaç beyaz adam öldürmüş kendi ifadesiyle ve onun için içerde… Tabii, Amerika’nın da soykırım tarihinde Kızılderilileri nasıl yok ettiğini de hatırlamak ve hatırlatmak lâzım, yeri gelmişken... Peki, bunlar neden kaynaklanıyor? El cevap: Uzak tanrı tasavvuru vahyin dinî olan İslam, Allah’ı şah damarından yakın tanıtıyor ki kişi Allah’tan bir an bağımsız olmasın. Şayet Allah’ı şah damarımızdan daha yakın hissetseydik hangi günahı irtikâp edebilirdik.
İkinci hikmet: Adamak bilinci ve İsmail’in kim sorusu
Kurban’ın ikinci hikmeti ise insana adama bilincini vermesidir. Zira İbrahim ve İsmail kıssası bu anlamda tekrar gözden geçirilmelidir. Saffat Sûresi’nde Rabb’imiz şöyle der, “(Ve şöyle yalvardı:) ‘Ey Rabbim! Bana dürüst ve erdemli (olacak bir erkek çocuk) bağışla!’ Bunun üzerine ona (kendisi gibi) yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik. Ve (bir gün çocuk, babasının) tutum ve davranışlarını anlayıp paylaşacak olgunluğa eriştiğinde babası şöyle dedi, ‘Ey yavrucuğum! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; bir düşün ne dersin?’ ”
(İsmail) “Ey babacığım” dedi, ‘Sana emredilen neyse onu yap; İnşallah beni sıkıntıya göğüs gerenlerden bulacaksın!’ Fakat ikisi Allah’ın emri (olarak gördükleri) ne kendilerini teslim edince ve (İbrahim) onu yüzüstü yatırınca kendisine seslendik, ‘Ey İbrahim! Sen şimdiden o rüya(nın) amacını yerine getirmiş oldun! İşte iyilik yapanları biz böyle ödüllendiririz; Çünkü bu apaçık bir sınama idi.’” (Saffat Sûresi, 37/100–107).
Kıssa ile takas, makas, kısas kelimeleri aynı kökten gelir. Bunun anlamı bir şeyi dengiyle kıyas etmektir. Vahiy, ‘Sen İbrahimsin’ diyor ve öyleyse sen kurban etmeden önce İsmail’ini bulacaksın ey çağın İbrahim’i! Kimdir senin İsmail’in? Oğlun mu, kızın mı, eşin mi, arkadaşın mı, annen mi, baban mı, yoksa atan mı? Servetin mi, şöhretin mi, benliğin mi, yoksa şehvetin mi? Senin İsmail’in kim? Sen önce onu bulacaksın.
İhtirasların mı, arzuların mı, tutkuların mı, kariyerin mi, planların mı, düşlerin mi, yoksa seni çepeçevre kuşatan aşkın mı? Kim senin İsmail’in? Sen önce onu bulacaksın sonra cananından vazgeçebilmenin sırrını tadacaksın. Ama sen önce cananını bulacaksın. İsmail, Leyla’dır kimi dem sen Mecnun’san eğer; Keremdir o, sen Aslıysan eğer? Ferhat’tır o, kimi dem… Ama sen İsmail’ini bulacaksın… Nedir dağları deldirten, çölleri aştıran, okyanuslara meydan okuyan tutku yüreğinde? Uykularını kaçırandır senin İsmail’in aslında.
İbrahim’in İsmail’i oğlu idi… O, onun cananıydı peki ya seninki kim? Nedir yüreğinde Allah’a rakip olan sevgi? Kimdir senin İsmail’in? Koç mu, deve mi, araba mı, ev mi? Kimdir İsmail’in senin? En çok arzuladığın, kavuşmak için rüyasını gördüğün, meftun olduğun, mecbur olduğun, olmazsa olmaz varsaydığın, onun için yaşadığın, hayatının omurgasına oturttuğun nedir o? İşte o senin İsmail’in ey çağın İbrahim’i? Koçu keserken onu hatırlayacaksın.
“İlah” Arapça şayet h-v-l kökünden geliyorsa çok korkulduğu için kendisine kulluk edilen şey demek. Eğer, e-l-h kökünden geliyorsa çok sevildiği için kendisine kulluk edilen anlamındadır. Dolayısıyla “ilah” çok sevildiği için ve çok korkulduğu için kendisine kulluk edilen şey demek.
Demek ki tevhidin önünde iki temel engel var. Korku ve sevgi… İşte bu iki temel engel Müslümanın iki temel bayramı olan Ramazan ve Kurban da aşılıyor. Bunu daha iyi anlamak için şu iki soruyu kendimize sormalıyız? İnsan en çok neden korkar ve insan en çok neyi sever? İnsan en çok canını kaybetmekten ondan feragat etmekten korkar. İşte onun için Ramazan can sınavını geçmek; Kurban ise canan sınavını aşmaktır. İbrahim tek başına bir ümmet idi ve o doruklarda yaşadı bu imtihanları. Önce ateşe atılma tehdidi ile karşı karşıya kaldı ve aştı, can sınavını sonra oğlunu kesme emriyle canan sınavını yaşadı iliklerine kadar.
Her İbrahim yaşar bunu… Anadolu, İbrahim yürekli anneler sayesinde kurtuldu. Bu konuda Yozgat’ın Sorgun ilçesinden Anadolu müdafaasına gönderilen Kınalı Murat önemli bir misaldir. Murat’ın niye başı kınalıydı çünkü annesi onu İsmail olsun diye göndermişti cepheye. Şöyle diyordu mektubunda “Bizde iki şeyi kınalarlar oğlum; bir kurbanlık koçları, bir de cepheye gönderilen askeri.” Anadolu’nun iliklerine kadar işlemiş İbrahim ve İsmail kıssası demek ki…
Bunun İslamî terminolojideki karşılığı isardır… İsar, başkaları için yaşayabilmek ve bu uğurda canından ve cananından vazgeçebilmek demektir. Vahyin vurguladığı gibi “De ki ibadetim ve adayışım, ölümüm ve yaşayışım âlemlerin Rabb’i Allah’a olsun” (En’am Sûresi, 6/162). İnsanları eşref-i mahlûkat yapan ve hayatı yaşanabilir kılan budur. Dünyevî ve uhrevî sıkıntılardan kurtulabilmenin yolu ise ancak işar duygusudur. Mustafa İslamoğlu, “Adayış Risalesi” isimli eserinde “Adamak ve adanmak, harcamak ve harcanmanın zıddıdır” diyerek bunu en veciz şekilde ifadelendirmiştir. Ne ki adadınız onu siz harcamadınız, ne zaman ki adandınız o dem harcanmadınız demektir bu. O halde insanın tükenmemesi için adanması, tüketmemesi için adaması gerekir. Bu anlamda Ramazan adanmayı ve kurban adamayı öğretir bize.
Ümmet bilincine tekrar ulaşabilmek için Said Nursi’nin “İhlâs Risalesi” isimli eserinde değindiği ‘tefani’ kavramının altı çizilmelidir. Tefani, kardeşin kardeşte fani olması yani onun için her şeyi verebilmesidir.
Huzeyfe (r) anlatıyor; Sefer sonrası ve yaralılar yerde… O, amcaoğluna bakıyor acaba nerde diye… Bir ses duyuyor ta ötelerde… Su, su! Diye inliyor amcasının oğlu… Koşuyor verebilmek için matarasındaki suyu... Tam uzatıyor ki bir başka sahabi… Su diyor ve inliyor… Amcasının oğlu kapatıyor ağzını ve diyor ki kardeşime ver… Sonra koşuyor Huzeyfe, ona doğru… Mevsim yaz, aylardan Temmuz… Tam ona verecek ki o anda başka ses ‘Yandım Allah! Bir damla su’ diyor… Kapıyor ağzını ve ‘Git kardeşime ver’ diyor, cansız bir sesle… Huzeyfe koşuyor koşmasına ama o Hakk’ın rahmetine kavuşmuş çoktan… Ardından koşuyor diğerine vermek için ama o da Hakkın rahmetine ulaşmış, çoktan… Huzeyfe, matarasına bakıyor ve hâlâ dolu… Koşuyor amcaoğluna ulaştırmak için suyu, ama o da çölün damarına kan veren şehitlerden olmuş o an… İşte Tefani veya İşar veya adama duygusundan bir tablo…
Başkaları için yaşama duygusunun altını çizen ahlâkçı filozoflar da olmuş. Bu isimlerden en önemlisi Richard Cumberland isimli bir rahiptir. Hobbes’un egoist (bencil) hayat felsefesine karşı Altruist bir ahlâk anlayışını savundu. Cumberland der ki, insanda başkası için duygular vardır. Evrenin dili bunu söyler ve evrendeki yasalar bunun gereğidir. Bu felsefenin terminolojideki karşılığı ise Altruismdir.
Üçüncü hikmet: Varlıkta sevgi hiyerarşisini yerli yerine koymak
Kurban’ın hikmetlerinden birisi ise sevgi hiyerarşisini yerli yerine koymaktır. Dolayısıyla “Muhabbetullah-Allah sevgisi” tabiatı gereği en yukarıda olmalıdır. Zira sevgiyi sevgiyle yaratan Allah sevilmeye en lâyık olandır. Bir şeyi Allah’tan daha fazla sevmeye kalkmak ise ancak insanın hüsranını arttırır. Kur’an Tevbe Sûresi’nde şöyle der:
“Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe Sûresi, 9/24).
Eğer yüreğin merkezine Allah sevgisi yerleşmezse o vakit insan, Allah’ın çekim alanından çıkar ve varlığın çekim alanında kendini kaybedenlerden ölür. Vahyin anlattığı gibi Kabil önce Rabb’ine sahte sunaklar sunarak Allah ile olan iletişimini bozmuş sonra insanla iletişimi bozulmuş ve kardeş katili olmuştur. İnsanla iletişimi bozulunca varlıkla iletişimi bozulmuş, bir karga kadar dahi olamamış ve toprağa yabancılaşmıştır. Demek ki Allah’a yabancılaşan insana, insana yabancılaşan varlığa yabancılaşır.
Kurban’ın hikmetlerinden biri ise insanı eşyaya feda etmemektir. İnsan Allah için ve her şey insan içindir. Dolayısıyla Rabb, İsmail yerine bir koçun kesilmesini emretmiştir. Niçin ‘insan İsmail’ değil de onun yerine bir koç?.. Zira burada Rabb’imiz insan sevgisini hayvan sevgisinden üstün tutmamak gerektiğini bize talim ettirmektedir. Dolayısıyla insan sevgisi, hayvan sevgisinin önüne geçirilmemelidir. Zira tarih şahittir ki, hayvanlara olan aşırı muhabbet onların putlaşmasına sebep olabilmektedir.
İnsanoğlunun zaman çizgisindeki hareketinde insan hep bir şeye tapınmak istemiştir. Tüm pagan toplumlarında totemlerin çoğunu hayvanlar oluşturur. Daha önce de hatırlattığımız gibi bir şeye ilahlık atfı iki şeyden kaynaklanır; Birincisi aşırı muhabbet, ikincisi aşırı korku. İnsanoğlu sevgi ve korku dürtüleri dolayısıyla, kendisine başka şeyleri ilah edinmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığı ilahî öğretişine dayanan tevhit dini İslam ise her fırsatta yeryüzündeki her şeyin insanın ermine amade kılındığına vurgu yapar. Yapar ki insanlık, Allah’ın çekim alanından çıkıp varlığın içinde kendisine başka ilahlar bulmasın.
Mitolojiye baktığımız zaman çoğunlukla hayvanların totem olduklarını görürsünüz. Nuh Sûresi’nde, yirmi dördüncü âyetinde geçen beş puttan ucunun hayvan olduğu hatırlanması gereken noktadır. Yes’us, aslan, Ye’uk, at ve Nesr, kartal olarak bilinir. Bilindiği gibi, mitoloji yılanlara, aslanlara, kartallara, ineklere tapan pagan toplumlarının örnekleriyle doludur. Kadim Mısır toplumu Apis öküzüne tapıyorlardı. Bu hayvan, kutsal kabul edildiğinden onların her hareketi firavunun atadığı rahiplerce gözlemleniyordu. Rahipler, ineklerin hareketlerinden yola çıkarak tefsir yapıyorlar ve Mısır’ın o yıl savaşa gidip gitmeyeceğine karar veriyorlardı. İşte bu trajikomik olayın arkasında sevgi hiyerarşini yerli yerine koyamamak vardı.
Amerikan yerlisi (Kızılderili) mahkûm Donald Biaruce dört çocuk babası, aynı zamanda… Kendisiyle bir saate yakın konuşmam oldu. Hayat hikâyesini dinledim… Donald’ın Kızılderili dilinde “Kurt” anlamına gelen bir de geleneksel ismi var. Kendisine en çok dışarıda neyi özlediğini sordum. Kendisi yaklaşık otuz senedir içerde. Bana verdiği cevap kafamda bazı şeylerin oturmasına sebep oldu. Zira cevaben ‘köpeğim’ dedi. Yıllar önce ölmüş köpeğini özlediğini, şayet özgür olsaydı o köpeğine benzeyen bir köpek satın alıp onunla vakit harcayacağını söyledi. Çocuklarını sevmiyor musun diye sorduğumda, onları çok sevdiğini ancak onları ölmüş köpeği kadar özlemediğini söylemesi oldukça ilginçti… Sevgi hiyerarşisini yerli yerine oturtamamak ne kadar da acı… Sevgiyi yerli yerine koyamadığımız ve neyi ne kadar seveceğimiz şaşırdığımız bir dünyada yaşıyoruz.
Mikro-evren insan örneğinden, makro-insan dünya misaline dönecek olursak yine durum çok farklı değil. BM verilerine göre her yıl su kirliliğinden veya suya bağlı nedenlerden dolayı ölen çocuk sayısı üç milyon civarı. Bu sorunu çözmek için dünya genelinde bu projelere ayrılan pay toplam sekiz milyar dolar. Buna rağmen, Avrupa’da ev hayvanlarının mama satışlarının yıllık cirosu ise 17 milyar dolar… Avrupalının köpek maması için harcadığı para, şu yatırımına dönüşse, suya bağlı sebeplerden dolayı ölen üç milyon insanın hayatı kurtulacak. (İslamoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin).
Netice-i kelam: Kurban ibadeti insana üç gerçeği öğretir. Bunlar; öncelikle Allah’ın el Karib olması ve O’ndan bağımsız olamayacağımız gerçeğidir. Şayet bunu idrak edebilseydi dünya hangi zalim hükümdar olabilirdi âleme? İkici hikmeti ise, canan imtihanından geçebilme bilincimizi tazelemesidir. Allah için verebilme bilincini inşa etmesidir. Dolayısıyla işar duygusu ile dünyayı daha yaşanabilir kılmaktır. Üçüncü hikmeti ise sevgi hiyerarşisini yerli yerine koyabilmektir.
Sevgiyi sevgiyle yaratan Allah sevilmeye en lâyık olandır ve O Allah yeryüzünde her şeyi insanın emrine müsahhar kılmıştır ki insan onlara tapınmasın ve onları kullanarak Rabb’ine şükretsin. İnsan Allah için olsun, varlık insana müsahhar olduğu için…
Kaynakça:
Ragıb İsfahani, Müfredat, trc.: Abdulbaki Güneş-Mehmet Yolcu Çıra Yayınları, İstanbul,
Ahmet Kahraman, Mukayeseli Dinler Tarihi, Marifet Yayınları, İstanbul,
Annamarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınları, İstanbul,
Mustafa İslamoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin, Denge Yayınları, İstanbul,
Said Nursi, Lemalar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,
İhsan Eliaçık, İslam’ın Yenilikçileri Cilt II, Söylem Yayınları, İstanbul,
Mustafa İslamoğlu, Yeni Şafak Gazetesi; Kurban: Varlık Hiyerarşisi Talimi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.